- 1848 Okunma
- 9 Yorum
- 2 Beğeni
LANETLİ SİĞİL
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sağ elinin yüzük parmağının boğumundaki siğile bakınca aklına Gülçin geldi. “Artık bu işe bir çare bulmak lazım!” dedi.
Sabah asansöre beraber binmişlerdi. Yedinci katın düğmesine basmıştı ki Gülçin, “Zahmet olmazsa altıya da basabilir misin?” demişti. Eli altı numaralı düğmeye gidince birden “ööe!” diye bir ses çıktığını duymuştu Gülçin’den. Yüzünü çevirdiğinde siğilli eline odaklanmış tiksinti ifadesi taşıyan Gülçin’in suratını görmüşü. Birden utanarak sağ elini büküp gizlemişti. Gülçin, iradesizce çıkarttığı sesin karşıda oluşturduğu utancın farkına varmıştı. Hatasını düzeltmek için yapmacık tavırlara gerek duymadan “Şey özür dilerim! Bilmiyorum böyle şeylere inanır mısın ama benim dedem sofudur, siğillere okuyunca bir-iki haftaya kalmaz siğiller yok oluyor. Bak, yüzümün şurasında kocaman bir siğil vardı, dedem okuduktan on gün sonra geçti.” demişti. Gülçin’in yüzüne hafifçe yaklaşıp alnını dikkatlice incelemişti. “Hayret, hiçbir iz yok!” diye düşündü. Sonra “Çok sağ ol, ama beni pek rahatsız etmiyor.” demişti.
Sonrasında asansörden taşıdığı utançla birlikte eve girdi. İçinden “Gülçin gibi şişman bir kız bile benden tiksinebiliyorsa bu siğilden kurtulmalıyım.” diyordu. “Aptal kız! Sanki elim bokluymuş gibi o kadar tiksinecek ne vardı ki bu siğilde?” Tekrar siğile bakınca aklına asansördeki sahne geldi. Vücudunda onca yer ve de onca parmak varken nedense bu çirkin ur yüzük parmağında çıkmıştı! Parmağın orta boğumunda ana-evlat ya da abi-kardeş denilebilecek birbirine dayanmış, tek parça gibi duran iki çıkıntı. Daha önce ilaç kullandığı halde bu inatçı parazit gitmemişti. Kendisini ileride nişanlanacak biri olarak düşününce “Bu parmağa nasıl yüzük takılacak!” diye bir sıkıntı beynini kemirmeye başladı. İnternete girip nedir, ne değildir diye araştırdı. “…iyi huylu deri kabartılarıdır.” diye bir ibareyi okuyunca biraz rahatladı. Dolaptaki limonata şişesini çıkarıp kafasına dikti. İçerken aklına bir şey geldi. Şişeye siğilli parmağını hızlıca sokup çıkardı. Çıkarması bayağı acı vermişti. Şişeyi masanın üstünden savurup küfürler etti. “ İyi huyluymuş!” diyerek tekrar “O beğenmediğim şişman kız bile benden tiksindi!” dedi. Geçenlerde “Annem gönderdi.” bahanesiyle ona iki kez akşam yemeği getirdiğini hatırladı. Kızın uzun bakışlarından hoşlanmadığı için “Keşke bir daha yemek getirmese!” diye ümit etmişti. Kızdan belki beş-altı yaş büyük olmasına ve otuz sekiz yaşına geldiği halde evlenememiş olmasına rağmen ona acımadan da edemiyordu. Böyle kızlar kusurluymuş ya da özürlüymüş gibi evde kalıyorlar. Gülçin de evlenememişti işte. Hâlbuki bir zayıflarsa yüz simetrisi öyle güzel oturacaktı ki çoğu güzel kızı bile kıskandırabilirdi. İyimser olarak bakılırsa zayıflarsa çok güzel olabilirdi. Onun bütün kusuru yüzü geçmiş kilolarıydı. Ama bunlar farazi şeyler tabii! Zayıflamak o kadar kolay değildi.
Gururunu kırıp karar vermesi bayağı zor olmuştu, ama iki gün sonra Gülçin’den kendisini dedesine götürmesi için ricada bulundu. “Şu an amcamlarda kalıyor.” demişti kız. “Dönüşümlü olarak bakıyoruz.” Aynı gün gitmişlerdi. Göğüs hizasında tuttuğu elinin siğil tarafını dedeye çevirmişti. Yaşlı adam tek tek arpa tanelerini alıyor, bir dua okuyup arpayı siğilin etrafından dolaştırıp Mustafa’nın parmağına üflüyor, okunmuş arpayı kenara bırakıp diğerine geçiyordu. İhtiyar, pütürlü siğile ağzını yaklaştırıp üflerken dudaklarının aldığı şekil memeye yaklaşan bir ağzı çağrıştırıyordu. Gülmemek için kendini zor tuttu. Nihayet okunmuş yedi tane arpa kenardaydı. İhtiyar “Evladım, bunları al, çürümesi için nemli bir yere at! Mesela tuvalete atabilirsin. Bu arpalar çürüdüğü zaman senin de siğilin yok olacak!” demişti. Eve dönüp hocanın dediğini aynen yapıp arpaları klozete atmış, arpaların girdapta kayboluşunu izlemişti.
Her gece parmağındaki siğil küçülmüş mü diye kontrol ediyor, küçülmediğini görünce “Demek daha çürümediler!” diyerek kendine daha beklemesi gerektiğini telkin ediyordu. Bir sabah göğsünün sağ kısmının kaşıntısıyla uyandı. Uykulu gözlerle elini göğsüne attı. Kaşınırken bir gariplik hissetti. Fanilasının üstünden eliyle göğsünü yokladı, sanki sağ memesinin çıkıntısı yoktu. Tişörtünü, atletini çıkarıp bir daha yokladı. Allah Allah, yoktu! Banyoya koştu, ışığı açıp aynanın karşısına geçip göğsünün sağ kısmını inceledi, meme ucu görünmüyordu. Sanki daha önce orada bir şey yokmuş gibi pürüzsüzdü. Meme ucunun etrafındaki koyu renkli daire bile yok olmuştu. Vücudu bir anda buz kesti. Böyle bir şey mümkün olabilir miydi? Yüzünü yıkadıktan sonra aynaya yaklaşıp orta parmağıyla kıllarının arasında bir çıkıntı aradı. Nafile, geniş bir ağaç kesildikten sonra ormanın ortasında bıraktığı boşluk gibi kılsız bir alandan başka bir şey yoktu. Bu saçmalıktan başka bir şey değildi. Bu durumu kime anlatabilirdi ki? Yüzük parmağındaki siğilden şimdi on kat daha nefret ediyordu. Bu durum, şüphesiz o urun intikamıydı. “Lanet olası şey! Hani iyi huyluydun, ne yapmaya çalışıyorsun? Sen asalak bir şeyden başa bir şey değilsin. Niye o kadar sorun çıkartıyorsun?” diyerek konuştuğu şeyin işiten bir varlık olmadığı aklına gelince sustu. Ne yapması gerektiğini düşünmeye başladı. O hoca bozuntusu meme ucu getiren bir dua bilmezdi elbet. Böyle doğaüstü güçler neden cahil insanlara veriliyordu ki! Bir doktora bu yeti verilseydi belki çözüm yolu bulabilirdi. Çözüm denince aklına gelen ilk düşünce bu konu hastanenin hangi bölümüyle ilgili olduğu sorusuydu. Göğüs olamazdı, meme uçlarıyla kadın doğum ilgilenirdi; ama işin saçma tarafı bir kadın değildi. Belki cildiye olurdu! Ama cildiye doktoruna gitse doktor onu muhtemelen psikiyatriye yönlendirirdi. Bir psikiyatra “Hoca okuduktan sonra meme ucum kayboldu.” deseydiniz kesin şizofreni teşhisi alırdınız. Belki de tıp dilinde daha önce rastlanmayan bir sendrom olarak literatüre sokarlardı. Sonu “os” la biten Latince bir isim uydururlardı belki. Acaba memenin Latincedeki ismi neydi? Belki de bu sendroma onu keşfeden psikiyatristin ismi bile verilirdi. Normal şartlar altında ona komik gelen bu düşüncelere şimdi gülemiyor, aksine sinir oluyordu. İhtiyar sofuya ve Gülçin’e bir daha küfretti. Belki de şansını denemeliydi. Ama ihtiyarın şu an nerede kaldığını bilmiyordu. Tek çaresi Gülçin’den yardım istemekti.
Sabah, saat yedi civarı giriş katında Gülçin’i asansörün yanında bekledi. Bu saatlerde evden ayrıldığını biliyordu. Beklerken dar koridorda volta atıp durumu Gülçin’e durumu hangi kelimelerle açıklayacağının planını yapmaya çalıştı. Birden “ Hayrola Mustafa, seni çok telaşlı gördüm?” diyerek biri arkadan seslendi. Bu, binanın giriş katında oturan Evren Hoca’nın sesiydi. Kendisi üniversitenin Fizik bölümünde doçentti. Okuduğu dönemlerde bir ara Mustafa’nın da derslerine girmişti. Mustafa şimdi adama ne cevap vereceğini düşünüyordu. “A, Merhaba hocam! Bir şey düşünüyordum. Önemli bir şey değil! ” Evren Hoca, “ Yüzündeki ifade bana büyük sıkıntın olduğunu söylüyor. Seni severim bilirsin. Bir sorunun varsa elimden gelen yardımı da yapacağımı da bilirsin!” deyip Mustafa’dan gerçekçi bir cevap bekledi. Mustafa “Şey hocam… Bu çok kişisel bir durum!” Demesi okulda inatçılığıyla tanınan Evren Hoca’yı ikna edememiş, Mustafa’yı meselesini anlatmak için evine davet etmişti.
Hocaya bu gün aniden uyandığında oluşan değişikliği anlatmıştı. Sonra göğsünü de açıp eksik uzvunu da gösterdi. Evren Hoca şaşkın bir şekilde bakıp kendi kendine bir şeyler mırıldandı. Sonra “ Hayret verici bir durum!” demişti. “Köpek ısırsaydı ya da yoldan geçerken duvardan sarkan bir inşaat demirine çarpıp koparsaydın makul olurdu. Yapabileceğim tek açıklama –nasıl desem- evrim işliyor Mustafa! Erkeklerde hiçbir işlevi olmayan meme olması evrimin yarıda kaldığını gösterir. Evrim geçiriyor olabilirsin! Evrimde bir kural var: Kullanılmayan bir organ zamanla körelir, en son yok olur. Değişimler ise yeni bir form oluşturur. Sen, işte o ara formlardan birisisin. Homo Sapiens’in aldığı son form sensin. Şüphesiz başka değişiklikler de olacak! Belki diğer meme de yok olacak, ne olacağını kimse tam kestiremez. Tekrar söylemeliyim, evrimden başka bir açıklama kalmıyor. Belki yakında Kambriyen patlamasında olduğu gibi hızlı bir değişim olur, biz de evrimleşiriz. Erkekler meme kanseri konusunda yüzde doksan dokuz değil, yüzde yüz şanslı olacak Mustafa! Çok dert etme bence! Bu bile olumlu bakmak için bir neden!” demişti.
Gülçin’i kaçırmıştı. İş yerinden izin alıp tekrar eve çıkmaya karar verdi. Yatağa uzanıp dinlenmesi onu biraz rahatlatacaktı. Tüm gün ve gece boyunca kaybolan organı hakkında düşündü. İşlevsiz de olsa bir şekli olduğu için meme ucu görmezlikten gelinemezdi. Şüphesiz başka değişiklikler de olacak, demişti evrimci hoca. Dindar bir ailede yetişmiş biri olarak tabii ki evrime inanmıyordu. Fakat hocanın kullandığı ifadeler kafasında birçok soru işareti bırakmıştı. Ona bir hoca bozuntusunun pis bir işi olduğunu söylememişti ki. Çıplak bir halde salondaki boy aynasının karşısına geçti. Daha dün olsa bile artık eskiden demeliydi. Eskiden göbek deliği ve iki meme ucu ne güzel bir üçgendi. Şimdi ise eğik bir terazi gibi rahatsız edici bir manzara ile karşı karşıyaydı. O olacak başka değişimler diğer meme ucuyla ilgili olabilirdi. Ama değişimler hep kestirmesi zor seçenekleri seçerlerdi. “Kullanılmayan organ körelir.” demişti Evren Hoca. Bu sözü düşününce sırtına bir kırbaç darbesi iniyormuş gibi oldu. Hayır bunu düşünmemeliydi. En iyisi şimdilik beklemek, dedi. Bir bekâr olarak bu “Kullanılmayan organ” ifadesini kafasından çıkarmalıydı. Unutmak için yatağa uzanıp uyumaya karar verdi.
“ İstiklal Caddesi’nde Salim ile birlikte yürüyordu. Salim onun solunda sigara tüttürüyordu. Bir elini sağ göğsüne koymuş kalabalığı yarmaya çalışıyordu. Salim, birden kız arkadaşına rastlayıp “Hadi bana müsaade!” deyip kaybolmuştu. Şimdi Mustafa korunmasız kalmış gibiydi ve nereye gideceğini unutmuştu. Sağından ve solundan sarışın, esmer, kumral, alaca saçlı birçok kız ona bakıp fısıldaşarak geçiyor ama ona çarpan da olmuyordu. Birden yağmur bastırmış, yerlerde göletler olmuştu. Göletlerin üstünden atlama gereği duymadan ağır ağır sulara basıp yürürken insanların kaybolduğunu fark etti. Çok üşüdüğü için çişi gelmişti. Etrafına bakınırken hiçbir dükkân olmayan dar bir sokakta olduğunu fark etti. Hiç kimseler yoktu. Fermuarını çözmeye çalışarak duvar dibine yanaştı. Bir gariplik vardı sanki. Eğilince ellerinin derisini kaplamış irili ufaklı birçok siğili gördü. Korkuyla yüzünü yokladı. Yüzünün neredeyse hepsinde pürüzler vardı. Korkudan şimdi daha çok çişi geliyordu. Fermuarını zorlayarak açtı. Rahatlamaya çalıştı. Bir türlü işeyemiyordu. Kendini zorladı ama olmuyordu.”
Gece yarısı, vücudunu titreten soğuk terlerle uyandı. Ayağa kalkıp ışığı yaktı, ellerini yüzünü kontrol etti. İkna olmak için aynanın karşısına geçip yüzüne baktı. “Çok şükür!” diyerek rahatlamaya çalıştı. Birden rüyada işeyemediği aklına geldi. “Kullanılmayan organ” ifadesi, sanki ısrarla kendisi hakkında konuşmak istiyordu. Banyoya koşup klozete oturdu, işeyince biraz rahatladı. Birinci işlev tamamdı. Müstehcen şeyler düşünmeye çalıştı, bildiği bütün yöntemleri kullandığı halde cinsel bir hareketlilik yoktu. Ağlamamak için kendini zor tuttu. “Psikolojim bozuldu herhalde, sabah ola hayrola! ” diyerek kendi kendisini teselli etmeye çalışarak uyumaya çalıştı.
Sabah, apartmanın girişinde Gülçin’le karşılaştı.
“Günaydın!”
“Günaydın Mustafa! Siğil gitmedi mi daha?”
“ Henüz gitmedi. Gidip gitmemesini de artık kafama takmıyorum.”
“ Öyle deme! Gitse fena mı olur?”
“ Öyle, ama daha mühim şeyler var. Neyse sen nereye gidiyorsun?”
“ Etiler’de çalışıyorum.”
“ Öyle mi? Ben de orada çalışıyorum. İstersen beraber gidelim!”
“ Tabii ki! Fakat, ben metrobüs durağına kadar yürüyorum. Biliyorsun spor yapmam lazım. Diyetisyenim bir program yaptı, bir haftadır hiç aksatmıyorum.”
“ Benim için de iyi olur. Şey, umarım başarırsın!”
“ Emin ol, başaracağım!”
Yahya OĞUZ
YORUMLAR
Yazıyı sonuna kadar okudum..Ki genelde çoğu yazıyı daha ortasına gelmeden bırakıyorum:)
Yorumlara da baktım:) Ama ben bu yazıda gülünecek bir şey bulamadım nedense:) İnsan psikolojisinin en güzel örneklerinden birini vermişsiniz.. Bizler yüzümüzde sivilce dahi çıksa bunu olay haline getirecek varlıklarınız .Ama daha başka dertler olunca unutur gideriz.. Beğendim yazınızı gerçekten.Günü hak etmiş.
Yahya Oğuz
Kaleminizi takip ediyorum. Okur diline yakışan bir diliniz var.
Yazılarınızı istediğiniz şekle sokabilme özelliği ise en güzeli. Bu nedir derseniz: Okur öykünün sonuna kadar merakla acabalar içinde bekliyor.
Tıpkı uzun metrajlı bir dizi film gibi... Fakat hiç beklenmedik anda okura öyle bir çelme takıyorsunuz ki.
İşte orası okurun yüzündeki şok. Suratları görmek isterim.
Kalem çok iyi. Tebriklerimle.
Yahya Oğuz
Harikaydı. Yüzümde gülücükler bıraktı.
Bu arada benim rahmetli annem biz çocukken, incir sütünü siillerin üzerine döküp ovuşturarak, yaptığı bir takım dualar ile geçirdiğini hatırlıyorum. Dediğine göre kendisine babasından el geçmiş.
Ama ilerleyen yaşlarında ne olduysa gücü yitirdi, bitti...
Yakıştı kurdele...
Sevgiler,
Yahya Oğuz
Gülmekten bayılacaktım. Kaleminize sağlık. Ufacık bir siğilden böyle güzel bir öykü yazma herkesin işi değil. Tebrikler.
Yahya Oğuz
Yer yer merak yer yer kahkahalarla okudum yazıyı.
Siğil deyip geçsek de ne sıkıntılara soktu kahramanımızı, onun yerinde olmak istemezdim :-)
Benim de bir siğil hikayem var bu ilham ile yazsam mı ne :-)
Tebrik ederim Yahya Bey, öykünün kurgusu ve bağlantıları çok güzeldi.
Ama bu şekilde bitmemeli evrimi merak etmeye başladim bile :-)
Yahya Oğuz
her ne kadar Mustafa'ya kabus yaşatsa da beni güldürdü bu ruh hali. konuların birbirine bağlanma şekli ve hikaye örgüsü çok güzel olmuş. sanki devamı gelecek gibi bitmiş ama sanırım Mustafa Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmayayım diye konuyu kapattı. elinize sağlık. selamlar , saygılar.
Yahya Oğuz
şiirleriniz kadar öykü diliniz de güzel. konu bulmak ve bunu ilgi cekici bir şekilde kurgulamakta sıkıntı cekmediğiniz ortada. devamı var mı bilmiyorum ama enteresan bir biçimde soru işaretleriyle bitti öykü. Mustafa'yı aklımızda bırakırken irdelenecek şeyler bıraktı belleğimizde.
kutlarım Yahya Bey.