- 656 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
-BİR VEFATIN ANATOMİSİ-(1)
Bir dönemin öne çıkan eserlerinden biri de Filistin kökenli Amerikalı yazar ve filolog Edward Said’in “Oryantalizm” Adlı incelemesi olmalıdır. Toprağı bol olsun, Said bir dizi araştırmasıyla batı dünyasının özelde Ortadoğu genelde ise doğu kavramını algılaması, kendisi dışındaki dünyayı nasıl biçimlendirdiği üzerinde durmuş bulunmaktadır. Şüphesiz muhalif söylemleriyle tanınan Yahudi kökenli Amerikalı yazar Noam Chomsky ile birlikte ele alınıp değerlendirilmesinin gerektiğini düşünürüm.
Said’in Oryantalizmi, önceleri kilisenin misyoner yetiştirme ve dünyaya Hıristiyanlığı yayma siyasetini besleyen ve destekleyen bir çalışma sahası, sonraları ise gelişen batı emperyalizmine mühimmat sağlayan bir araştırma alanı şeklinde ele alıp değerlendirdiği söylenebilir. Hatta “sömürgeciliğin keşif kolu” Tanımlaması da manidardır.
Çağımızda batılı bir hükûmetin Arap-İsrail ilişkileri uzmanı ya da Amerikan yönetiminin Türk-Ermeni ilişkileri uzmanı deyişleri aklımıza gelebilir. Körfez savaşı döneminde Bush hükûmetinin Irak uzmanı Zalmay Halilzad’da hatırlanabilir. İşte bu uzmanlıkları besleyen bilgi ağının membaı Oryantalizm olmaktadır.
Ünlü araştırmacı Edward Said, Oryantalizm ya da bizdeki yaygın kullanımla Şarkiyatçılık veya doğu bilim’in batı dünyasında bir doğu imgesi oluşturup, bu algılamanın etkinleştirilerek geniş bir coğrafya üzerinde nasıl nüfuz sağlanabildiği ve tahakküm kurulabildiği üzerinde durmaktadır. Önemli ölçüde bilgi birikimi-güç ilişkisi bağlamında konuyu işlediğini söylemeliyiz.
Tam da bu noktada Şarkiyatçıların en ünlülerinden Louis Masignon’un “Onların her şeylerini tahrip ettik, felsefeleri, dinleri mahvoldu, artık hiçbir şeye inanmıyorlar, derin bir boşluğa düştüler. Anarşi ve intihar için olgun bir hale geldiler…” Şeklindeki tanımlaması da bir durum tespitini aşarak görev tamamlandı mesajı içerir mi varın siz değerlendirin.
Batı genellikle hâkimiyet arzusunu besleyen bir doğu kavramı geliştirmiştir. Mesela İngiliz şairi Rudyard Kipling’in; “Doğu Doğu’dur Batı’da Batı ve bu ikisi hiçbir zaman birleşmeyecektir.” Tanımlaması da mutlak, değişmez bir sınır çektiği iki ayrı dünyayı resmetmez mi? Cemil Meriç’in “Ortaçağ’da Avrupa doğu, Asya batıdır” Sözü ölçeğinde bir fotoğraf çekersek doğu ve batıyı yalnızca coğrafi düzlemde birbirine göre konumlandırdığımız kavramlar olarak almakta hatalı bir yaklaşımdır. Ya da batı kendi durduğu noktaya göre diyor ki, sen doğusun, ben de sana göre batıyım.
Peki, Oryantalistin samimisi olmaz mı? Oryantalizmin bize en sempatik gelen mensubu kuşkusuz Pierre Loti’dir. Dünyaca ünlü Fransız yazar şüphesiz doğuyu ve özelde de Osmanlıyı sever, beğenir. İstanbul ve Bursa’yı anlatırken samimi olduğuna şüphe yoktur. Ancak aydınımızı ikiye böldüğü de aşikârdır. Loti’nin doğu dünyasını acımayla karışık sevdiği de öne sürülmüştür. İstanbul’da ya da Bursa’da mezarlıklara ve ahşap evlere duyduğu ilgi her zaman sempati uyandırmaz. Nazım Hikmet’in “Hatta sen, sen Pierre Loti! Sarı muşamba derilerimizden birbirimize geçen tifüsün biti, senden daha yakındır bize, Fransız zabiti!” Demesini İstanbul’da bir kahvehaneye de adı verilen bir değerli yazara karşı ağır bir ifade olarak anlayabiliriz. Ne ki; Peyami Safa’nın "Pierre Loti’nin kaleminde bugün bazılarımızın hoşuna gitmeyen şey, onun Garp’ta Türkiye’yi müdafaa etmiş olmasından ziyade, Türkiye’de Şark’ı sevmiş olmasıdır" Demesi bizde ki Pierre Loti algılamalarının bıçak sırtı düzlemde ayrılmasının hangi manaya karşılık geldiğini de verebilir.
Oryantalizmin temelde batı dünyasının doğu algısını ortaya koymasına karşın, doğunun kendisini ve batıyı kavrayış biçimini de şekillendirdiği üzerinde önemle durmak gerekir. Hani derim ki, biz gibi ülkelerde gerek aydın kesimin hiçte aşağılık kompleksinden uzak olmayan modernist algısı gerekse gelenekçi halk kesimlerinin batıya karşı duydukları içe kapanık tepkilerde Oryantalizmin meydana getirdiği oluşumların izini sürmek her dem mümkündür.
Oryantalizm’in tersinin ise Occidentalizm ya da Garbiyatçılık olarak anıldığını söyleyebiliriz. Bu konuda karşımıza çıkan “düşmanlarının gözünde batı” Tanımlaması ilgi çekicidir. Peki, bu araştırma alanı tersine bir işleyişle birlikte doğunun batıya hâkimiyeti gibi bir netice verir mi? Hani, düşmanı silahıyla vurmak misali bir sonuç doğurur mu? Bu ister istemez doğunun ya da doğuyu oluşturan ülkelerin bunu mümkün kılacak ekonomik, politik, askeri ve psikolojik güce sahip olmalarına da bağlıdır. Yoksa salt batı bilimcilere sahip olmak meselesi olmadığını düşünüyorum. Kaldı ki, sistemi ilk işleten batı ise üstte de belirttiğim gibi doğunun batı algısına da damgasını vurmuş olmalıdır. Hani matematik ve mantık alanında karşımıza çıkan temel bir önerme “bir şeyin değilinin değili kendisidir” Misali Şarkiyatçılık, Garbiyatçılık derken bizleri bekleyen bir başka garabet midir acep?
L.T.
18 Kasım 2013’de vefat eden araştırmacı-yazar Aytunç ALTINDAL’a Allah’tan rahmet dilerim.
YORUMLAR
bu coğrafya kendini bildi bileli doğu-batı ayrımından kurtulamadı. ne doğu ve batıyı birleştirdiği iddia edilen iskender, ne kutsal roma'yı tokatlayan süleyman, ne de bir başkası bunu başaramamış.
ve sınırları bir bakıma Yaratıcı tarafından çizilmiş bu coğrafyalar zaman zaman birbirlerine üstünlük gösterdiler. şarkiyatçılık da batının üstün olduğu bir dönemde çıktı ve tüm zamanların en üstün seviyesindeler.
öyle ki şarkî memleketler kendi başlarına ayakta duramayacak, asla birbirleriyle barışamayacak, kaos asla bitmeyecek gibi bir görüntü sunuyorlar. lakin 500 yıl önce aynı durum garb için geçerliydi. tıpkı şu an şarkın durumu gibi herşey taklitten, hayranlıktan, kompleksten ibaretti. ancak tarih bize şunu öğretiyor ki, birinin diğerine olan üstünlüğü geçici.
yazının sonunda bahsettiğiniz şarkiyata karşı yapılacak bir garbiyat kavramı adı konulmasa da eskiden vardı, daha sonra da olacak. bu kavramlar her türlü gücü elinde bulunduran tarafın, diğerini bir kalıba sokma kavramı olarak süregelip süregidecek diye düşünüyorum.
elinize sağlık, saygılar.
levent taner
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Saygı ve selamlarımla...
levent taner
Saygı ve selamlarımla...
"...biz gibi ülkelerde gerek aydın kesimin hiçte aşağılık kompleksinden uzak olmayan modernist algısı..."
Yeni bir toplum ve devlet anlayışıyla girişilen inşaatın özünde bunun tersini hesapladığını anlamak zor olmasa da, eğitim sistemiyle sık sık oynamaların ve zamanında entelijansiyanın bu konuda gereksiz ve çarpık zıtlaşmalara boğulmasının buna neden olduğu bugün daha net anlaşılıyor...
Hâlâ Hristiyanlığın Müslümanlıktan daha 'evrensel' bir din olabileceği kuşkusu varsa, modernist aydınların bundaki rolü veya günahı küçümsenecek gibi değildir... Tabii ki yine eğitim sisteminin...
Bu kültürün başından kara bulut gibi eksik olmayan ve hurafelere boğulmuş bir algı biçimi, Müslümanlığın bilime ardına kadar açık kapılarının öylece kalmasına neden oldu...
Velhasılı, Batı, Şark'ta her zaman rahatlıkla at oynatacak mümbit bir toprak buldu... Şark'ta yapılan popülist siyaset buna göre şekillendirildi, hep çanak tutucu yapıldı...
Filistinli bir şairin şu dizelerini kaydetmenin yeridir:
"Yitik yaralı kuşun kanatlarında tüy bitmiyor,
nereden başlasam!..."
Üstadım, siz her zaman olduğu gibi üstün bir şekilde özetlemişsiniz meseleyi...
Benim naçiz yorumum da böyle...
Selam ve saygılarımla.
levent taner
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza selam olsun...
levent taner
Yüreğiniz solmasın dilerim
Saygı ve selamlarımla...