Haydar abinin oğlunumu
Sesler giderek yaklaştı, kapımın önüne kadar gelmişlerdi. Ne de-diklerini anlayamadım ama arada bir gülüşmeler oluyordu. Sanı-rım otelde benden başka kimse yoktu. Kalkıp kapıyı açtığımda otel çalışanları ellerinde çarşaflar ayaküstü muhabbeti yapıyorlardı. Beni görünce hemen yandaki odalara doğru yürüyüp gittiler. Uykum kaçmıştı. Harita metot defterini aldım, kabanın altına yerleştirdim. Odanın kapısını çekip çıktım. Defterin elimde olması benim için büyük riskti. Sokaklarda kimlerle karşılaşacağım belli olmaz. Görevliye ben çıkıyorum, akşam dönmeyeceğim dedim. Keyfine bak dedi. Tütün depolarının önünden geçerken benzinliğe şöyle bir baktım. Araç kuyrukları hala devam ediyordu. İstasyonun sahibi de Sivaslı idi. Eski bursa Emniyet müdürünün akrabası. AFERİN ADAMA kendi memleketlisine iş vermiş. İki aile buradan ekmek yiyor.
Bir süre istasyona gidip gitmemekte tereddüt ettim. Gitmemeye karar verip yoluma devam ettim. Daha önceki birkaç kez heykele çıkmış olmama rağmen çevrede ne olduğunun bile farkında değil-dim.
Bu kez acelem yoktu. Tabir yerinde ise avare avare hareket ediyordum. Yol boyu iki ya da üç çeşme gördüm. Her gördüğümden de avuç, avuç su içtim. Buz gibi kaynak sularıydı. Urfalı Hacı babanın lokantasının önünden geçerken girip şöyle yanında küçük tırnak pidelerinin olduğu sıcak bir ezogelin çorbası içmek istedim. Sonra düşündüm hem cepte para yok hemde biraz sonra dayımlara gideceğim nasıl olsa orda bir şeyler verecekler. Saatte 4`de geliyordu. Birazda heykelde zaman geçirdim evin kapısının önüne vardığımda saat 5 olmuştu. Apartmanın kapısı kapalı zil butonlarında da isim yazmıyordu. Kapıcıda yoktu. Sağa sola bakındım kimsecikler görünmüyordu. Herhangi bir zile basmak istemiyordum. Kapı önünde beklemekte yanlış anlaşıla bilirdi. Ne ise ki bekleyişim kısa sürdü. Elinde ekmek sepetiyle gelen bakkal çırağı birkaç zile birden bastı. Kapı açıldı çırak hızla ekmekleri dağıtmak için kapıdan içeri daldı. Bende arkasından içeri girdim. Zile bastım kapıyı dayım açtı geciktin dedi. Ben anca dayıcığım yürüyerek gidip geldim dedim. İçeri girdikten sonra lavabonun yolunu tuttum. Elimi yıkayıp döndüğümde yemek masasının üstünde tabaklar çatallar yerleştirilmiş ama servis yapılmıştı. Yengem yemekleri tabaklara özenle koydu. Ekmek sepeti yine ortada duruyordu. Çorba ardından zeytinyağlı bir yemek yiyip sofradan kalktık. Yengeme dayıma teşekkür ettim. O zaman sigara içiyordum. İzin istemeden bir sigara yaktım. Sanırım biraz şaşırmışlardı. Yengem evladım bu yaşta ciğerlerine yazık dedi. Kendilerinin içip içmediğini hatırlamıyorum. Sehpanın üze-rinde küllük olduğuna göre içen birileri vardı sanırım. Herkes ken-di işine bakıyordu. Bende getirdiğim defteri çıkardım. Çalışıyor gibi yapıyordum. Bir ara yengem meyve getirdi. Dayım gürün elmasına benzemez ama bunlarda güzeldir diye espri yapmaya çalıştı. Yengem bu espriyi duymazlıktan geldi. Ben evden ayrıldıktan sonra benimle ilgili bir şeyler konuşulmuş gibi geldi bana çünkü düne göre ortam soğuk ve gergindi. Ben yatağımın olduğu odaya geçerken Allah rahatlık versin dedim. Onlarda sana da deyip kendi odalarına çekildiler. Ertesi sabah erkenden uyandığım halde kalkmadım. Yatakta
Sağa sola dönerek zaman geçirmeye çalışıyordum. O ara dış kapının açıldı-ğını duydum. Yengem hoş geldin, yumurtada lazımdı söylemeyi unutmuşum diyordu. Kapı kapandı ses kesilmişti. Kalktım üstümü giyindim. Bir sigara yaktım. Odanın camını açtım. Kapı tıklandı dayım içeri geldi. Bana telinden haydar abinin oğlu Abdullah da Bursa’da eğitimde okuyor tanıyor musun dedi. Haydar abiyle Denizli’de beraber çalıştık Müfettiş çok iyi insanlar dedi. Tanımıyordum. Mesken tarafında ev tutmuşlar istersen bir görüş onunla dedi.
Meram anlaşılmış mesaj alınmıştı. Dünkü o ümitsiz iyimserliğin ham hayal olduğunu çabuk anlamıştım. Yengem kahvaltı hazır diye seslendi. İçeri geçtik. Oldukça zengin bir kahvaltı sofrası kurulmuştu. Ama o konuşmadan sonra benim kahvaltı yapmaya hiç niyetim yoktu. Bir çay içtim bir ikide zeytin aldıktan sonra teşekkür ettim. Ben bir an önce gidip Abdullah’ı bula-yım dedim. Yengem kahvaltını bitirseydin evladım dedi. Ben tekrar teşekkür ederim elinize sağlık deyip kalktım. Kendimi bir an önce dışarı atmak istiyordum. Defteri ve kabanı aldım. Aceleyle kabanı giyip defteri içine ko-yup fermuarı çektim. Allaha ısmarladık deyip ayrıldım. Merdivenin başına vardığımda kapı arkamdan kapanmıştı bile. Kapılardan ve sokaktan koşar-casına geçtim bir an önce otele gitmek istiyordum. Hacı Babanın önünden geçerken dün yapmadığımı bu gün yapmaya karar verdim. İçeri girip ilk masaya oturdum. Bir ezogelin söyledim. Dumanı üstünde tüten çorbayı ağ-zım yanarak içtim. Biraz kendime gelmiştim. Karnım doyunca sakin kafa ile düşünmeye başladım. Boşuna kızmış gücenmiştim. Bunun böyle olacağı zaten belliydi. Ayrıca bana yeni bir umut ışığı doğmuştu. Eğer anlaşa bilir-sek kendimize ait bir ev olacak üstelik yalnızlıktan kurtulmuş olacaktım. Kasaya çorbanın parasını ödedim. İçeri girerken ki karamsarlık gitmişti. Bir an önce Abdullah’ı bulmalıydım. Dayımdan adres bile almamıştım. Aklıma Fevzi ağbim geldi. O mutlaka biliyordur diye düşünüyordum. Yanılmamı-şım da. Benzinliğe vardığımda onu sobanın başında otururken buldum. Bu gün kuyruk yoktu anlaşılan. Selam verdim. Onun cevap vermesine meydan bile vermeden; sen Abdullah’ı tanıyor musun dedim. Şöyle bir yüzüme baktı. Haydar abinin oğlunu mu dedi. Ben evet dedim. Tanımam mı tabi tanıyorum. Türkçe bölümüne kaydolmuş. Meskende de ev tutmuş dedi. Okula kaydolduktan sonra bir sefer görüştük bir dahada görüşemedik valla dedi. Evin adresini biliyor musun dedim. Nerden biliyim gözünün yağını yediğim, âmâ sorar öğreniriz hele biraz sabret bakalım dedi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.