- 1233 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
KAÇ BAKALIM..!
Benjamin Franklin hayranıyım. Derki:
“Ne iyi bir barış vardır: Ne de kötü bir barış.”
Gerçekten barışın şapkası nice tahtlardan daha değerlidir. Bir dostumuzla veya sevgilimizle kavga edip ayrıldıktan sonra dikkat edin: Her seferinde kaldığınız yerden değil de kandığımız yerden başlarız. Ya iç savaş yaşanırsa, nasıl ve nereden başlarız? Gelin onu biraz açalım:
Dün bir video izledim. Doğuştan gözleri hiç görmeyen bir aileydi sunumdaki asıl kahramanlar. Kadın şarkı söylüyordu yanık yanık. Hem de ne sesti o Yarabbi! “Allah vergisi,” denir ya; işte aynen öyleydi duyduğum ses. O billur gibi sesi duyduğumda hoparlörün sesini biraz daha yükselttim… İlk kez Sibel Can’dan duyduğumuz bir parçayı öyle zarif yorumluyordu ki, sesinin tınısında kulaklarım hiç hata seçmedi. Erkek, eşi olmalıydı, o da görmüyordu, ama parmakları çaldığı orgun tuşlarında adeta ahenkle dans ediyordu. İkilinin sunduğu mini konserde müthiş güzel bir uyum vardı.
İşte bu görüntüler sonrası bende bir kaç duygu nöbeti başladı. Biri acıma, merhamet, diğeri ise öfke ve kınamaydı. Birazdan bu duygularıma -neden/niçin olan- kareleri sizlere tek tek açıklayacağım.
Videodaki doğuştan engelli insanlar evde oturup, "ne yapabilirim?" dememişlerdi. İnsanların kapılarına gidip dilenmemişlerdi. Kadın kendini fuhuşa sürüklememişti. Etkilendim. Bu görüntüleri kaleme almak istedim, adeta toplumun içinde yer alan sızının kanıtıydı. Ailece ekmek parası kazanmak için Bursa meydanında doğuştan engelli "o ailenin azmi" duygulandırmıştı beni. İçim sızladı.
Özellikle, simit yiyen çocuk çok tesir etti bana...
Evde sıcacık yatağında olması gerekirken sokaklardaydı...
Şimdi bana diyeceksiniz ki:
"Emine hanım siz gelin de İstanbul’u-İzmir’i görün. Her köşe başında Suriyeli bir çocuk ve anne mantar gibi bitmektedir. Çocukları dileniyor, annesi ekmek parası için yatağını süsleyecek bir adam arıyor... Hem de hastalık nedir, ne değildir diye düşünmeden. Korunmasız hem de… Ve Türkiye’de gayri-meşru Suriyeli kadınlardan binlerce çocuk doğuyorken…"
Doğru...
Bu daha acı bir tablo tabi ki...
Ama ben ondan daha acı bir kareye tanık oldum:
Suriye’yi, -yani vatanını terk etmemiş,- ülkesinin bağımsızlığı adına savaşan bir baba öldürülüyor; anneyse İŞİD canileri tarafından kaçırılıyor. Sonra da sex gereksinmeleri için yüzlerce İŞİD Militanı tarafından tecavüz ediliyor. Bir sür sonra aynı kadın köle olarak yabancı ülkelerde, başta İngiltere olmak üzere satılıyor, Peki ya o çocuk ne yapıyor geride? Evi bombalarla yerle bir edilmiş, korkunun, kanın en koyu renklerini görmüş, evet o çocuk yıkıntıların arasında yapayalnız kalmış…
Mevsim kış mı kış… Soğuk nefesleri değil, ciğerleri kesiyor lime lime: O miniğe tesadüf eden kameraman soruyor:
"Aç mısın?" diye:
Çocuk:
“Evet açım."
"Peki, nasıl besleniyorsun?
"Ot yiyerek..."
"..."
Kameramanın gözleri buğulanıyor, yutkunuyor ve soruyu yineliyor:
"Ot, yani bildiğimiz otları mı yiyorsun çocuk?
"Evet, çayır çimen..."
Çocuk devam ediyor konuşmasına, soğuk keskin, üşüyor ki, titriyor, ayağında çorap bile yok. Bir ayağında büyük, diğer ayağında küçük bir ayakkabı giyinmişti: İçler acısı bir tabloydu.
"Abi burada kışın ot yok; Şimdi karton arıyorum."
Kameraman bu kez daha çok afallayıp soruyor:
"Kartonu ne yapacaksın yavrum?"
" Karnımı doyurmak için yiyeceğim abi."
İşte size en acı bir kare... Sunumu izlerken ki ruh halimi bana hiç sormayın! O an tıpkı Pir Sultan Abdal’ın söylemine tanık olur gibiydim: “Demiri demirle dövdüler; biri sıcak biri soğuktu. İnsanı insanla kırdılar; biri aç biri toktu.”
Savaş..! Ve annesini babasını yitirmiş 3-5 yaşlarındaki çocuk...
Beni asıl üzen hatta kızdıran şudur: Türkiye’ye kaçan genç delikanlı Suriyeli insanlar… Onlar neden ülkesi için savaşmıyorlar da kaçıyorlar?
Üzerinden asırlar geçmedi. 1918-1920 li yıllarımız daha unutulmadı. Çanakkale’de kanlı destan yazdı binlerce şehitlerimiz. Bağımsızlık uğruna dünya ülkeleriyle göğüs göğse savaştılar. Canlarını vatanları uğruna verdiler. Öyle ki, Kurtuluş Savaşında 15 yaşında çocuklarla, karnında bebesini taşıyan kadınlarla savaştı ülkemin güzel insanları.
Her evden en az 3 en fazla 7-8 insan şehit olmuştur. Buna en somut kanıt Çanakkale Gelibolu şehitliğini işaret ederim.
Ö.S.O’rdusundan-İŞİD’den dünyanın farklı ülkelerine kaçan Suriyeliler bugün üç mafyaya teslim olmuş durumdalar.
Organ mafyası
Uyuşturucu mafyası
Fuhuş mafyası
Bu üçü ölmekten beterdir.
Ülkesindeki bağımsızlık savaşından kaçan Suriyeli erkeğine, kadınına, gencine şimdi şu soruyu soruyorum:
"Ülkende savaş uzadığı zaman veya ülken parçalanırsa ne yapacaksın?
Hemen şu yanıtı veriyorlar:
"O zaman gitmem ülkeme. Burada kalırım; ya bir Türkler evlenirim, ya da bir köle gibi çalışır yaşamımı sürdürürüm."
Utanarak ölmektense, savaşıp onuruyla ölmek daha iyidir.
Bu nedenle kızıyor, acımıyorum hiçbir Suriyeli insana... Çünkü onlar “ölüm korkusu” adına bağımsızlık savaşı vermek yerine vatanlarını terk ettiler.
Onların şu görüşünü kınıyorum:
Ülkemde savaş bitsin ancak o zaman Suriye’ye dönerim.
Çünkü onlar savaşmadan bir böcek gibi ezilerek ölmeyi seçiyorlar...
İstanbul Sulukule’de artık %80 Suriyeli yaşıyormuş. Romanlar isyanda: “Kandırıldık!” diye evlerinden atıldıklarını söylüyorlar. Suriyeliler ise başka konuşuyor:
“Çocuklarımız vatansız doğuyor, aldığımız maaş bize yetmiyor, açız. Ülkem düzelsin bir saniye bile burada kalmayacağız.”
Bu gibi sorumsuz korkak insanlar yüzünden kıyılarımıza balık değil çocuk cesetleri vuruyor.
Duydum ki ünlü şair, benim de Facebook’dan arkadaşım olan Yılmaz Odabaşı seçim sonrası ülkeyi terk etmiş. Bu da tartışılır tabi... Bakın, Cemil Sena anlamla çizmiş barış ve savaşın farkını ne hoş özetlemiş:
“Herkes barışı sever, bütün savaşlar da, bu sevgiye kavuşmak içindir.”
Son söz:
Doğa ve insan aslında barışı özlemiştir.
Gemi su alıyor diye kaptanın, yolcuların gemiyi terk etmeleri mi gerekir? Hiç mi kurtarma çabası göstermezler?
Eh o zaman kaptana değil de farelere kalır koca gemi değil mi?
Vatan mevzubahis ise;
“Barış için savaşılacaksa savaşırız.”
Başka vatan yok. Bu vatan bizim.
Allah ülkemizin sonunu hayırlı kılsın.
Emine Pişiren-Edremit
19.11.2015
YORUMLAR
Anlamlı bir makale, -her satırına birebir katılmasam da- yazanı tebrik ederim.
Elbette her insanın kendine has bir görüşü olacaktır bu konuda, buna saygı duyarım.
Ancak şunları da düşünmekte yarar var:
-Hiçbir insan durup dururken vatanını, yerini-yurdunu, evini, dükkanını, arsasını, ana-babasını...
terketmez. Bu insanlığın yaratılışında ve tabiatında -içgüdü gibi- mevcuttur.
-Hiçbir insan, baş'edemiyeceği kuvvetli düşmanına karşı, -kuru yiğitlik taslayıp- kılıç kuşanarak kolay-kolay meydana çıkmaz, çünkü savaşamadan da öleceğini hesaba katar.
-Hiçbir anne ve baba, evlatlarıyla savaşın-ateşin ortasında oturup, barışı umud'ederek onları orada bekletmez.
ve son olarak;
-İnsanlar ateşte- savaşta tez öleceklerini çok iyi bilirler de, yaşamak için -bir tutam da olsa- umutlarının en son öleceğine inanarak, terk-i diyar ederler.
....................
Bizler, o mülteci Suriyelilerin yerinde olsaydık acaba ne yapardık, dersiniz.
.....
Silahımızı kapıp, savaşacağımızı pek zannetmem. Askerimiz çok ya, deriz, ilkönce, iş tamamdır.
Kaldı ki; (çok şükür) bizde öyle bir iç savaş da yok, dış savaş da; buna rağmen birçoğumuzun bile kaçası geliyor ülkesinden. Nedenleri farklı da olsa, bunu da anlamıyor değilim, şahsen.
Toplumumuz, siyasetin zehirine öyle bir maruz kalmış ve öylesi parçalara bölünmüş durumda ki; ''birlik, beraberlik, kardeşlik, huzur...''kelimelerini rafa kaldırdık şimdilik.
Sonumuz hayır'ola.....
Saygılar
emine pisiren
Öncelikle size geç yanıt verdiğimden dolayı özür dilerim.
Ev taşımalarım, şehir değiştirmem, hastane ve ölümlerle geçen süreç beni yordu.
Kalemim bir süre sustu.
Sizleri ertelediğim için üzgünüm.
Galiba ben hala Çanakkale-Kurtuluş Savaşlarının ruhunu taşıyorum hala...
Oysa günümüz top tüfek dünyası değil, nükleer dünyası hiç değil, psikolojik emperyal ve gıda-ilaç terörleriyle tükeniyor 3. dünya ülkeleri...
Açıkçası yorum yazınız düşündürdü beni.
Size hak vermemek ne mümkün?
Ama şu var ki, küçük de olsa örgütlü bir toplumun başaramayacağı hangi savaştır?
Var olsun kaleminiz.
Teşekkür ederdim.
Saygıyla
Yazıyı okuyunca ''Acabalar'' takıldı aklıma.
Yarın,
bu ülke de savaşa sürüklenirse,
kaçımız kalacak ve toprağı için ölümü göze alacağız?
Çok fazlamız değil.
Güneydoğuya asker olarak gidenlerin profiline bakın:
İşte sadece onlar kalacak.
Ve biz,
onların kim olduğunu çok iyi biliyoruz.
Kuru gürültü yapanlar, tencere tava çalanlar değil,
bu ülkenin sessiz insanları.
Sevgisini sözünde değil, gönlünde yaşatanlar.
emine pisiren
Suriyelilerin ulus rengini bilemem tabi...
Az önce de ifade ettiğim gibi "ben galiba hala Çanakkale- Kurtuluş Savaşlarındaki Nene Hatun-Kara fatmaların- Ayşe Hatunların" ruhlarını taşıyorum.
İnanın elimde bayrakla direnirim...
Ve tek de kalmış olsam hep eşime şunu söylerim:
"Ruhsatlı bir silahımız olsun, eğer düşman şu kapıdan içeri girdiğinde 13 kurşunu onlara bir kurşunu kendime sıkayım ki bana yapılacak ezalaratanık olmayayım..."
Yorumunuz mutlu etti beni.
Sağ olun.
Selam ve sevgiyle
Şahsım adına yazdıklarınızın altına en kalbi duygularımla imzamı atıyorum. Keşke olmasa ama maalesef dünya savaşlarla çalkalanıyor. Bu ne bir bahane olur ne de yaşadığın toprakları yani yurdunu kaçarak terk etmeye mazeret. Sonrasında ise kaçak göçek yollarla avrupaya gitmeye çalışmaları sonucunda ölenlerin sorumlusunu dünya milletlerine sizsiniz diye sunmak en korkuncu.
Sen kendi toprağını kaçarak terk edersen sana nasıl kucak açılmasını beklersin?
Sen bu kaçışların sonucunda kendi ellerinle o çocukları ölüme teslim etmiş olmuyor musun?
Sen sizlere kucak açan ülkemizde bile rahat durmuyorsun ki... Özellikle basına yansıtılmayan nice tacizlerin mimarısınız yaşadığım şehirde. Hem de Antalya gibi büyük bir şehirde bunu yapıyorsun.
Burada hedef tek onlar değil. Toprağına sahip çıkmayan hangi ırk olursa olsun tepkim olurdu. Bakınız Türkmen gardaşlarımıza.
Ser verip toprak vermemek adına direniyorlar. Allah yar ve yardımcıları olsun Amin.
Savaş var diye toprağını terk edene ben asla ne saygı duyarım ne de sevgi beslerim.
Duyarlı ve mert yüreğinize selam olsun.
Tebrik ve saygımla.