- 1140 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SEVAP MI, GÜNAH MI ? (18+)
Adam işten gelip lavaboya uğradıktan sonra tam zamanında hazır olan yemek sofrasına kuruldu. Eşi de çalıştığı halde, ondan biraz erken eve dönmesini değerlendirip sofrayı yetiştirmeyi görev bilmişti kendine. Son olarak taze su koyduğu sürahi ve bardağı da masaya koyduktan sonra kendisi de masadaki yerini aldı. Adam altmışı geçeli bir iki yıl olmuş, kadın da altmışına yaklaşmıştı. Biri kız üç çocuklarını da evlendirmişler, ikisi de emekli olmalarına rağmen çocuklarına, torunlarına yardımcı olabilmek için çalışmaya devam ediyorlardı.
Favorilerinden olan televizyon dizisi çoktan başlamış olduğundan muhabbet etmeye pek zamanları yok gibiydi. Adamın daha iyi görebilmesi için kadın sık sık eğilip bükülerek yemek yiyor, adam bunu fark ettiğinde mahcup olup, öyle yapmamasını rica ediyordu eşinden. Yemek bittiğinde sofrayı birlikte kaldırdılar. Adam elini, ağzını yıkayıp televizyonun karşısındaki koltuğuna kuruldu. Kadın mutfağı toparlayıp bulaşıkları da makineye yerleştirdikten sonra pişirdiği bol köpüklü Türk kahveleriyle döndü salona. Kahvenin yanında muhabbet etmelerine engel olan dizilerini pür dikkat seyrederlerken kahvelerini de afiyetle yudumlamaya başladılar. Yatsı ezanının okunduğunu duyan kadın namaz kılmak için diğer odaya geçti. Bu arada reklâmların başlamasını fırsat bilen adam mutfağa geçerek iki tabak meyve hazırlayıp salona döndü. Birini eşinin, diğerini de kendi sehpasının üzerine koydu. Namazdan dönen kadın eşinin rutin olarak yaptığı bu harekete hiç şaşırmayıp, teşekkür ederek meyveleri yemeye başladı.
Sadece evde açtığı başını çoktan bembeyaz olmuş, eski doğal kumral rengini andıran boyalı, seyrek , kısa saçları kaplıyordu. Pek buruşmamıştı yüzü. Orta boylu ve orta denecek kadar kiloluydu. Aslında adam da bir çok yönüyle ona benziyordu. Sadece başında pek saç kalmamıştı ve kiloluydu biraz. Boyu da ondan biraz daha fazlaydı. Evde içmese de dışarıda içmekten vazgeçemediği sigara yüzünden öksürürdü bazen. Defalarca eşine söz vermesine rağmen bir türlü bırakamamıştı. Kolay değil, belki de elli yıldır içiyordu. Taa, köyde çocukken hayvan otlağında başlamıştı. Ne bilsin bu kadar zararlı olacağını ; marifet bilmişti o zamanlar.
Dalgındı kadın. Fakat hiç de farkında değildi eşi. Aslında tek eğlenceleri, tek sosyal yaşamları olan televizyon, adamın kadının bu durgun halini fark etmesine engeldi. Ne zaman kadın herhangi bir rahatsızlıktan söz ederse, ancak o zaman dikkatini kadına vermek zorunda kalırdı adam. Dalgınlığı bir ara o kadar artmıştı ki ; dizinin çok komik bir sahnesinde bile gülmeyince dikkatini çekti adamın.
’ Ne o hanım ; uyudun mu yoksa ? ’
’ Yooo. Uyanıkım. Seyrediyorum. ’
’ Az önceki sahnede gülmedin . Espiriyi anlamadın mı yoksa ? ’ Bir derdi olduğu belli olmuştu kadının. Televizyonun sesini iyice kısıp eşine doğru döndü adam.
’ Hanım, lütfen doğruyu söyle ; çocuklara falan mı bir şey oldu, ya da torunlara ? ’
’ Yok yok , hepsiyle görüştüm bu gün . İyiler çok şükür. ’
’ Öyleyse nedir bu durgunluğunun sebebi ? ’ Nihayet cesaret buldu kadın. Artık adamla konuşmasının yeri ve zamanı gelmişti. Televizyonu boş verip tamamen adamına doğru döndü.
’ Bak adam. Sana söylemem gereken çok önemli bir şey var. ’ Adam endişeden titremeye başladı. Pek sık olan bir şey değildi bu. Sonu da mutlaka üzücü olurdu.
’ Hayırdır inşallah hanım. Anlat bakalım. ’
’ Biliyorsun ben menopoza gireli çok oldu. Oysa sen neredeyse halâ delikanlı gibisin. Ben bu halimle kendimi senin ihtiyacına karşılık vermek için zorluyorum. Bunu görev bildim. Fakat galiba artık benden sana hayır gelmeyecek. ’ Bir anda oyuncağı bozulmuş, kırılmış küçük bir çocuk gibi hissetmeye başladı adam kendini. Fakat kadının bu sözlerine itiraz edecek hakkı kendinde görmüyordu. Otuzunu geçmişti eşiyle evlendiğinde. Kadın tek çocuklu , kocası ölmüş bir duldu o zaman. İki çocukları daha olmuş, yıllarca mutlu olarak yaşamışlardı. Kadın devam etti :
’ Ne olursun bu saatten sonra bana yaklaşma. Hatta odalarımızı ayırabilirsek çok daha iyi olur. Aynı odada kalırsak eğer, biliyorum ki durumumuz çok zorlaşacaktır. Çünkü senin nefsin halâ canlı ve körlenmek için çare aramaya devam edecektir. Benden sana izin ; nefsini dilediğin yerde körlemekte serbestsin. Günahsa eğer, ben bu günahı üstlenmeye razıyım. Ama lütfen bana anlayış göster ve gönül koyma. ’ Sustu kaldı adam. Bekârlığında dahi çapkınlık yapmamıştı pek. Sadece arkadaşlarına uyup şehirdeki geneleve bir kaç defa gittiği olmuştu. Aslında hiç de sevmemişti orayı. yerinden kalkıp sarıldı kadına.
’ Benim vefakâr, cefakâr karıcığım. Neler söylüyorsun sen ? Böyle bir şeyi nasıl istersin benden ? Bu yaştan sonra, sokaklarda, haram peşinde ne işim var benim ? Allah senden razı olsun. Bunca zaman bana her türlü hizmet ettin. Her ihtiyacıma karşılık verdin. Her şeyin bir sonu var. Ben de buna razı olup, nefsimle mücadele edeceğim, unutturacağım o işi. Sen hiç merak etme. Odaları da ayırırız elbet. Haklısın sen. Aynı odada işimiz biraz daha zor olur. Yalnız senden bir söz istiyorum : Mutlaka günün birinde benim de nefsim tükenmiş olacak. İşte o zaman ne olur yine odaları birleştirelim, olmaz mı ? Çünkü en çok yaşlılıkta birbirinin sıcaklığını, nefesini ararmış insanoğlu. ’
’ Tabii ki olur. En kısa zamanda inşallah ! ’
Daha o geceden ayırdılar odaları. Ve o geceden zorlanmaya başladı adam. Yatağında sarılacak, nefesini duyacak eşini aradı. Bir kaç defa yatağından kalkıp gezindi evin içinde. Sonraki günler, geceler hep zorlandı ama bundan kadına hiç söz etmedi ve onu zorlamaya hiç kalkışmadı.
Aradan epeyce zaman geçtiğinde, cinsellikle ilgili rüyalar, hayâller görmeye başladı adam. Sokakta gördüğü kadın ve kızlardan etkilenmeye başladı. Kadın salonda değilken televizyonda başka başka programlar aramaya başladı. Böyle hareketlerinden sonra utanmaya, kendine kızmaya bile başladı. Daha çok genç ve hatta küçük kızlara ilgi duymaya başlamış olması da kendine olan saygısını bile azaltmaya başlamıştı. O, bunun sebebini bir türlü çözemezken, sapık bir ruha sahip olmasından endişe duyarken gerçek çok farklıydı aslında. Otuzlu yaşlarda evleninceye kadar, şehirdeki genelevde gittiği bir kaç kadın haricinde kimseyle bir cinsellik yaşamamış, hele ki genç bir kızın elinden bile tutmamış, çocukluğunda oyun oynadığı bir kız arkadaşının bile olmamış olmasıydı. Yine de küçük kızlara olan ilgisinden dolayı sürekli Tanrı’dan af ve yardım diliyordu.
Sonunda körleyemediği nefsi ona şehirdeki genelevin yolunu tutturdu. Başının kel oluşu yaşlılığını daha çok belli edeceği için şapka giymiş, gözlüğünü de çıkartmıştı. Yine de utanıyordu. Polis noktasından geçerken, kimliğini gösterirken, o polisin bakışı bile kurşun kadar ağır gelmişti. Defalarca vazgeçmek, dönmek istemesine rağmen bir evin önündeki kalabalıktan yer açmaya çalıştı kendine. İçerideki bir çok kadından yine en genç, hatta en ufak olanına takıldı gözü. Bir kez daha utandı kendinden. Hemen vazgeçmek, oradan dönmek istedi. Fakat nefsi, ayakları o kızın karşısına çoktan çıkarıvermişti onu. Kız da şaşırdı bir an. Hatta adama bir kaç söz söyleyecek gibi bile oldu. Ama bunu yapamazdı. O bir müşteriydi ve onu bir odaya buyur etmek zorundaydı.
’ Birinci kat, dört numara ! ’ deyip merdivenleri işaret etti. Başka hiç bir soru sormadan oraya doğru yöneldi adam. Odaya çıktığında yeniden vazgeçmek, dönmek geldi içinden. Yatağın üzerinde titreyerek oturdu ve soyunmadan beklemeye başladı. Biraz sonra geldi küçük kız. Aslında ne kadar masum bir yüzü vardı. Sokakta görse insan, bekâr olsa, aşkına kurban olur, evlenebilmek için peşinde koşardı. Esmer, sıska, uzun saçlı, orta boyluydu. Gözlerinin altı morarmıştı. Tam da bir ana kuzusuydu.
’ Neden soyunmadınız ? ’ sorusuna ayağa kalkıp, kapıya yönelerek ;
’ Ben gitsem iyi olacak galiba ! ’ diye karşılık verdi. Kız iki eliyle ona sarılıp önlerken, ayaküstü bir şeyler düşünmeye başladı. Buraya zorla düşürülmüş, tehditle çalıştırılıyordu. Bu adamı o anda kendine kurtarıcı olarak seçmek aklına gelmişti. Fakat odadaki gizli kameradan izlendiğini bildiği için bunu adama açıkça söyleyemezdi.
’ Dur bakalım bey amca ! Nereye gidiyorsun ? Var mı öyle birden vazgeçmek ? ’ deyip yatağın üzerine attı adamı. Neye uğradığını şaşıran adam, giyinik bir vaziyette sırt üstü yatıyordu şimdi . Üzerine eğilen kız, kulaklarına fısıldamaya başladı. Burada zorla çalıştırıldığını, ona yardım etmesi gerektiğini, odada kamera olduğu için dikkat etmesini, soyunmasını ve hiç bir şey belli etmeden hem onu dinlemesini, söylediklerini iyi anlamasını, diğer taraftan da işini görmesi gerektiğini söyledi. Adam ne kadar şaşırsa da, kızın kurtarıcısı olmayı kabul edip, tüm söylediklerini dinledi. Kamerayı izleyenlerin bir şey anlamaması için soyunup işini de görür gibi yapsa da, bundan kendini sakınmayı başardı. Çünkü böyle bir kıza dokunabilecek kadar alçalamazdı. O çirkin nefis, o aç nefis bile ona bunu yaptıramadı. Kızın yaşadığı köyün adresini babasının adını bir bir aklına yazdıktan sonra, işini de bitirmiş gibi yaparak, kızın yanağına bir de öpücük kondurup teşekkür etti, parasını da ödeyip giyinmeye başladı. Çıkarken evin numarasını da aklına yazmayı unutmadı.
Sokaktan çıkarken polis noktasında bekleyen polislere gitmek geldi önce aklına. Sonra vazgeçip, yürümeye başladı. Sahildeki bir banka oturup düşünmeye başladı. Acaba direkt köyüne gidip babasına her şeyi anlatmak mı, yoksa doğruca polise gitmek miydi en doğrusu ? Babasının, ya da ailesinin bu durumu öğrendiğinde, gelip o kızı oradan almaları hiç de kolay olmayabilirdi. Bir de böyle durumlarda ilk akla gelen şey, aileden birinin gelip kızı öldürerek sözde namuslarını temizlemeye kalkışmaları olurdu. Sonunda polise gitmeye karar verdi. Polis, onun adını hiç bir yerde kullanmayacak, kimseyi onun başına musallat etmeyecek ve ailesinin de kızı öldürmelerini önlemeye çalışacak, gerekirse kızı koruma altına alacaktı. Komiserin bu konuda anlattıklarına ikna olan adam, önemli bir işe yaramanın verdiği gönül huzuru ile evine döndü.
Evine döndüğünde güzelce bir duş ve abdest aldıktan sonra namaza duran adamı gören kadın çok mutlu oldu.
’ Allah kabul etsin adam. Demek sonunda namaza başladın ha ! Ne kadar güzel. ’
’ Evet hanım. Allah’tan nefsime hâkim olabilmem için yardım istedim. O da bana namazı gösterdi. Anladım ve inandım ki namaz, gerek nefisle gerekse her türlü kötü düşüncelerle mücadele etmenin en güzel yoluymuş.’
’ Ne mutlu sana ! ’
Kendisinden yardım isteyen kızın akibetini aslında çok merak ediyordu. Fakat ne polise gidip sormaya ne de genelevde onu aramaya cesaret edemiyordu. Ya onu orada zorla çalıştıran insanlara izini belli ederse ? Adamlar bu yaştan sonra başına belâ olmazlar mı ? Nasıl baş edebilirdi onlarla ?
Bir kaç ay sonra bir gazetenin üçüncü sayfasındaki bir ölüm haberi dikkatini çekti adamın. Anadolu’nun bir köyünde, gencecik bir kız kendini asarak hayatına son vermiş. Biraz daha dikkat ettiğinde o kız olduğunu anladı ve yıkıldı adam. Kafasında bir soru takıldı kaldı : Acaba ailesi ve çevresi dışladığı, yaşadıklarından sonra kabullenmediği için canına mı kıymıştı kızcağız, yoksa yakınları tarafından öldürülüp intihar süsü mü verilmişti ? Yaşadıkça bu soru aklına takılı kalacaktı.
Bir başka soru daha vardı ki aklında ; o sorunun cevabını da ancak Tanrı bilebilirdi :
Acaba o kız için yaptıklarıyla günaha mı girmişti, yoksa sevaba mı ?
Fikret....