KİTAPLIK...****
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Üniversite okumuş, bir kamu kuruluşunda yöneticilik yapmış biriyim. Haftada ortalama iki kitap okurum. Artı, bilgisayarda üyesi olduğum edebiyat sitelerinde hergün ortalama on, on beş şiir ve öykü okurum. Üstünkörü bir hesap çıkartmış olsak, bu yılda yüz kitaba, beş bin şiir ve öyküye tekabül eder. Kendim de naçizane öyküler ve şiirler yazan biriyim. Bunları geri zekâlı olan birisi yapamaz, değil mi?
Memur maaşıyla geçinebilmek zor zanaattır. Memuriyetimin son yıllarında bir memur maaşıyla üniversitede üç çocuk okutup aç kalmamaya çalışıyordum. Üç çocuğum da burssuz, memur çocuğusunuz diyerek üçüne de burs verilmemişdi. Her ihtiyacımızı borca girmeden görmek için mücadele ediyordum, zira yakamı bir de borca kaptırırsam işin içinden çıkamayacağımın bilincindeydim. Bu sebeple herkesin cebinde üçer beşer tane bulunan kredi kartlarından bile hiç edinmemiştim.
Okuduğum kitapları genelde yarı fiyatına kitap satan sahaflardan temin ediyordum. Kendim için yaptığım tek masraf... Kitaplarımın mukavva kutularda epeyi biriktiği bir dönemde, onları bir kitaplığa dizmek hevesine kapıldım. Paramızdan altı sıfırın henüz atılmadığı günlerdi. Cebimde elli milyon lira param vardı, parama uygun ucuz bir kitaplık satın alabilirdim. Mobilyacılar çarşısına gittiğimle, ayrıldığım bir oldu, zira yüz elli milyon liradan daha ucuz bir kitaplık yoktu. Aklıma aradığım kitaplığı bitpazarından bulabileceğim gelince oranın yolunu tuttum.
Bitbazarında, yol kenarındaki "Eski eşya Alınır-Satılır" dükkanlarında sergilenen eski eşyalara baka baka dolanmaya başladım. Eski eşyalarını satmaya getirenler, eski eşya satın almaya gelenler; yol epeyi kalabalıktı. Elektronik eşya satan, elektrikli cihazlar satan, elbise satan, ev eşyası satan bir sürü dükkan yan yana sıralıydı. Her eski eşya satan dükkana girip ikinci el bir kitaplık sorarak ilerliyordum. Ya yoktu, ya da var olanlar aradığım özelliklerde veya fiyatta değildi.
Yol kenarında eski kitap ve dergilerin sergilendiği bir tezgahın başında toplanmış birkaç öğrenci görünce gidip bakmak için heveslendiysem de, paramı sarf etmemem gerektiğine, önce kitaplık işini halletmem gerektiğine karar verip gitmedim. Oradan tam geçip gidiyordum ki, yanımdan geçen eski eşyalar yüklü bir at arabası dikkatimi çekti. Arabanın üstündeki eşyalara bir göz attığımda araya sıkıştırılmış kitaplığı gördüm. Tam istediğim gibiydi. Hemen arabanın ardından koşmaya başladım.
At arabasını kullanan adama ulaştığımda, ona, "Dayı! Dur hele!" diye seslendim.
Durmadı. Terslenerek, "ne istiyorsun?" diye karşılık verdi.
Araba hızında koşmaya gayret ederken, nefes nefese kalmıştım. "Arabadaki şu kitaplık... Onu bana satmanı isteyecektim."
"Elalemin malı satılır mıymış, töbe töbe..." diye söylenen arabacı, arabayı çeken beygiri kırbaçlayarak hızlandırdı. "Deh!..."
Koşu hızımı mecburen ben de arttırdım. Tık nefes, "satmak için getirmedin mi onları?" diye seslendim.
Adam, arabanın peşinden koşup duran bir salağa baktığını belli eden bir tavırla, "eşyalar te ilerde Evkur var, onun. Alacaksan oradan alırsın," dedi.
Tam da nefesimin tükendiği andı. "Öyle desen ya dayı!" diye söylenerek koşmayı bıraktım. Biraz duralayıp nefesimi toparladıktan sonra Evkur yazılı bir tabela bulmak için bakına bakına yürümeyi sürdürdüm.
Aradığım tabelayı yolun sonunda buldum. Ben varana kadar at arabasındaki eşyalar dükkanın önündeki kaldırıma indirilmiş ve araba gitmişti. İçeri geçtiğimde kırk yaşlarındaki dükkan sahibiyle karşılaştım.
"Selamün aleyküm!"
"Ve aleyküm selam!"
Ona, "Kaldırımdaki şu kitaplığa bakmıştım," diyerek dışarıdaki kitaplığı işaret ettim.
Gösterdiğim yere bakmadı bile; "dışardaki eşyaların fiyatlarını henüz tespit etmedik, satılık değiller," dedi.
"Hay Allah! Çok da beğenmiştim."
"Aynısından depoda çok var," diyerek dükkanın arka kısmına açılan bir kapıyı gösterdi. "Bir bakın isterseniz."
"Bakayım..."
Ben bakayım, dediğim an adam "Ali!" diye bağırarak içerden birisini çağırdı. Arka taraftaki kapı açılıp da Ali ortaya çıkınca da ona, "arkadaşa depodaki kitaplıkları göster!" diye emretti.
"Gel, bakalım abi," diyen Ali’nin peşine takılıp depoya girdim. Depo denilen yer yüzlerce eşyanın istiflendiği devasa bir hangardı.
Kitaplıkların olduğu bölüme vardığımızda şaşırmadan edemedim. En az yirmi adet kitaplığın her biri bir birinden güzel görünüyordu. Dışardaki kitaplık bunları gördükten sonra gözümden düşüverdi. Albenisi biraz daha fazlaca görünen bir kitaplığın başında dikilip Ali’ye, "kaça bu?" diye sordum.
Ali, "kırk milyon abi," deyince cebimdeki paranın bir at arabası kiralayıp kitaplığı eve götürmeme yeteceğini düşünerek rahatladım. Kitaplığın alt tarafında yanyana ikişer çekmecesi vardı, bu özelliği de iyiydi, oralara kırtasiyelerimi filan koyardım. Çekmeceleri çekip sağlamlıklarını kontrol etmeye başladım. Tam üçüncü çekmeceyi çekip de kontrol ederken, çekmecenin içinde gördüğüm şeylerden gözlerim faltaşı gibi açılıp kaldı. Çekmeceyi hızla geri kapattım.
Telaşlı, "Tamam, bunu satın alıyorum," dedim. "Bir zahmet dışarıya taşıyalım da, parasını ödeyip götüreyim."
Ali, "ben çıkartayım. Sen de gidip öde parasını. Kırk milyon..." diyecek oldu, hemen sözünü kesip,
"Tamam, şunu çıkartalım da öderim," dedim.
"Ben çıkartacağım dedim ya abi! Sen git, öde!"
"Olmaz! Beraber çıkalım!"
Bir, "tövbe, tövbe!" çeken Ali, kitaplığı sırtlayıp çıkartırken ben de peşine takıldım.
Patronun önüne geldiğimizde Ali’ye, " ben parayı öderken, sen şuradan bir at arabası bulup getiriversen," deyince,
"At arabaları az ilerde, köşede; gidip kendin çağır!" diye itiraz etti.
Patron, "Ali, müşterimi üzme de git çağır bir at arabası!" diye emretti. Ali, asık suratıyla araba çağırmaya gitti. O arada ben de elli milyon lirayı verip on milyon lira para üstü alarak cebime soktum.
Ali at arabasıyla beraber gelip kitaplığı arabaya yükledi.
At arabacı, "nereye gidecek bu?" diye sorunca, ona:
"Gökmeydan mahallesinde Şeker evlerine... Kaç paraya götürürsün?" diye sordum.
"On kağıdını alırım," deyince de,
"Tamam... Dehle de gidelim madem," dedim.
Arabanın arkasına oturdum. Hareket ettik. Giderken kitaplığın çekmecesini ağır ağır, dikkatlice açtım. Çekmecedeki para balyalarını, sanki elimden kayıverecekmiş de yollara saçılacakmış gibi, itinayla ceplerime yerleştirdim. Her balyada bir milyar, beş balyada beş milyar lira... Aman Allah’ım, milyarder olmuştum!
Usulca arabanın arkasından yola atladım, hızla uzaklaştım. Zavallı arabacı indiğimin farkına varamadan arabayla uzaklaşıp gitti.
Hemen mobilyacılar çarşısına gittim. Değil ucuz bir kitaplık, dört dörtlük bir çalışma odası takımı alacaktım. En lüks mağazaya girip kasıla kasıla, "kendime şöyle çalışma masasıyla, kitaplığıyla, koltuğuyla bir çalışma odası takımı almak istiyorum," dedim. "En kaliteli malınız hangisiyse onu gösterin!"
Mağaza elemanları yağlı müşteri umuduyla her çeşit takımı göstermeye başladılar. Bordo rengi süper lüks bir takımda takıldım kaldım. "Bunun fiyatı ne kadar acaba?"
Adamlar, "bir milyar lira," deyince,
"Uygun," dedim. "Parasını ödeyeyim de, vereceğim adrese iletiverin!"
"Hay hay!"
Ödeme yapacağım masaya giderek, cebimden çıkarttığım bir balya parayı masanın üstüne bıraktım. "Buyrun, burada tam bir milyar var..."
Kasiyer paraları aldı, baktı, evirdi, çevirdi, "bu paralar geçmez," dedi.
"Niçin?"
"Bunlar reklam parası, görmüyor musunuz beyefendi?"
Elime alıp baktığımda paraların arka yüzündeki iri puntolu reklam yazılarını gördüm : "EVKUR TİCARET... Eski Eşya Alınır Satılır..."
Utancımdan kıpkırmızı kesildiğim an... "İyi madem ki, ben istediklerimi almadan gideyim madem..."
Oradan ayrılırken elemanlar sessizce gülmekteydiler, bense böylesine aptal biri olduğum için kendi kendime ana avrat küfür etmekle meşguldüm..
Ne olacaktı şimdi? Aldığım eski kitaplıkta gitmişti. Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olmuştum.
Geçen günlerden birinde çok sevdiğim bir dostumun bir yazısı altına yorum yazarken, Aziz Nesin’in "Türk halkının yüzde altmışı aptal," özdeyişinin, Türk halkının yüzde altmışının ’geri zekalı’ olduğu anlamına gelmediğini, geri zekalılık ile aptallığın farklı şeyler olduğunu yazmıştım. Bunun doğru olduğuna dair laboratuar testleri filan yapmış değilim, ama aynaya bakıp da kendimi her seyrettiğimde doğru olduğunu kendi gözlerimle görüyorum, çünkü oldukça zeki birisi olduğum halde Aziz Nesin’in bu yüzde altmışlık oranının tam da göbeğinde yer alıyorum. Evet! İtiraf etmekten dolayı çok utansam da, dürüstçe itiraf ediyorum işte: Ben koca bir aptalım. Yukarıdaki olayı okuduktan sonra, bu acınası halime acı acı gülerek, bana, "Aziz Nesin’lik herif sen de!" diye seslendiğinizi duyar gibi oluyorum...
YORUMLAR
arkadaş inanılmazları yaşamışssın fakat burda bir olay var
yokluğun verdiği ve yılların ezikliği memur maaşını kılı klına harcayışın içinde ki
yıllarca harcayamadığın para birgün önüne çıkınca verdiği heyecan başka birşey düşünememenden dolayı
normaldir çok kişi bunu yaşayabilir bence aziz nesin boş adam değildi
Kemnur
Ben okurken güldüm...
Billur Hanımın da güldüğünü sanıyorum. Denizce' nin güldüğü aşikâr. Bedri Abi'nin güldüğü besbelli. İlhan Kemal'den en az sahte para kadar şüpheli bir gülüş. Mahmut Cantekin'mi? Ağzını kapatıp gülmüştür ki o da sabah sabah.
Bir de üstüne ben gülsem :)
Fakat en çok Aziz Nesin' nin gülüşünü merak ettim desem yalan olmazdı hani.
Billur T. Phelps
Gülmez miyim, hem de nasıl,
Bu nasıl bir saflıktır yaw :)))))))))))
Kemnur
Bu kadar parayı böyle beklenmedik bir anda bulunca, sahte midir değil mi ?
iyice evirip çevirmeden, ışığa tutup bakmadan kendini bir mobilya mağazasına
atarak harcamaya çalışan biri,
bence bahsedilen o yüzde 60 içine dahi girmez Kemal :)
Ama gülümsetti öykü olarak ....
Kemnur
Bir, kitaplık hikâyesi de yazsam mı, diye düşündürdünüz... gerçek bir olay var.
Olayları akıcı yazmak, mârifet...
kadiryeter 14.11.2015
w.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=147374
Kemnur
kadiryeter
Görev(Yaz), günü- gününe yerine getirmişiştir...
Teşekkür ve Selâm ederim.
kadiryeter
w.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=147436
kadiryeter
Düzeltme:
Görev("Yaz"), günü- gününe yerine getirilmiştir...
kadiryeter
Öykü ister yaşanmış ister kurgulanmış olsun hem merakla kendini okutturdu hem de memurun halinden memur anlar dedirttirdi.Akıcı,dili sade ve hoş bir süprizle biten bu hikaye güne düşerken yakışmış efendim.Bazen hikayelerde rastlanan çok uzun benzetmeleriniz de yoktu.Bana yıllar önce eşimle yanlış bir hesaplama sonucu kendimizi bir gece boyunca zengin hayal etmemizi sağlayan hesabımız geldi..Sabah olduğunda o hayal bitse bile hala tadı damağımdaydı.Bazen bir şeyin hayali bile güzeldir .Sonu sizin istediğiniz gibi bitmese bile...Kutladım...saygılar...
Kemnur
İlgi ve merakla okuduğum, kıymetli paylaşımınızı yürekten kutlarım Kemal hocam.
Hoş bir esinti taşındı yine yürekten dökülen bu güzel öykü ile.
En derin saygı ve selamlarımla...
Kemnur
Kıymetli Kemal Abim
Tebessümle keyifle okudum çok hoş bir öyküydü sonun da paraların gerçek çıkmaması sizin bir yanlışınız değil asıl aptallık o çekmeceye gerçek olmayan parayı koyanda yani kendinize çok ta haksızlık etmeyin. Olaya birde böyle bir bakış açısıyla bakmak lazım. Gerçi sevgili Osman Onuktav ağabeyimin hoş görüsüne sığınarak onun %49 oranın da ki bakış açısı kadar esprili ve enteresan olmasa da, olaya bu açıdan da bakmak gerekir diye düşünüyorum.
Çok güzeldi anlatımınız kaleminize sağlık
Saygı sevgilerimle
Kemnur
yüzde 49 luk oranını ben de tuttum. O oranın içinde olmamak aptallıktan yırtmama vesile olmuştur inşallah... Selam ve saygılar
Hocam evlerdeki kitaplıkların tek tek sökülüp eskiciye gitmesi üzücü.
O kitaplıktan sizinde olmasını istemeniz sevindirici.
Sahde paraları gerçek sanıp kimseye haber vermeden mağazanın yolunu tutmanızda ayrı bir vaka.
Hayaliniz , nasibiniz bir kitaplıkmış, ona da kavuşmuşsunuz.
Bu aptallık gerizekalılık olayına gelince %49 düşmüş bu oran :)
Güzel ders alınması gereken bir yazı kutlarım
Saygılarımla
Serhat BİNGÖL
Sevgilerimle
KAFKASİ
Sehat kardeşim Kemal bey aynaya bakınca kendimi grüyorum deyince
teselli edelim dedik % 49 oranını ha o oranın içinde değilse iyi yoksa kötü :)
Serhat BİNGÖL
Kemnur
yok,sul
:)))
hem de çatır çatır
sevgilerimle dostlar
selametle
Ben de kütüphane ya da kitaplık ihtiyacı duyuyorum
Aman yaş tahtaya basmayayım
Bu arada hocam İlyas Salman ve Şener Şen'in "Dolap Beygiri" filmi de aklıma gelmedi değil
Hani bulduğu paraların sahibini arayıp eniştesini fitil eder ya
Siz zeki ve akıllısınızda hocam siz de ki entelektüel kulvar
Üç kâğıtçılığın zekâ türü farklıdır
Hani çok afedersiniz, biz gibilere "namussuz namuslu" olmaktan gayrısı düşmüyor maalesef
Yoksa aptallıkla, zeka özürlülükle ilgisi yok
Nihayet, yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket hocam
Saygı ve selamlarımla...
Kemnur
Kemnur
yok,sul
bu yazıyı yabana atmayın gerçekten muhteşemdi
hoşcakal dostum
Çekmecedekinin para olduğu açıklanınca, "Sahte'" dedim kendi kendime, hatta Aziz Nesin'in Sizin Memlekette Eşek Yok mu? adlı hikayesini hatırladım hemen, ama en başta kapıldığım sürükleyiciliğinde bir azalma olmadan geldim sonuna hikayenin...
İşte böyle, konudan ziyade anlatım ustalığı ile çıkıyor edebiyatın tadı...
Kutlarım, üstat...
Kemnur
:))))))))))
ne diyeceğimi bilemedim şimdi...
şaşırayım mı, üzüleyim mi yoksa güleyim mi.?
konunun başı ve sonu ters köşe ve okuması da bir hayli keyifliydi...
sanırım, bizler gibi kitap okumayı seven herkesin, kitap ya da kitaplıklarla ilgili buna benzer anısı vardır...
ne diyelim, geçmiş olsun mu.?
:) dostça...
İyi bir makale, çoğu vatandaş için ciddi bir konu. Kutlarım yazarı.
Hayır kardeşim hayır. Siz, merhum Nesin'in dediği %60'tan değilsiniz asla.
Kendinize haksızlık ediyorsunuz.
Keza; öyle olsaydı, ikinci paragrafı (darlığa rağmen çocuk okutma) ne gönlünüz, ne aklınız ne de eliniz yazdırırdı size. Yazmayanlardır, o yüzde altmışlardan.
Siz %40'ların ön safındasınız aslında.
Ha; çekmecedeki milyarları düşünürsek, sizin yerinizde başka biri olsaydı aynısı yapardı; açgözlülüğünden mi, hayır; devlet adaletinin kendi tarafında pek işlemediğinden.
Lakin; o kadar parayı, -sahte olmasa- sizden önce ya koyan derhal geri arar bulur alırdı ya da kitaplığı size satan vatandaş, (onlar çok iyi bilirler mobilya çekmecelerinden ve kitaplıklardan neler neler çıktığını) ya çoktan sahibine teslim etmişti ya da cebine indirmişti.
Bunu akıl edememeniz de yine akıllı olmanıdan kaynaklanıyor, keza; yine yazınızın ikinci paragrafı neden olmakta, siz değil.
Bel ki; zenginler de üç çocuk okutur, diyenler de çıkacaktır. Doğru; fakat adam olsun diye, değil; iş olsun, hoş olsun diye. Okuttukları çocukların ne kendilerine ne de topluma pek fayda sağladığı çoğumuzca belli. Nereden mi? İşlek anacaddelerde son sürat zik-zakl çizen arabalarının markasından.
...............
Elmalı şekerle, elma tesadüfen yolda karşılaşırlar.
Elmalı şeker başlar söze:
-Merhaba cankardeşim, nasılsın?
-İyiyim işte, idare ediyorum, ya sen şekerli kardeş!?
-Ben mi; ben çok çok iyiyim, sağol kardeş.
-Sevindim senin adına...
Çok şık ve neşelisin bakıyorum da....
Ayıptır sorması; nerden giyiniyorsun?
-Vakko'dan!
-Haaa, anlamıştım zaten.
-Neyimden anlamıştın kardeş?
-Kıçındaki kazıktan!
..............
Esenlikle kalın, aynı aklınızla kalın, adaletle kalın.
Saygı ve selamlar
Kemnur
Üstat,
Kitaplık benim de hayalimdi. 1970'lı yıllarda Köyceğiz'de bir öğretmene konuk olmuştuk.Bir odası kütüphane gibiydi. Dört duvara raf yaptırmış, kitaplarla doldurmuştu. Masasında bir pikap vardı. 45'lik plakları vardı. Aşık İhsani'nin "Bir jandarma, bir tahsildar, bir ağa" türküsünü dinletmişti. O yaşlarda ölüm bizim için beklenen şeydi. Eğer yaşarsam böyle bir kitaplık yaptırırım hayali ile yaşadım. 1998 yılında iki duvara kitaplık yaptırdım. 2012 yılında bir daire aldım. Bir odanın dört duvarına kitaplık yaptırdım.Kırk yıl sonra hayalimi gerçekleştirdim. Şimdi de kitaplık yetmemeye başladı.
Bu güzel yazın beni maziye, okuyan ve düşünen öğretmenin evine götürdü.
Aziz Nesin'in Afyon'daki öğrencilerime gönderdiği kitapları anımsattı. Kitap toplama kampanyası açmıştım. Aziz Nesin'de bize kitap göndermişti. Aptallar tarafından bizi kurtarmak istemişti.
Yüreğine sağlık sevgili üstat. Sabah sabah bana neler anımsattın. Var ol. sağ ol.
Kemnur
Terdid: (Kısaca) yazıyı beklenmeyen bir sonuçla bitirme.
Usta yazınca da böyle sanat incelikleri de kullanılıyor işte...
İlk iki paragrafı okuyunca acaba benimi anlatacak diye düşünmüştüm.
Güzel bir anlatım sürpriz bir sonuç..
Şanslısın. İlhan Kemal gibi bir usta da yorumlamış. Benim yazılarımı okuyor fakat şimdiye kadar hiç yorum yazmadı. Elbet bir gün onun beğenisini kazanacak bir yazı yazarım.Kim bilir?
Selam ve Saygılarımla Dostum...
Kemnur
İlhan Kemal
Üç saati geçen bir istatistik dersinin sonunda, akşam 9 u 10 geçe gibi dersten çıkıp, ofisime gittim. Dizüstünün ekranında Kemal Bey'in sözü geçen yazısı vardı. Okuyacak zamanım olmadığını düşünüyordum ama Kemal Bey beni ilk paragrafta yakaladı. Okuduktan sonra sağduyumun tüm telkinlerine rağmen bir iki satır yorum da yazdım (Sizin sabah 4:40 bizdeki akşam 9:40 a denk geliyor) ve okuldan koşarak ayrıldım. Eve vardığımda vakit gecenin on buçuğuna geliyordu ve herkes yatmıştı. Bu yorum bana eşimi görüp, en azından onunla günü hakkında bir kaç kelime etme fırsatına mal olmuştu. Şikayetçi değilim; amacım sadece zaman sıkışıklığımı ifade edebilmekti.
Bedri Beyin Ecza Dolabını da yayınlandığında okumuştum ama yorumlama imkanım olmamıştı. Yalan söyleyecek değilim, yorum yazmak da kolay değil hani. Herhangi bir olumsuzluktan dem vursanız yazarından olmasa bile diğer okuyanlardan "İlhan Kemal'den en az sahte para kadar şüpheli bir gülüş" tarzında tepkiler alıyorsunuz. Bu da sizi yazmadan önce çok düşünmeye, bu kadar çok düşününce de zaman darlığında yazmamaya itiyor.
Bundan sonra, eğer yazıyı okumuşsam bir iki satır not düşmeye özen göstereceğim. Şimdilik affınıza sığınıyorum.
Bedri Tokul
Ben sizi af edecek ne bir konumum ne de öyle bir hakkım var.
Sizden bahsetmem sitem değil, sadece bir espriydi
Sizin edebiyata olan hakimiyetinizi, bilginizi, yeteneğinizi bilenlerdenim.
Arzum; bilenlerin bilgisinden yararlanmak isteği olabilir ancak...
"bana yorum yazın" densizliği olarak anlaşılmışsam
ben sizden özür diliyorum.
Asıl af etmesi gereken sizsiniz.
Ben sizden af diliyorum.
Yorgunluğunuzu gereksiz bir ayrıntıyla artırmış olmanın üzüntüsünü yaşıyorum.
Saygılarımla Hocam...
Yan komşumuz polis müzayedesinden araba alır, tamir edip satar. Ne yaptığını duyunca aklıma doğrudan Blues Brothers'daki polis arabası gelmiş, öyle bir şey alıp almadığını sormuştum. O da eline geçenlerin çoğunlukla el konulan suçlu arabaları olduğundan bahsetmişti. Polis arabaları hem yıpranmış oluyorlarmış, hem de çok benzin yiyorlarmış (470 beygir, 6400 cc'lik motorun yediği benzine can dayanmaz haliyle). Suçluların el konulan arabalarında şanslıysanız bazen zulalanmış para, şanssızsanız zulalanmış uyuşturucu bulabiliyormuşsunuz (İşin yoksa uyuşturucuyu paraya çevir). Kendisinin başına hiç böyle bir şey gelmemiş (Hiç "geldi" der mi?) ama bu tip bir deneyimi olan tanıdıkları varmış.
Peki kütüphaneden tomarla para çıkar mı? Kitap yerine gazete ansiklopedisi ve biblo çıkıyorsa, para da çıkar elbet.
Gayet dozunda bir öyküydü. Belki en başından okuyucuyu sondaki tökezlemeye şartlandırmasa (Belki ikinci paragrafı toptan çıkarmalı) etkisi daha da güçlü olabilirdi. Saygılarımla.
İlhan Kemal tarafından 11/13/2015 4:40:56 AM zamanında düzenlenmiştir.