- 444 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Başkent'i Takdime Mukaddeme
"Ah Ankara! Ne memleketsin! Ayazın buz, sıcağın cehennem... Griden başka rengin de yok hem. Yaratan denizden de mahrum bırakmış; bari göğün mavi olsaydı." diye yakınır da durur Ankara’ya zorunlu gidenler. Hele ki deniz memleketlerinden birinden geliyorsa bu insan, yakınmanın şiddeti daha da artar. Oysaki Ankara hiç de hak etmez bu yakınmaları. O, haritalarda Anadolu’nun allı kanlı yüzünde derin bir gamze gibi durur hep.
Halkın devrimi Samsun’da ışıdığında, Ankara topraksız kalmış bir köylüydü. Ankara, şerefinden başka sahip çıkacağı hiçbir şeyi kalmamış, gariban bir Türk’tü. İstanbul gibi "Bizans devşirmesi", "bey", "paşa" yahut "padişah" değildi; çatlak bağlamasıyla kara düzen bir türkü tutturmuş bir “seğmen”di belki; yahut At Pazarı’ndan Hamamönü’ne inen elleri arkasında garip bir ihtiyar…
Anadolu ve Paşaeli’nin İstiklal Devrimi her ne kadar İstanbul sultanının tacını Ankara’ya layık görse de; o, bu devrimin sahibi olan Türk köylüsü gibi mütevazı ve gösterişten uzak taşır saltanat tacını. Ankara’daki debdebe, istiklal tacını köylünün elinden geri çalan eski ağaların yeni torunlarına aittir sadece. Onlar, temiz Türk köylüsünü cahil bırakarak, kutsallarını maske edinerek milli iradenin kalpazanlığını yapan yeni padişahlardır... Birçoğu dünkü hainlerin yadigârı... Bizlerse büyük savaşta varını-yoğunu, eşini, oğlunu, kızını kaybeden ama cumhuriyeti kuranların torunlarıyız. Ne var ki ne kendi kurduğumuz cumhuriyetimize milletvekili olacak kadar paramız ne de memleketin nasıl idare edildiğini değerlendirebilecek kadar eğitimimiz ve zihin açıklığımız kalmadı. Dünkü ağa efendilerimizi mazlum bilip ağlıyor; eli nasırlıların torunlarına elit diye kalkışıyoruz.
Hayat bir yerlerde kopuverdi sanki. Öğretmenlerimizi yalnız ben dinlemiştim, sanki televizyondaki haber sunan adamı benden başka kimse duymamıştı yıllarca... Hadi okulda anlatılanlar propagandaydı da dedemin öldüğü, ninemin anlattıkları neydi? Bu propaganda şefleri ninemi de mi ajan etmişlerdi kirli oyunları için? İstiklal Harbi yalan mıydı, hani şu dedemin şehit düştüğü? Devrim diye bir şey olmamış mıydı? Devrimi gören yaşlılar mı yalancıydı? Yoksa kesilen dilleri onların öldüğü gün konuşmaya başlayan yeni saraylılar mı? Bütün akranlarım dün doğmuştu, büyüklerimin gözünün açılmasınaysa daha çok zaman vardı. Bir masal dinlemeye hazırlanıyordu memleket ve şimdilik kulaklarımıza fısıldıyorlardı: "Develer tellal, pireler berber iken; ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken...". Halksa uykulu gözlerle alkış tutuyordu. Dünya bir salı pazarıydı, bizse geciktiğimizden meyvelerin çürüklerine kalmıştık. Delirmiş hissediyorum kendimi. Bütün okuduğum tarihi, yaşadığım geçmişi bir şizofren ikilemi içerisinde hatırlıyorum. Delirdim mi acaba? Çoğunluk ben ve benim gibi düşünenler için böyle diyor. Sanırım ben bir deliyim. Ancak Cem Karaca’nın şarkısında söylediği gibi; tamam, deli olabilirim; ama darılmaca yok, beni siz delirttiniz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.