Lala saitana
Oldukça heyecanlıyım. Çünkü birazdan insanlık tarihinin uzun süredir hayalini kurduğu bir deneyimi yaşayacağım. Her ne kadar bu deneyimin sonucu muamma olsa da ulvi bir amaç uğruna gerçekleştiğine inandığımdan her sonucu göze aldım. Umarım görevimi yerine getirip sağ salim geri dönebilirim.
...
Yaklaşık seksen iki yıldır burada yaşıyoruz, yani Europa’da. Sanırım dokuzyüzaltmış Dünya yılına denk geliyor. Bundan tam seksen iki Europa yılı önce atalarımız Dünya’dan bir felaket sonucu ayrılmak zorunda kalmışlar. Bize öğretilenlere göre nereden geldiğini tespit edemedikleri bir virüs, bir anda tüm dünyayı etkisi altına almış. Olaylar öyle çabuk gelişmiş ki, o yıllarda sadece Europa’yı dünyalaştırma projesinde çalışan ekip ve aileleri sağ kurtulabilmiş. O dönemde henüz dünyalaştırma projesi tam tamamlanamasa da, gezegen yüzeyini kaplayan buzların büyük bir bölümü eritildiğinden ve atmosfer yoğunluğu yaşanabilir seviyeye geldiğinden, ayrıca mevcut bir yerleşim kurulu olduğundan çok büyük bir problem yaşamamışlar. Tek korkuları "kızıl şeytan"ın onları burada da bulmasıymış. Yaşanan felaketi böyle isimlendirmişler.
Dünyadan kaçıştan sonra bir kez bile dönüp son durumu araştırmaya cesaret edememişler. Çünkü hastalığı buraya da taşımaktan korkmuşlar. Ancak geçmiş zaman anlatıları ve o dönemde kaydedilen kayıtlar araştırıldığında, hastalığın ilk olarak Dünya’nın en kalabalık bölgelerinden birinde Hindistan denilen bir yerde baş gösterdiği sonucuna ulaşılmış. Özellikle "kızıl şeytan" isminin kırmızı derili bir yaratıktan ötürü konulduğu söyleniyordu. Kaynaklar hastalığın bu yaratıktan yayılmış olabileceği görüşünde hem fikirdi. Hastalığa gelince bu bir tür kan hastalığıydı. Virüs tüm dünyayı sarmadan kısa bir süre önce yapılan yayınlarda virüsün kanın mevcut yapısını bozduğu ve başta bir tür trombositopeni belirtisi gösterdiği ancak sonrasında tüm vücudun rengini kan kırmızına döndürerek insanı saldırganlaştırdığı belirtilmiş.
Geçmişe yönelik tüm bu araştırmalar sürerken büyük bir keşif gerçekleşti. Işık hızını aşabilen gezegenler arası seyahat edebilecek bir araç üretilmişti. Ancak daha sonra yapılan küçük bir deneyde farkedildi ki araç ışık hızını aştıktan sonra zaman kavramı kayboluyor ve hatta geri gidebiliyordu. Bu sonuca da aracı Jüpiter çevresinde kullanarak, Jüpiter yüzeyindeki fırtınanın seyri izlenerek ulaşıldı. Tabi deneyler başarıya ulaştığında ortaya ilk atılan fikir Dünya’nın sonunu getiren hastalığın, özellikle hastalığı başlatan yaratığın (tabi böyle bir yaratık gerçekten varsa) ortadan kaldırılmasıydı. Bu görev için iki bilim adamı üç asker ve bir mekik pilotundan oluşan bir grup oluşturuldu. Mekiği kullanacak olan bendim. Eğer anlatıldığı gibi bir yaratık varsa askerler onu yokedecek, eğer yoksa bilimadamları geliştirdikleri termal bir tarayıcıyla virüsün kaynağını araştıracaktı. Çünkü vücut sıcaklığının anormal seviyelere ulaştığı kaydedilen bilgiler arasındaydı. Benim görevimse sadece götürüp getirmekten ibaretti, tabi bir bakıma en önemlisiydi. Böylelikle gerekli hesaplamalar yapıldıktan sonra belirlenen süre ve hızımızın bizi malum olayların başladığı tarihten bir kaç ay öncesine götürmesi planlandı.
...
Planlandığı gibi belirlenen tarihlerde Dünya’ya ulaştık. Hindistan denilen bölgenin kuzey taraflarında gezegenin en yüksek arazilerine yakın bir yere iniş yapalı otuzyedi Dünya günü geçti. İniş yaptığımız günlerde burası bizim için tam bir cennetti. Dikkat çekmemek için yerel kıyafetlere büründük. Atmosfere uyum ve solunum konusunda sıkıntı yaşayacağımız belirtilmişti. Ancak hesapların tutmadığını gördük. Atmosfer yoğunluğu kan basıncımızın dengesini bozmuş, metabolizmamız ve ciğerlerimiz uyum sağlayamamıştı. Ayrıca gezegende mevcut olan bakteri ve virüslere karşı bağışıklığımızın olmadığını kötü tecrübelerle farkettik.
İnişimizden sonraki on Dünya günü içerisinde bir bilim adamı ve iki askeri kaybettik. Solunum cihazları olmasına rağmen kan kusarak öldüler. Aldığımız ilaçlar ve iğneler muhtemel sonumuzu sadece biraz geciktiriyor gibiydi. Sağ kalan üç kişi virüsün kaynağını aramayı hızlandırdık. İnsanlarla mümkün olduğu kadar az etkileşime girerek, termal cihazlarla uzaktan insanlardaki anormal vücut sıcaklığı artışını taramaya başladık. Mevcut yaşam koşulları çok berbattı. İnsanlar burada devamlı hasta ve sağlıksızdı zaten. Vücut sıcaklıkları da bu hastalıklardan kaynaklı olarak çoğunlukla normalin üstündeydi ama bize belirtilen seviyelerde değildi.
Kırkıncı Dünya gününün akşamında kalan son asker de büyük acılar çekerek öldü. İki kişi kalmıştık ve şiddetli acılar çekiyorduk. Ancak neden bilmiyorum ben biraz daha iyi durumdaydım. Felaketin kaynağını tespit etmek sandığımızdan daha uzun sürmüş, hatta hayatlara mal olmuştu. Böyle giderse felaketin başgösterdiği zamanı kaçıracak, boşu boşuna buralarda ölecektik. Son kalan arkadaşıma biraz daha dayanmamız gerektiğini, önünde sonunda burada öleceğimizi, hiç olmazsa geleceği kurtarmamız gerektiğini ve ölümlerimizin boşa gitmemesini söyleyerek son iğneyi vurdum. Bu ona sadece bir gün kazandırabilmişti. Ertesi akşam tamamen yalnızdım.
İlginç bir şekilde şiddetli acılar çekmeme rağmen diğerleri gibi yığılıp kalmamıştım. Herkesten daha az ilaç kullanmama rağmen vücudum direniyor gibiydi. Sanırım bu işi bitirmek bana kalmıştı, belki de benim kaderimdi. Belki ismim bu şekilde tarihe kazınacaktı. Ama geleceği değiştirirsem beni hatırlayacak kimse de olmayacaktı. Olsun yine de Dünya’yı kurtarmak için yola devam etmeliydim.
...
Seksen üç Dünya günü geçmesine ve felaketin başladığı varsayılan bölgenin tamamına yakınını taramama rağmen hiç bir sonuca ulaşamamıştım. Daha da kötüsü bir çeşit başkalaşım geçiriyor gibiydim. Dün sudaki yansımama baktığımda derimin altındaki tüm kılcal damarlarımın şiştiğini ve rengimin kızıla döndüğünü farkettim. Artık insanlara görünemiyordum çünkü görüntüm onları korkutuyordu. Vücut direncim kırılmıştı ve mevcut besin kaynaklarının beni tatmin etmediğini farkettim. Çünkü bugün bir keçi yakaladım ve pişirmeden yedim. Daha çok kanını içtim demeliyim. Bunu yaparken kendimi kaybetmiştim. Trans halindeydim adeta. Bu vahşeti midem kaldırmamış ardından kusmuştum. Ancak açlığım dinmemişti.
Ertesi gün yapmakta olduğum görevi bırakmış tamamen açlığımı dindirmeye çabalamaya başlamıştım. Bulduğum her otu, her bitkiyi, yaprağı, böceği veya insanlardan çaldığım yiyeceği denememe rağmen hiçbiri işe yaramıyordu. Tamamen gözüm dönmüş gibiydi. İçimden bir ses intihar edip bu acıya bir son vermemi söylüyordu fakat yapamıyordum. Bir ara yine bilincimi kaybettim koskoca bir karanlık vardı. Daha sonra bir çığlıkla kendime geldim. Çevreme bakındığımda küçük bir köyde, bir ahırda olduğumu farkettim. Bir kadın kanlar içinde çığlık atarak kaçıyordu. Sakinleştirmek için peşinden koşup yakaladığımda her yerinin ısırıklarla dolu olduğunu farkettim ve kadını tuttuğumda kadının yüzündeki dehşet kanımı donduracak cinstendi.
Benim şaşkınlığımı fırsat bulup kurtulduğunda olanca gücüyle haykırdı. Kadının sözlerini duyduğumda olduğum yerde dizlerimin üstüne yığıldım ve acı acı gülümsedim. İmkanım varken hayatıma son vermem gerekiyordu. Gerçekten tarihi değiştirmiştim, mevcudiyetimle, yaptıklarımla ve neden olduklarımla.
Kadın "Lala saitana!" diye bağırıyordu.
"Kızıl şeytan"
YORUMLAR
Bazen kendi içimizdeki canavarı görmeyiz, görmek istemeyiz, konduramayız kendimize kötülüğü, kötü olmayı çünkü yaşam amacımız iyi bir yaşam,veda ederkende iyi anılmak ya ardımızdan oysaki yaşam mücadelesinde farkında olmadan ya da farkına fazlasıyla vararak o kötü olan yanımızla hayatta kalırız kimi zamanda...kahramanımız dünyayı kurtarmak isterken dünyayı yok eden olma gerçeği ile karşılaşıyor oysaki filmlerde bir virüs ya da kimyasal bir rekasiyon nedeniyle form değiştiren tüm insanlar önce anılarını,hayallerini,insanlıklarını yitirirler ondan sonra yaptıklarından sorumlu hissetmezler kendilerini burda bir ironide var canavarımız başkalaşım geçirirken her adımda insanlığına tutunmaya çalışıyor, egosu yok, o dünyayı kurtarsa onu kimse hatırlamayacak ama önemli olan yinede insanlar diyebiliyor.İçinde çok katmanları olan düşündüren, herkesin kendi penceresinden payına düşenleri alabileceği,kalemine yakışır bir öyküydü.Tebrikler Fatih (y)
P.S: Geç okuma ve yorum için özür ama bir yerden başlamak lazım.Belki banada ilham gelir dileğimle...
Uzun bir aradan sonra.
Karlı bir Doğu akşamında ne güzel oldu.
Açıkçası özledim bu kalemin yazılarını.
Ne iyi oldu..!
😊
Ellerine sağlık grafspee
Sevgiyle.
grafspee
Taktir ettiğim denemelerden biri.
Beğendim.
Kutlarım.
...................... Selam selam...
grafspee
bilimsel bilginin içerisinde enfes bir şekilde yoğurulduğu harika bir öykü. belki bir abartı ancak bilim kurgu ve gelecek distopyası içindeki en iyi yazarlardan Isaac asimow un tadını aldım.
bu konuyu daha da dallandırmanı ve isterim okumak zevkli olacak
grafspee
evet aslında konu çok dallandırılabilecek gibiydi. ancak tefrikaların aralarına uzun zaman girdiğinden bir çırpıda çıkarayım dedim.
çok teşekkür ederim. selamlar, saygılar.
Tsukuyomi
grafspee
Tsukuyomi
Düşünüyorum da ne çok sır örtüyor toprak... Ve gök, ne çok perde kalıyor gözlerimize.. Hindistan ve pek çoğu.. Neden deyi düşünmez insan, dünyanın aklının gözleri neden günahsız topraklar üzerindedir.. Yok komşum balkondan su döktü, asılan elbiselerin üzerine halı silkeledi.. Biz silkelemedikçe aklımızı gideriz epey yolu aynen..
Ve öyküde önemli bir husus var bence.. İnsan, aklının ermediğini yaratık olarak addetti dâima.. Ve tıbben yardıma muhtaçlık kişilerin kusuru olarak görüldü hep..Bundandır, canavarlara hiç inanmam, insandan başka..-sorry-
Ve diyorum ki.. Keşke zaman olsa. Kim bilir belki birgün olur da yazdıklarınızı derleme zahmetini göze almaya karar verirsiniz.. Ya da belki zaman uygun kılar kendini sizin için.. Bunlar hakîkaten kendimiz için yaptığımız güzel şeyler.. Saklayın en azından..
Selâm ile..
grafspee
öyküleri derlemeyi çok istiyorum. eksiklerini gidermek, belki de mantık hatalarını düzeltmek. ama önce daha çok yazmak istiyorum.
çok teşekkür ederim. beğenmenize sevindim. selamlar, saygılar.
Yureginize kaleminize emeğinize saglik değerli dost kalem cok güzel dizeler beğeniyle okudum yürekten Kutlarım sizi saygilarimla selamlar
grafspee
Güzel bir hikaye.
Sıkmıyor,
merak uyandırıyor.
Son bölümün başlarında içime doğdu olay.
Güzel kurgulanmış.
grafspee
kurgu mükemmel olmuş. aklıma geleceğe dönüş filmi geldi. bir şeyler onarmaya çalışırken daha da berbat etmek. malesef insanoğlu dünyaya mahkumdur. tebrik ederim.
grafspee
grafspee
rusya'nın steplerinde sarı benizli, çekik bir genç adamın Yuri Gagarin'i düşünüp hayal kurması gibi
bir de şu kızıl şeytan münasebeti, eski bir şeytan filmini anımsattı bana. tren içerisinde ilerliyorlar ve şeytan o trenin içinde. garip. yalanlar ağırlaşıyor işte.
hayal gücüne daha fazla zaman gerekli gibi. daha uzunca şeyler çıkarabilmen adına.
grafspee
dediğiniz gibi çok amatörce ortaya çıkan şeyler. tabi sabırsızlığın ve uzun betimlemelerden kaçmanın da etkisi var.
teşekkür ederim, selamlar, saygılar.
HakkınSesi
grafspee
Müthiş bir kurgu...Böyle bir kurgu aklınıza nereden geldi bilemiyorum. YOKSA???... Aman Allah'ım! Ne zamandır "GRAFSPEE" adı da zaten bir uzaylı adını çağrıştırıyordu bana... Neyse, susayım ve ON PUANIMI TIKLAYIP GÖNÜL KURDELEMİ YAZINIZA TAKAYIM...SELAM VE SAYGILAR