- 1140 Okunma
- 11 Yorum
- 1 Beğeni
Devrim Tatili
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
1977 yılında tam da benim beşinci sınıfa başladığım günlerin içinde İran islam devriminin davulları yavaş yavaş çalmaya başladı. Okul Tebriz’in Şah Abad adlı fakir mahallelerinin birinde bulunuyordu. Kocaman giriş kapısının üzerindeki tabelada yazıyordu:
“ Şerbetzade İlköğretim Okulu”
Sabiri Öğretmen kel kafasıyla sınıfa ilk girdiği an, ne kadar farklı ve değişik biri olduğunu herkes iyice anladı. Hemen hemen bütün sınıfla samimileşip az bir süre içinde herkesin gönül kapısını açmayı başardı. Sanki o parlak kafasından sınıfın her köşe bucağına içtenlik ışığını saçıyordu. Bugüne kadar rastladığım öğretmenlerimin çoğunu unutsam da Sabiri öğretmenimi unutmam mümkün değildi. Tabi ki bir insanın unutulmamasını sağlayan şey kel kafası ola bilmez ve hayatımdaki isimlerini unuttuğum bir çok kel kişi de- öğretmenlerim de dahil- bunun kanıtı sayılır. Ama Sabiri öğretmenimin kafasındakı bulduğum kellik bambaşka bir hikayeydi.
O kafaydı bizi her gün neşelendiren ve dersleri eğlendirerek bizlere anlatan. Onun sayesinde yeni dünyaları keşfetmek mümkün olmuştu. Kendi anadilimizde Türkçe kitaplarını hayatımızda ilk kez o bize getirdi. Bizi tanımadığımız yazarların dünyasına götürdü.
Günün birinde kucağı dolu sınıfa girdi. Hepimiz için kitap getirmişti. Herkese Samet Behrengi’nin kitaplarından birer tane hediye verdi. “Yıldız ve Kargalar”da oldu benim kitabım.
Yaptığı bu işler nedeniyleydi ki sonunda hem kendi talihini değiştirdi hem sınıftaki bir çok kişinin. Derler ki her şeyin bir sonu var ama onunla geçirdiğimiz mutlu günlerin o kadar erken biteceği hiç aklımıza gelmezdi.
Okulun ikinci yarı yılı yeni başlamıştı. Şah kaçmıştı ve ülkeyi kimin yönettiği tam olarak belli değildi. Ortalık iyice karışmıştı. Kimileri sokakta öldürülüp kimileri ortalıktan kaybolurdu.
Anlaması çok zor değil aslında ama nedense hep devrim rüzgarları ilk başta yoksul mahallelerden başlar. Oranın erkenden gelen ve beklenmeyen bir ilkbaharında esmeye başlar. O soğuk sazağın darbesi önce oradaki ağaçların erken açan çiçeklerini etkiler sonra gidip zengin mahallelerde yön değiştirip ısınmaya başlar.
İşte o sazak Sabiri öğretmene de çarptı ve günün birinde ortalıktan yok oldu. Muhtemelen o da çoğu kişinin gittiği yere götürülmüştü. Yani “Arabın ney çaldığı yere”. Anlamını pek çok bilmiyorum ama bizim oralarda hapishanelerden söz açıldığında herkes oranın “Arabın ney çaldığı yer” olduğunu söyler.
Git gide sokak gösterileri ve silah sesleri artmaya başladı. Artık okulların güvenli olup olmadığından kimse emin değildi. Sonunda eğitim senesinin beş ay kalmasına rağmen okullar kapandı.
Ama okulun kapanıp devrim nedeniyle tatilin girmesi benim için yeni bir hayatın başlangıcı oldu.
Babam sıradan bir devlet memuruydu. Okullar kapandı ve sabahtan akşama dek ev hanımı olan annem erkek çocuğuyla uğraşmaya mecbur kaldı. Ben ise durumdan baya memnundum ve önümde boşu boşuna harcalanacak bolca zamanın keyfini çıkarmaya hazırlanıyordum. Ama işler tam da benim beklediğim gibi yürümedi.
Birisi o çocuksu kafamda bir şeyler yerleştirip hayallerimin kulağına gizli bir hazinenin var olduğunu fısıldamıştı. Hazineye ulaşmam için de yol haritası olarak “Yıldız ve Kargalar” kitabını elime vermişti.
Kısa süre içinde yeni kitaplar ders kitaplarımla yer değiştirdi. Devrimin ilk karmaşık günleri sayesinde “Yıldız ve Konuşan Bebek”,”Küçük Kara Balık” gibi yeni basılan yasak kitapları buldum. Farça’da eğitim almıştım ve o güne kadar gördüğüm kitaplar hep o dilde olmuştu. Ama o günlerde “Sazımın Sözü”,”Anadili 1 ve 2” gibi kendi Türkçe dilimizde kitaplar elime geçti.
Ortalık fena karışmıştı. Sokakta evlerin dış duvarlarının üzerini sağcısı solcusu sloganlar süslemişti. Akla gelen her türlü kitap basılıp, Din hocaları ve kafaya göre çeşitli ve rengarenk halk kahramanlarının fotoğrafları dağıtılırdı.
Babam İran Türklerinin en sevdiği din hocası Şariyetmedari’nin güler yüzlü renkli bir fotoğrafını çerçeveleyip duvara asmıştı. Tam onun karşı duvarına Samet Behrengi’nin siyah beyaz büyük bir resmini bulup yapıştırdım.
Artık devrim alevleri ülkenin dört bir yanını sarmıştı. Ama bendeki devrimin ateşi daha önceden Sabiri öğretmenin kel kafasından saçan ışıklar sayesinde yakılmıştı. Dışarıdaki devrimin armağan ettiği tatil içimdeki her şeyin iyice alevlenmesine gereken fırsatı kazandırmıştı.
Kendi dünyamda özgürce dolaşıyordum. Ne Dersten haber vardı ne ödevden. Cep harçlığımı toplayıp yeni basılan kitapları alıyordum. Okuduğum kitapları mahallede tezgah üstünde satıp yenilerini almaya gereken parayı bulurdum.
Sonra günün birinde mahalle arkadaşlarım Cafer, Nadir, Cemşit ve Muhammedrıza ile birlikte bir kütüphane kurmaya karar verdik. içimizde bir az büyük olanı Cemşit tatilde ufak tefek para kazanmak için ev garajlarını küçük bir bakkal dükkanına dönüştürüp ıvır zıvır satıyordu. Cemşit’i ikna edip kütüphanemize en uygun yer onun dükkanını düşündük.
Herkes emanet olarak kendi kitaplarını kütüphaneye bıraktı. Birbirlerine karışmasın diye getirdiğimiz kitapların üzerinde ismilerimizi yazdık.
Yıllar geçti ama ben hala kendime ait olanlardan Samet’in kitaplarını saklamışım ve hala “ Bir günlük düş ve gerçek” kitabı kitaplığımda duruyor. Kapağının üzerindeki “bu kitap Muhammedrıza’ya aittir” yazısı hep dikkat çeker. Özellikle karalanmış olan “Muhammedrıza” nın adı ve onun tam altında bulunan “Muhammed” yazısı evimize gelen misafirleri ilgilendirir. Hatırladığım kadarıyla Muhammedrıza benim kitabıma sahip olmak istemişti ama becerememişti. Çocukluk işte.
Neyse Cemşıt’in bakkal dükkanı bizim mahallenin ilk kütüphanesi oldu.
Ama ne yazık ki devrim sürecinde her şeyden şüphelenen aileler mahallemizin o ilk kütüphanesini kapattılar. Cemşit eski işine geri döndü ve kendi mahalle arkadaşlarına abur cubur satmasını devam ettirdi.
Muhammedrıza sokak çatışmalarında kurşun yedi.
Hepimizin ailesi fakirdi. Durumları herkesten daha da kötü olan Cafer amelelik işlerinde yardım etmek için babasına katıldı.
Cemşit’in babası devrim suyunun hangi yöne aktığını iyi anlamıştı ve git gide ekonomi durumları iyileşiyordu. Cemşit Tebriz’in kapalı çarşısının içinde bulunan Sadıkıye camisinde bir tarikat grubunun eğitim kurslarına katılmıştı. Benden de kursa katılmamı istedi. Gitmek istemememe rağmen sonunda ikna etmeyi başardı. Topladığım 25 Tümen parayla kapalı çarşının içinde bir kitabevinden tarikatın tavsiye ettiği dini kitaplarını alıp kurslarına katıldım. Ama bu iş bir haftadan fazla sürmedi. Sonunda tüm bu oyunlarımdan habersiz babam benim gün boyunca nerede olduğumu merak edip izimi kapalı çarşıda bulmuştu. Hemen kulağımdan çekip kitap evine kadar sürüdü. Kitapları iade etti ve suratıma iki şaplak yapıştırıp o kurslara gitmemi yasakladı.
Nadir’e gelince, babası solcuydu ve Tude adlı bir partinin üyesiydi. Devrimin dini liderinin fetvası ardından bir gecede tüm solcular tutuklanıp kısa süre içinde binlerce kişi idam edildi. Nadirin babası da o kişilerden biriydi. O üzücü olaydan sonra Nadir’in başına gelenlerden hiç haberim olmadı.
İşte biz devrim çocukları o tatil günlerinin yabancı otları olduk. Ama ot yabancı olsa bile yine de güneşe doğru büyür ve benim de güneşim Sabiri öğretmenimin parlak kafasıydı.
Muhammed Ahmedizade
YORUMLAR
zevkle okum hocam. insan hele el ele gönül gönüle olduğu arkadaşlarını kaybedince bunun acısını sindirmek baya zor oluyo.saygılar
muhammed1347
Her ülkenin Sabiri öğretmenleri var böyle..
Yazınızı okurken, bir an seksenlere gittim... Bu ülkede çok acılı, sancılı günler gördü.
O zamanların idealist, devrimci gençliğinin başına gelenleri yeniden hatırlamak içimi burktu.
Çok güzel ve akıcı bir anlatımdı, kaleminize sağlık.
Sevgiler,
muhammed1347
Sermayesi kitaplara dayalı toplumlar, her zaman kazanırlar diye düşünmekteyim. Asmalar, kesmeler, idamlarla ne kadar kalıcı olur iktidarlar....79 İran Devriminin rüzgarlarından olumsuz etkilenmiştim gençlik yıllarımda(hala da öyle ya).
Okunası bir paylaşımdı.
Tebrikler arkadaşım. Selam ve saygılarımla...
muhammed1347
Her insanın hayatında kendi çapında yaşadığı ve yarattığı devrimler olmuştur.
Bir gülün açması bile gönüllerde bazen devrim yaratır.
Sizin de kel diye sevgiyle andığınız o güzel insan size çok güzel bir ayna yansıtmış, göstermiş olduğu sevgi, samimiyet ve öğretileri ile hayatınızda ki bazı bakış acısını değiştirmiş.
Bu günlere kadar gelen güzel bir düşüne devrimi yaratmış sizde.
Haklısınız nere de olursa olsun devrim rüzgarları ilk önce fakir mahallelerinde eser, Sonra o estiği yerlerde ayaz buz keser, yeni yetme fidanlar kırılırken zengin semtlerde bir meltem ılıklığında esmeye devam eder.
Oysa devrimci bir düşüncenin temelinde emeğin sömürülmesine karşı halkların insanca yaşaması vardır.
40 yılı aşkıncbir geleneği bu günün koşullarıyla değerlendirmek bilmem ne derece doğru olur.
Tam anlamı ile devrimci bir ruh taşıyor muyum (tartışılır)
Bu konuda ne iki cümle duvara yazı yazdım ne de pankart açtım :-)
1980 yıllarda dövülen, kovulan, kovalanan ve en ağır işkencelere mağruz kalan insanlar gördüm çevremde.
Ben de bir çocuktum o zamanlar, dövülerek trenden atılan bi genç canhavliyle kan revan içinde gelip bizim kömürlüyle saklanmıştı.
Bir akşam üstüydū.
Gözgöze gelmiştik, ben çocuktum, o kocaman bir adam. Benim korkmuş onun ise endişeli, ürkek ve hüzün bakan gözleriyle bakıştık bir süre, sessizce uzaklaştım ordan.
Çocuksu korkularınla eve attım kendimi ve bağıra bağıra ağladım, " kömürlükte yaralı bir adam var"dedim.
Herkes şaşırmış ve hayal mi görüyor bu çocuk diye kömürlüğe koşmuştu.
Hayal değil gerçek olduğunu hepsi görmüştü.
Üstü başı paralanmiş, kan izleri üzerinde bir güvercin kadar ürkek o adamı görmüşlerdi.
Kim olduğu, ne olduğu hiç birimizi ilgilendirmemişti, ortalık karışıktı ve her düşünceden herhangi biri olabilirdi, sonuçta bir insandı.
Sadece yardım ettik ona.
Ve sık sık gözgöze geldim o yaralı insanla, koynundan bana bir kitap çıkarıp vermişti.
Suç işlemiş gibi bir duyguya kapılarak saklamıştım o kitabı, dün gibi hatırlıyorum kapak resminde düşünceleri uğruna hoyrat ellerce kırılan üç fidanın resmi vardı.
Kitapta yazılanlar ise hiçte o kadar kötü değildi.
O yaralı adam yine bir akşam üstü geldiği gibi sessizce çekip gitmişti.
O kitap hãla benim de kitaplığımda durmakta...
muhammed1347
Hüzünlü bir o kadar da duygulu anılarınızı ibretle okudum.
Sizinle yaşadım,sizinle mücadele ettim sanki...
Sevgili kardeşim.
Sizin öğretmeniniz gibi benimde başım kel.
Ama ben" kelim" demiyor, "anlım enseme kadar açık" diyorum.
Çünkü hep anlım açık yaşadım.
Selamlarımla...
muhammed1347
Mazi gözlerde tüllenince gönüllerde bir ferahlık yaşanır...her ülkenin aliye ve sabiri öğretmenleri vardır ve her daim olacaktır.... duyarlı kaleme saygılar sevgiler
muhammed1347
Samet Behrengi...
Allah gani gani rahmet eylesin
Küçük Karabalık, Konuşan Bebek, Püsküllü Deve, Bir Şeftali Bin Şeftali
Çocukluğumun güzide masallarını da şöyle bir yad ettim sayenizde
Yine, Ebul Hasan Beni Sadr devrimin ilk cumhurbaşkanı olsa da İmam Humeyni ile anlaşmazlığa düşmüştü
Halbuki, İslam devrimi batıya karşı çıkıştır çünkü batı her alanda bir başarısızlık örneğidir, demektedir o dem
Ne ki; o da liberal düşünce sahibi islami anlayıştadır ve bu Humeyni'yi doyurmaz
Yine 80'ler Türkiye'sinde sol ve Kemalist yapı İran devrimine karşı korku üretirdi
Bahman Nirumand'ın "İran'da Soluyor Çiçekler" adlı kitabından esinlenen köşe yazıları kuşkusuz devrimin yozlaştığı, yozlaştırıldığı eksenli anekdotlar sunardı
Nihayet, o devrim coşkusundan geriye 1977'de şahlık rejimi tarafından öldürülen Ali Şeriati'nin devrimci romantizmi kaldı diye düşünüyorum
Güne düşen yüreğe, emeğe, kaleme, kelama selam olsun...
muhammed1347
Aynı yılların çocuklarıydık ve yaşantilarımız aşağı yukarı benzerlikler taşıyordu.
Okuma aşkıyla dolu çocuklar kitap bulmak için her çareye baş vururdu. Sen/Ben gibi...
İran'da rejim değişirken Türkiye'de de durum farklı değildi. 12 Eylül ihtilalinde bizde de birçok insan ya asildı ya da faili meçhul cinayetlere kurban gitti.
Yaşadımlarımız hiç kolay değildi ama Karanlığımıza ışık tutan Sabiri öğretmenlerimiz gibi değerlerimiz vardı. Ruhları şad olsun.
Güzel bir yazıydi, tebrik ederim.
muhammed1347
Bu tür, toplumsal çalkantılara, değişim ve dönüşümlere ayna tutan anlatıların, burada da örneklendiği gibi, özneler tarafından algılanma biçimlerini sergilemesi, umulan trajik ilişki ve ilintileri yansıtması beklenir, ki bu kadarıyla da yazarın bu imkana sahip olduğuna inanılabilir...
Aslında, bu önerme bizler için de geçerli...
Her ne kadar 'zengin' bir yaşantıyı koşulluyorsa da bu zaviye, olup bitenlere sıradan bir seyirci olarak kalma durumu, yani bir nevi tembellik, yapmaya çalıştığımız edebiyatın vasat olmasına da yol açıyor...
Yani, gündemin tutarlılıkla takip edilmesi, teorik plandakilerle pratik plandaki gelişmelerin bütünlüğünün görülüp not edilmesi, muhtemel bir kurgulama için zorunlu bir temel olabilecekken, çoğunlukla sade suya, beylik imajların tekrar edilmesiyle yetiniyoruz...
Entellektüel seviyemizi az çok yansıtan bu mecranın döngülerinin bir nedeni budur...
Ama talkın vermeye, diskur çekmeye, nutuk atmaya, propaganda yapmaya gelince iş, çoğumuz uzak duramıyor işte...
Kısaca, 'kendi kendimizi tatmin etme' ile yetinip duruyoruz böylece...
Anlatınız belli bir birikimi olanlar için yeterince sarsıcı, bence...
Bir roman hacmine kavuşturursunuz dilerim...
Saygılarımla.
muhammed1347
Değerli hocam, devrim çocukları. Hayata şanssız başlangıçlar yapan nesil...Bugün devrimi yapanlar değil ama, onlar hayatta ve çoğu da çocukluklarından kalma korkularıyla bir köşeye sinmişler...Kötü devrimler, maalesef kötü nesillere devretmekte yaşamı. Yazınız ilginçti, çok beğrndim. Selam ve saygılarımla
muhammed1347
Makalenizi severek ve ilgiyle okurken, içimde oldukça burkuldu, sevgili dostum.
Ömrünüz bereketli olsun. Her makalenizden, en ez birkaç yeni kelime de öğreniyorum.
Sabiri öğrtemeniniz ve diğer merhumlar nur içinde yatsınlar!
Saygı ve selamlar
Kederli tarafından 11/12/2015 1:46:11 PM zamanında düzenlenmiştir.