- 884 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ON ÜÇÜNCÜ CUMA
Hüznü rahvan, dengi kayıp ve mecali yitik o kayıp şehrin muğlâk tınısına hapsolmuş gölgeleri hükümlü ve yükümlü kılan devrik bir tümce kadar tahakkümperver bir yalıtılmışlığa niyaz edercesine gömüt bildiği bir izbe kadar tedirgin ve kırık bir sesti, ötelenmenin de ötesinde, kılıf geçirmiş bir mağlubiyete tav olmuşçasına.
Yeniden var olmak belki de yoksunluğunun devriyesine eşlik eden hicap yüklü bir yakarışa teslim olmuştu. Bu yüzden miydi de öfkesi bu sebepten dolayı mıydı tüm inkârı hele ki hicazı belki de korunaklı dünyasını uzak kıldığı.
İkbal bildiği bir marifetmişçesine gölgelerden muzdarip.
Kıyamında o asil duruş ve gıyabındaki üç beş serzeniş.
Gömülü hazinesine sahip çıkmaksa, düşen payına düşe kalka yürüyordu, terk edilmişliğin sancısına saplanıp kadar sakil olsa da bedeni ve korunaksız ruhu.
Günlerden gün eylemişti ve hüznü kıble bilmişti bir o kadar uzağındaydı kayıp mazisini töhmet altında bırakırlarken.
Nereden gelip de ulaşmıştı bu bilinmezliğe ve neydi derdiydi de bu denli üzünce mal veren o ruh devinimi miydi esirgediği hayatın?
Gölgelenmek ya da ne çok çelme belki de yeniden doğmanın an ve zaman meselesi olduğu o buğulu ebemkuşağı.
İlk kez rast gelmişti tüm tüketilmişliğine nazire eden o serzenişi de duymazdan gelmişti. Rütbesiz bir düş ertesi, düşmüştü yolu ve tüketilmişliğin hezimete uğrattığı o savsata ile muhatap kılınmıştı.
Bir kerelikten ne olur, demişti demesine lakin pek de hoş karşılanmamıştı ne de olsa yalnız ve gençten bir kadındı bir o kadar güzel ve endamlı. Gelin görün ki kimsecikler tenezzül dahi etmiyordu bunca şeceresini yok sayıp sadece cinsiyeti ile ön planda tutuyorlardı. Sonunda pes edecek ve o da gidecekti öncekiler gibi.
Şunun şurasında iki ay bile olmamıştı, o terk edilmiş eve sahiplenip üstüne üstük bir yıllık kirasını bir anda ev sahibinin eline sayarken. Garantiye almıştı bir kez ilk ikametgâhını ne de olsa burayı dayayıp döşeyecek ve bir peri masalına konuk olacaktı aklı sıra.
Bir rehavete göre çok zengindi. Bir diğer söylentiye göre ise terk edilmişti ailesi tarafından. Ve son bir kehanete ev sahipliği yaptı kasaba halkı: o bir suçluydu ve adaletten kaçıyordu.
Derken hükmettiler ve etraflıca girdikleri o söz düellosunda, genç kadına tek şans dahi vermezken siper ettiler gölgelerini korunmaksa, işte koruyorlardı kasabalarının namusunu.
Farkındalığında olsa da olmasa da kendinden emin ve vakur bir duruş sergilemekteydi bayan bilinmez. Sırra kadem basan kim varsa işte arz-ı endam etmişti.
Derli toplu olduğu gözden kaçmıyordu ve nihayetinde evin girişine kocaman bir tabela astı: kadım doğum uzmanı Nevbahar T.
Gerçekten de merak konusu olmuştu hem de ilk günden beri. Lakin ne gelen vardı ne de giden. Tabela olduğu gibi duruyordu üstelik kasabanın kıdemli doktoru fazlaca ses ediyordu bir yandan ileri geri konuşup detaylı bir şekilde aleyhinde propaganda yapıyordu genç kadının.
‘’Ne idüğü belirsiz bir kadına mı teslim edeceksiniz sağlığınızı. Neyin nesi de kendini taşra doktoru ilan etti.’’
Kısaca kadın ilk gün itibariyle töhmet altında kalmıştı.
Bir ay gibi bir süre geçmiş olsa da kapısını çalan yoktu. Bu da yetmezmiş gibi dedikodular ayyuka çıkmıştı:
‘’Kız Nihal, duydun mu bizim Eşref efendinin gelinini kürtaj yapmış. Olacak iş mi? Günah hem de nasıl…’’
Konudan haberdar olur olmaz kasaba halkı gecenin bir vakti dayandılar genç doktorun kapısına.
‘’Sen nasıl cüret edersin mendebur kadın. Bilmez misin günahtır yaptığın hem de yasalara aykırı.’’
İlk kez bu kadar isyankâr ve öfkeliydi kadın. Ve çıkmıştı pencereye:
‘’Yaptığım tıbbi müdahalenin hesabını size mi vereceğim? Yine de söyleyeyim: Bebek rahimde ölmüştü ve az daha zehirleyecekti annesini.’’
Olayın daha fazla büyümesini, olay mahalline gelen jandarma önlemişti.
Olayın üzerinden bir hafta geçmemişti ki; kasaba yeni bir olayla çalkalandı. Kasabanın doktoru Muhlis Bey her nasılsa doğumda yaptığı yanlış bir müdahale ile bebeğin ve annenin ölümüne sebebiyet vermişti. Ve yapılan şikâyet üzerine meslekten men edildi üstelik hiç beklenmedik bir şekilde. Şaşırtıcıydı doğrusu ne de olsa on yıldan fazla süredir kasabanın bilfiil doktoruydu.
Olay kaygan bir zeminde tartışılırken, kasaba halkı mecburen Nevbahar’ın muayenehanesinin yolunu tuttular.
İlk randevuyu bizzat kaymakamın karısı almıştı. Sözüm ona deneyecekti ve varsa bir hatası sürdürecekti genç kadını.
Randevusuna sadık doktor çekti sandalyesini tam karşısına kadının ve başladı söze:
‘’Evet, dinliyorum sizi. Bu arada kaç zamandır demir eksikliği çekiyorsunuz?’’
Hasta kadın şaşkın bir ifade ile baktı doktorun gözlerinin en içine:
‘’Nasıl buna kanaat getirdiniz doktor hanım? Hem daha ben size şikâyetimi bile söylemedim ki.’’
‘’Menopoza gireli sanırım fazla olmadı ne de olsa kütüğünüze göre oldukça makul bir tarih. Ya, kaç düşük yaptınız da bu kadar yıprattınız vücudunuzu? Şöyle geçin lütfen, etraflıca sizi muayene edeyim tabii ki mecbur değilsiniz. Ne de olsa geliş amacınızı biliyorum.’’
Kadın o kadar şaşkın ve mahcup düşmüştü ki.
‘’Hayır, hayır, tahmin ettiğiniz gibi değil. Bir şey soracağım, izin verirseniz: sahi kansızlığım mı bunca mecalsizliğimin altında yatan neden? İyi de ben senelerdir kontrol altındayım da nasıl oldu da bunu fark edemedi?’’
‘’Bu, beni ilgilendirmez. Tek önem arz eden hastalarımın sağlığıdır. Söyleyeceğiniz başka bir şey yoksa ben diğer hastamla ilgileneyim. Doğum başlamış ve acilen çıkmalıyım.’’
Şanı yürümüştü bir kez Nevbahar’ın hele ki zorlu iki doğumdan alnının akıyla çıkıp kasabanın gözdesi olunca. Yine de tedirgindi her yeni gün olası zorluklarının hesabını yapıp.
Günler yetmez olmuştu hele ki komşu köylerden gelen hastalarını da hesaba katınca oldukça artmıştı iş yükü. Muğlâk ne varsa bir bir aydınlığa kavuşuyordu ve git gide kasabanın rehaveti kaybolmuştu. Artık emin ellerde olduklarına kanaat getirmişlerdi. Bu genç yaşında bu kadar başarılı bir doktor pek de alıştıkları bir şey değildi.
Zaman devindikçe ve rüzgâr estikçe eksiği gediği ne varsa kasabanın, bir bir kayda geçirdi genç doktor. Kaymakam ve ailesi ile sıkı bir dostluğu vardı artık hele ki kaymakamın karısının o mahcubiyeti kolay kolay geçmemişti.
Önyargılar yerini ılık melteme bıraktıkça hoşnut kim varsa karşılıklı olarak güzel bir dostluğun temeli kolay olmasa da kurulmuştu bir kez ta ki…
Nevbahar kasabaya geleli tam bir yılı doldurmuştu. Ve bir sabah uyandıklarında kasaba halkı, kiraladığı ve muayenehane olarak kullandığı evi terk edilmiş buldular. Genç kadın geldiği gibi gitmişti üstelik kimselere haber dahi vermeden.
Kasaba bırakın doktorsuz kalmayı melek kalpli bir dostu kayıp vermenin üzüntüsüyle karalara büründü. Ve kaymakam girdi devreye:
‘’Onu bulacağım. Evet, bir şekilde detaylı araştırmayı yapıp tekrar onu geri getireceğim.’’
Ve gerekli talimatı verdi personeline. Kadının kaydı kuydu ne ise etraflıca analiz edilecek en kötü ihtimalle mobeselerin de yardımıyla konakladığı yerler ile ilgili iz sürülecekti.
Bir iki gün içerisinde tez elden haber ulaştı kaymakamlığa üstelik komşu kasabadan. Kadın en son mezarlığın yanında görülmüştü daha doğrusu arabası mezarlığın yanına park edilmişti. Ve gerekli kamera kayıtlarına ulaşıldı. Görünen oydu ki arabanın plakası bire bir tutuyordu kadınınkiyle.
Topu topu üç beş saatlik bir yoldu kat edilmesi gereken ve kaymakam makam arabasının direksiyonuna bizzat geçerek tuttu yolu. Sabaha karşı ulaşacaktı ve kadını kolundan tuttuğu gibi getirecekti ne de olsa arabası hala park halindeydi.
Sabaha karşı vardı adam ve gördüğü üzere, kadının arabası hala mezarlığın yanında boş olarak duruyordu.
Lakin kimseler kadını görmemişti ta ki mezarlık bekçisi olaya müdahil olana kadar.
‘’Dayı, bize yardımın lazım.’’
Lakin adam o kadar yaşlıydı ki ve kulakları da bir o kadar ağır işitiyordu.
‘’Evladım, ben pek sık gelmiyorum mezarlığa: haftadan haftaya. Söyle hadi, nedir derdin?’’
‘’Bu kadını gördün mü dayı? Duyduğuma göre arabasını park ettiği gün sen de kameraya takılmışsın.’’
‘’Hele göster oğul.’’
‘’Al, dayı ve iyi bak resme. Bu kadın bizim için çok önemli ve tekrar geri dönmesini istiyoruz. Anlayacağın, bize yardımın lazım.’’
‘’Allah, Allah. Tövbe oğul. Olacak iş mi bu?’’
‘’Ne oldu ki?’’
‘’Bu kadını çok iyi tanıyorum ben hem de çok iyi. Adı, adı da… Çıkaramadım şimdi. Tam da dilimin ucunda.’’
‘’Nevbahar olmasın dayı?’’
‘’Tabii ya Nevbahar. Buranın eşrafından Mahmut beyin kızı. Ah, yavrucak ah. Ne de güzel ne de yardımseverdi. Herkes onu nasıl da severdi.’’
‘’Bak, söyledin de ne iyi yaptın dayı. Hadi, söyle nasıl buluruz onu? O melek kalpli kadını bir an evvel bulup geri götürmeliyiz. Ee, dayı hadi, ne duruyorsun?’’
‘’Oğul, sen şaşırdın mı? Ya da dalga mı geçiyorsun benimle? O elim kaza ah, o elim kaza…’’
‘’Ne kazası dayı. Aha, arabası burada. Ne kazasından bahsediyorsun sen? Hadi geveleme de çıkar baklayı ağzından.’’
‘’Nevbahar hanım o kazadan sağ çıkmadı ki…’’
‘’Nasıl yani?’’
‘’Nevbahar hanım gebeydi ve doğum başlamıştı üstelik ikizdi bebekleri lakin…’’
‘’Lakin ne?’’
‘’Araba uçuruma yuvarlandı. Ailecek öldüler kazada. Nevbahar hanım da bebeleri de kocası da sağ çıkmadılar bu kazadan. Şimdi gelmiş ne diyorsunuz bana. Bu ne biçim şaka. Hem günah da.’’
‘’Ne zaman oldu bu kaza dayı?’’
‘’On yıl evvel ayın on üçünde ve Cuma günü.’’
‘’Ne yani bu kadın, o kadın mı?’’
‘’Nevbahar hanımın cesedi de bulunamadı lakin kazada alev alev yandılar.’’
‘’Ya, bizim tanıdığımız genç doktor kimdi?’’
‘’Tövbe, tövbe. Sahi ayın kaçı bu gün?’’
‘’Kasımın on üçü ve günlerden Cuma.’’
YORUMLAR
Güzel bir hikaye.
Sonu da güzel bağlanmış.
Ancak, arabanın sırrını çözemedik.
Sağ galiba doktor hanım.
Gülüm Çamlısoy
Hayır, doktor kazada hayatını kaybetmişti. İronik bir hikaye olarak kurgulamıştım bu bağlamda öldükten sonra bilfiil doktorluk yaptı geldiği kasabada ve kazada bebekleriyle öldüğü için, yeniden yeni bir bedende hayat bulduğu süre zarfında pek çok insana ve bebeğe iyilik yaptı doktor kimliği ile.
Teşekkür ederim.
Saygılarımla...
Gülüm Çamlısoy
Var olun.
Sevgi ve selamlarımla...
Bloody Marry efsanesi geldi aklıma da...ayrıca bugün aynalara bakmamak gerektiği ve yolculuğa çıkmamak gerektiği... Korktum cidden... Ayrıca 13.cuma diye bir kitapta geldi aklıma batıl inançları olan ve bunu kullanan bir borsacıya ait...Hz İsa da sanırım bir cuma günü çarmıha gerilmişti...
Sanırım tarihte yaşanan ve gruplanan bir çok önemli şey 12 li rakamlardan geçiyor ve 13 te uğursuz kabul ediliyor bu yüzden.bir de sofraya 13 kişi oturmamaya dikkat etmeli biri muhakkak ölür deniyor...
Bakın yazınız neler neler çağrıştırdı ki kurgusu ve bugüne denk gelmiş olması sizin büyük ayrıcalığınız bizim için.
Teşekkürler ve
Sevgiler Gülüm Hanım
Gülüm Çamlısoy
Sevgili İpek hanım, asıl ben teşekkür ederim. Var olun.
Her günün ayrı güzelliği var bu bağlamda neticede bir şehir efsanesi aslında bu söylem. Ne de olsa kurgular gerçek hayatın bir uzantısı yine hayal dünyamızın bir yansıması.
Sizi görmek ne güzel.
Gününüz ve ömrünüz aydınlık geçsin.
Sevgilerimle yürek dolusu...