- 1179 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
TÜRK ŞİİRİNİN GELİŞİMİ
Türk şiiri, 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında kendisini etkileyen üç ayrı düşünce akımıyla karşı karşıyadır: Batıcılık, İslamcılık ve Türkçülük. Edebiyat-ı Cedide’ciler, Batıcı’lığı benimser ve Batı etkisinde ürünler vererek çağdaşlaşma sürecine katkıda bulunurlar. Şair Tevfik Fikret, akılcı, insancıl ve toplumsal kişiliği ile dikkat çeker. Ümmetçiler İslam ülküsüne bağlanır. Ve giderek kavmiyet ve milliyet kavramlarına dayalı bir düşünce sistemine dönüşür. Nihayet II. Meşrutiyet’te, Milli Edebiyat adı verilen bir akıma yol açar. 1911 Nisan’ında Selanik’te yayımlanan Genç Kalemler dergisiyle Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp, bu akımın başlatıcıları olarak dikkat çekerler. Genç Kalemler, milliyet kavramına dayalı bir Türkçülüğün ve ’Yeni Lisan Hareketi’ adıyla anılan dilde özleşme davasının savunuculuk görevini üstlenir. Bu akım, Fecr-i Atici’leri de içine alarak, 1920’lere doğru, değişik eğilimleri temsil eden bir dönemin adı olacaktır: Milli Edebiyat dönemi.
Aynı dönemin bir başka özgün şairi ise Yahya Kemal’dir. Osmanlı tarihi kültür ve uygarlığına hayranlığı, ilk bakışta Osmanlıcılık ülküsüne bağlı bir aydın olduğu izlenimini uyandırsa bile, o, bir başka yüzüyle Batı şiirine açık bir kişiliğin şairidir. Uzun yıllar Paris’te Fransız şiirini tanıma imkanına sahip olmuş; Baudelaire ve Valery’nin şiirini özümseyerek sanat anlayışına yön vermiştir. Yahya Kemal, Eski Şiirin Rüzgarıyla adlı kitabındaki neo-klasik şiirleriye gelenekçi, Kendi Gök Kubbemiz adlı kitabındaki şiirleriyle ise modern’dir: kökü mazide olan bir ati !
Yine aynı dönemde, Edebiyat-ı Cedide’ye karşı bir topluluk olarak ortaya çıkan Fecr-i Ati ’nin en dikkate değer üyesi Ahmet Haşim, çarpıcı düz yazıları, alışılmadık şiirleri ve kişiliği ile, büyük bir ilgi toplar. Yarı karanlık imgelerle yüklü, simgeci, içe dönük, kapalı ve ’saf şiir’ ardında koşan bir dünyadır Haşim’in şiiri.
Haşim’ de, Yahya Kemal’ de aruzun son ustalarıdır.
Milli Edebiyat akımına hececiler sahip çıkar: Faruk Nafiz Çamlıbel, Enis Behiç Koryürek, Orhan Seyfi Orhon, Halit Fahri Ozansoy ile Yusuf Ziya Ortaç’tan oluşan ve kısaca ’Hececiler’ diye adlandırılan bir şairler topluluğu, yalın Türkçe ve hece ölçüsü kullanmayı ilke edinerek doğaya, Anadolu’ya, kahramanlık ve vatanseverlik temalarına yönelirler. Ne var ki, sığ bir gerçekçilik ve basma kalıp söyleyişler, söz konusu memleketçi edebiyat’ın başarıya ulaşmasına izin vermez. Bunlar arasında sadece ’Han Duvarları’ şairi Faruk Nafiz Çamlıbel, lirik şiirleriyle etkisini günümüze kadar sürdürür.
’Memleketçi edebiyat’, Cumhuriyet’in kuruluş döneminde de rağbet görür. Ahmet Haşim ve Yahya Kemal’i dışta tutarsak, dönemin ilk yarısına hece’nin egemen olduğunu söyleyebiliriz. Heceyi sürdürenler arasında Kemalettin Kamu, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ömer Bedrettin Uşaklı, Ahmet Kutsi Tecer, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Muhip Dranas, Cahit Sıtkı Tarancı gibi şairler, farklı şiir anlayışlarıyla dikkati çekerler.
Ünlü şiiri ’Gurbet’ nedeniyle Gurbet Şairi olarak tanınan Kemalettin Kamu, kısacık ömrüne sığdırdığı içtenlikli ve yalın şiirlerinde, daha çok yurt sevgisi, Cumhuriyet coşkusu, aşk ve özlem gibi duyarlıkları dile getirir. Aynı zengin duyarlık ve imgelem gücüne, yine az yaşamış bir şair olan Ömer Bedrettin Uşaklı’nın şiirlerinde de rastlanır. Bu şair, halk kültürümüzden ve ülkemizin doğal güzelliklerinden tatlar ve renkler devşirir. Koşma, en sevdiği şiir biçimidir. Bununla birlikte, Munzur Dağları , Çoruh akşamları ve fındık bahçelerini yansıtırken, kapalı, yoğun ve geniş imgelerle yüklü, Ahmet Haşim veye Tanpınar’a, benzer bir şiire de uzak durmaz: ’Deniz Sarhoşları’nda olduğu gibi. Ahmet Kutsi Tecer ise halk kültürüyle beslenen ve hece’ye yeni olanaklar arayan bir şiiri sürdürür.
Simgeci anlatımıyla Ahmet Hamdi Tanpınar, o dönem şairleri arasında ayrı bir yer tutar. Şiirinde vezin, kafiye ve ahenk büyük önem taşır.Yahya Kemal ve Fransız şair Valery, en sevdiği şairler arasındadır.
Ahmet Muhip Dranas’da, Tanpınar gibi, Fransız şiirine yakın duran simgeci bir şairdir. Baudelaire’in sözcük dağarını dilimize başarıyla taşımış, bu sözcüklerle duygu ve düşünce yoğunluğundan çok, söyleyiş,deyiş güzelliğine öncelik tanımış bir şairdir.
Batı şiiri, Cahit Sıtkı Tarancı için, kültürel bir miras gibidir:Baudelaire ve Verlaine. Ama O,yalnızlık ve ölüm tema’larına ağırlık vererek, Halk Şiiri ile Divan şiirimizden yankılar uyandırmayı bilir ve Hece’den ’Garip’ Şiir Hareketi’ne doğru uzanan bir çizgide, kendine özgü bir şiirin yetkin örneklerini sunar.
Gençlik yıllarında Batı’lı çağdaş bir içerikle halk ve tekke şiirimizin biçim olanaklarını başarıyla kullanan Necip Fazıl Kısakürek, bohem bir şairin aşk, ölüm ve yalnızlık karşısındaki duygularını yansıtır. Giderek kendi iç dünyasını bir bunalım çizgisi üzerinde araştırmaya yönelen şairimiz, trajik bir ölüm düşüncesine ulaşır. Bu, daha sonraki yıllarda insanın kaderi, hırsı, çilesi ile yaşadığı ruhsal bunalıma ayna tutan dokunaklı bir şiirin örgüsünü ve Necip Fazıl gizemciliğinin özünü oluşturacaktır. ’Büyük Doğu Siyasi Cemiyeti’ni kurarak müridleri tarafından ’Süper Mürşit’ liğe layık görülen şair, yapıtlarıyla dini siyasete alet etmekten de geri kalmaz ve çarpık bir kişiliğin çağ dışı mistizmini sergiler.
1930’lara doğru Yaşar Nabi Nayır, Sabri Esat Siyavuşgil, Ziya Osman Saba, Cevdet Kudret, Vasfi Mahir Kocatürk Muammer Lütfi ve Kenan Hulusi Koray ortak bir kitap çıkarırlar: Yedi Meşale. Milli Edebiyat akımına bağlı şair ve yazarların sığ gerçekliğine karşı çıkmak ve yeni bir çığır açmaktır amaçları. Ortak kitabın önsöz’ünde şu satırlara rastlanır:’ Yazılarımızda ne dünün mızmız ve soluk hislerini , ne son zamanların renksiz ve dar Ayşe, Fatma terennümünü bulacaksınız. Biz her şeyden evvel duygularımızı başkalarının yardımına muhtaç kalmadan ifade etmeye çalıştık.
Edebiyat tarihimize ’Yedi Meşaleciler’ adıyla geçen bu topluluk, tıpkı Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati mensupları gibi dar bir biçimcilik ve duyguculuk anlayışını sürdürerek , hiçbir ’yeni şaheser’ yaratamadan kısa bir süre sonra dağılır. Muammer Lütfi edebiyattan elini çeker. Geriye kalanlar şiiri bırakırlar ! Bir tek Ziya Osman Saba, şiirde direnerek, günümüze kalmayı başarır. Cahit Sıtkı’nın yaşıtı ve yakın arkadaşı olan Saba, karamsar, içe dönük, gizemci ve yazgısına boyun eğmiş, bir insanın şairi olarak, tek veya iki kişilik bir dünyanın şiirine ayna tutar.
Bu dönemde Türk şiirine asıl yeniliği Nazım Hikmet getirir. Hem biçim, hem de öz bakımından devrimci bir şiirin temellerini, bu yenilikçi şair atar. Toplumcu gerçekçi bir şiir akımının yolunu O açar. Afşar Timuçin, O’nun şiirinde ölçülü-uyaklı dönemin 1920’lere kadar sürdüğüne dikkat çekerek şöyle bir saptamada bulunur: ’Nazım Hikmet Türk şiirinde yeni bir içerik ve yeni bir ses demektir, O zamana kadar şairlerimizin alışık olmadığı bir ses düzenini geçerli kılmıştır. Nazım Hikmet’in şiiri, yeni içeriğiyle kurulu düzeni tedirgin ederken, estetik yapısıyla şiir dünyasına hatta tüm sanat alanına yeni şeyler esinliyordu. Mayakovski’nin dize düzenine benzeyen bu dize düzeninde şair, anlattığı şeye göre değişen özel bir anlatım geliştirmek zorundaydı. Hazır estetik böylece tarihe karışıyordu.’
Toplumcu şiir akımı, kısa zamanda etkisini gösterir. Aynı yolda yürümeyi deneyen şairler ki, bunların başında İlhami Bekir Tez ve Hasan İzzettin Dinamo gelir, Nazım’ın getirdiği yeniliği geliştirme başarısını gösteremezler. Bu akıma daha sonraları, kendilerine ’1940 Kuşağı’ adı verilen şairler sahip çıkar: A.Kadir, Rıfat Ilgaz, Ahmed Arif, Attila İlhan, Arif Damar, Şükran Kurdakul...gibi şairlerin çabalarıyla, toplumcu şiir geleneği önemli ilerlemeler kaydeder.
Modern şiirimizin her yönüyle özgün diyebileceğimiz şairlerinden biri, hiç kuşku yok ki, Fazıl Hüsnü Dağlarca’dır. 1935’te yayınladığı ilk şiir kitabı Havaya Çizilen Dünya ile haklı bir ilgi uyandıran Dağlarca, o tarihten günümüze kadar, farklı dönemleri yansıtan, apayrı biçimleri deneyen yetmişi aşan şiir kitabına imzasını atar.
1940’lara doğru ’Garip’ hareketi, eski şiire ve Nazım Hikmet’in başlattığı toplumcu gerçekçi şiir hareketine bir tepki olarak ortaya çıkar. Genç şairlerin Varlık dergisinde başlattıkları bu hareket, kısa bir zaman sonra, yeni bir çığıra dönüşür. Hareketin başında yer alan şairler şunlardır: Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet .
Behçet Necatigil, ’Garip’şiiri için şu değerlendirmeyi yapar: ’Garipçiler’in şiiri, Garip dönemi şiirleri;büyük ihtiraslar, hayaller taşımayan, bu tür sarsıntıların uzağında ve küçük şeyler yüzünden iç dünyalarını zenginleştirmeye vakitleri ve kabiliyetleri olmamış kişilerin aylak, boş dolaştıkları bir lunapark görünümündeydi...Bu şiirin kahramanı diyebileceğimiz en bilge insan; ince duyarlıklara yabancı ve zekaya, metafiziğe kapalıydı. Hayatının en büyük mutluluğunu ’rakı şişesinde balık’ olabilmekte görüyordu.’
Orhan Veli, daha sonraları ’Birinci Yeni’ diye de adlandırılacak olan ’Garip’şiirine bağlılığını baştan sona sürdürürse de, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday, 1950’lerde ortaya çıkan yeni şiir atılım ve yönelimlerine ilgisiz kalmazlar. Oktay Rıfat 1956’da yayımladığı Perçemli Sokak adlı kitabıyla gerçeküstücü bir şiirin ardına düşer ve sonraki şiirlerinde değişik biçim özelliklerini yansıtan, folklorik ve mitolojik ögelerden yararlanan, zengin çağrışımlar ve güçlü imgelerle soyut’u değerli kılan bir çeşitlilik sergiler.
Melih Cevdet Anday’ın şiiri de, gerek biçim, gerekse içerik bakımından sürekli bir değişim ve gelişimin ardında koşar. Şu sözler onundur :’Ben şiirime, özellikle son yıllarda yapısalcı bir nitelik getirmek istiyorum. Şimdiki zamanla geçmiş zaman arasında ve çeşitli toplumlar arasında, benzerlikler ardına düşerek, bir bütün anlayışına varmak, doğayı belli başlı ögelere indirgemek gibi tarihi de sadeleştirmek, arındırmak...Bundan ne çıkar?Bilmiyorum.’
Birinci Yeni’ye yakın şairler arasında, halk sanatına aşırı hayranlığı , yaşama sevinci, coşkusu ve renkli söyleyişi ile tanınan Bedri Rahmi Eyüboğlu;içtenlikli ama yalın, soyut’tan çok somut’a eğilimli, gerçekçi bir şiiri sürdüren Necati Cumalı;espri ve ironiyle yüklü kısa şiirlerinde toplumsal bir eleştiriyi geliştiren Orhan Murat Arıburnu;bireysel kaygıları, aşkı, toplumsal ve düşünsel temaları temiz yüreklilikle işleyen Nahit Ulvi Akgün sayılabilir.
Ayrıca, adlarını genellikle 1940’lı yıllarda duyurmaya başlayan ve kendi şiirini kurmayı başaran ’yenilikçi’ şairlerin sayısı da önemli bir toplama ulaşmıştır. Behçet Necatigil, Sabahattin Kudret Aksal, Salah Birsel, Metin Eloğlu, İlhan Berk, Özdemir Asaf, Celal Sılay, Müştak Erenus vb.
Her şairin, şiir serüveni boyunca gurbet, hasret ve hikmet burçlarından geçtiğine inanan Behçet Necatigil, şiirlerinde içe dönük kişiliğiyle büyük kent insanının bunalımlarını ve tedirgin iç dünyasını dile getirir.. Ne var ki, sevgisizlikle kuşatılmış bu orta tabaka insanının şiirinde, yaşanan çağın ve evrensel değerlerin yanı sıra, toplumsal sorunların kendine özgü bir duyarlıkla yansıtıldığı da görülür.
Her yapıtında farklı bir şiir kişiliğiyle okurunu şaşırtan İlhan Berk, şiirimizin en gözü pek temsilcilerinden biri sayılır: sürekli yenilik ardında koşan, arayan, araştıran, kafa yoran, notlar alan, bu notlardan öznel sonuçlar çıkaran her dem taze bir öncü şairdir.
Aynı dönemde, yurt ve köy gerçeklerine yönelen halkçı ve Anadolu’cu kişiliğiyle, Ceyhun Atuf Kansu’nun şiirleri de ilgi toplar. Dağlarca’ya göre’ yaşamının bir bölümünü çocuklara adamış olması, onu nikbin kılmıştır. Bütün yazdıklarında bir ümit ışığı taşıması, bir iyimserlik taşıması belki de bundandır’
Daha önce işaret edildiği gibi, Nazım Hikmet’in başlatmış olduğu toplumcu şiir akımı, ’1940 Kuşağı’ şairlerinin çabaları ile bir gelişmeyi sürdürmektedir. Asım Bezirci’ye göre ’toplumculuğu benimseyip de Nazım’ın etkisinde kalmayan iki üç şair varsa, bunlardan biri Rıfat Ilgaz’dır. Gerçekten bazı yanlarıyla Ilgaz, Nazım Hikmet’ten çok Orhan Veli’ye yakın düşer. Ama bu yakınlık dıştadır; özde değil, biçimdedir. Orhan Veli, batıcıldır. Ilgaz ise, yerli ve yereldir. Orhan Veli halk gibi olmaya özenir. Ilgaz ise halktan biridir.
A. Kadir, toplumcu şiir geleneğini oluşturmak için çaba harcayan şairlerin başında gelir. Eray Canberk’e göre ’başlangıçta Nazım Hikmet gibi yazmak istemiş, daha çok, biçim yönünden Nazım Hikmet’e öykünmüştür. Şiircesini temellendirdikçe Nazım Hikmet’ten uzaklaşmış ve kendine özgü bir öz, bir biçim oluşturmuştur.’
Modern edebiyatımızda başlı başına bir ’şiir okulu’dur Attila lİhan’ın şiiri. kendine özgü bir şiirdir bu. Güçlü bir imgelem, usta işi bir kurgu, zengin bir sözcük hazinesi, kişilikli bir söz dizimi...insanı çarpan, allak bullak eden öge ve özellikleri ile Attila İlhan, yalnız kendi kuşağını etkilemekle kalmaz, etkisini kendinden sonraki kuşaklarda da duyumsatır.
’Garip’ hareketinden yaklaşık on yıl sonra yeni bir şiir anlayışı uç verir. İlk ürünlerini Yeditepe dergisinde ve Pazar Postası’nda izlediğimiz bu şiir anlayışına, İlhanBerk, Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya, Ece Ayhan, Sezai Karakoç, Ülkü Tamer öncülük ederler. Muzaffer Erdost bu akıma bir isim bulmakta gecikmez:’İkinci Yeni’
Adı ister ’İkinci Yeni’, isterse Sezai Karakoç’un deyişiyle ’Yeni Gerçekçilik’ olsun, başta Perçemli Sokakta’ki gerçeküstücü şiirleriyle Oktay Rıfat olmak üzere, pek çok şair, bu hareketin içinde yer alır: Ercüment Uçarı, Ali Yüce, Gülten Akın, Kemal Özer, Özdemir İnce, Ergin Günçe, Cahit Zarifoğlu, Süreya Berfe, Özkan Mert, İsmet Özel, Ataol Behramoğlu, Refik Durbaş ve başkaları.
Bazı eleştirmenlerin ileri sürdüğü gibi, ’İkinci Yeni’ bir kaçış şiiri midir? Atilla Özkırımlı, ’Türk Yazın Tarihinde Akımlar’ başlıklı incelemesinde, bu soruya şu yanıtı verir: ’Siyasal ortam düşünüldüğünde, evet. Ama yaşanılan toplumsal durum göz önüne alındığında, bireyin toplumla çatışmasının, yabancılaşmanın; yerleşik değerlerin bireyi bunaltmasının ve dış dünyayla, insanlarla kurulan ilişkilerin yozlaşmasının ikinci yeni’yi beslediği söylenemez mi?çağdaş düşünce akımlarıyla(varoluşçuluk)beslenen ikinci yeni deviniminin siyasal eylemi dışlanması gerici bir sanat akımın çıkışında ve gelişim sürecinde rastlanan aşırı örnekler öykünmecilerin yenilik için yenilik ardında koşanların yoz ürünleri de o akımı olumsuzlaştırmanın nedeni olamaz.’Nitekim 1906’tan sonra ikinci Yeni akımı da kendi içinde biçimsel aşırılıklardan arınarak yeni imgelere,dize işçiliğinde dayanan ve şiirsel bir yapı kurmayı amaçlayan arayışlarla gelişimini sürdürdü. ikinci yenicilerin uzak çağrışımları yaratmaya yönelik bir dil oluşturma çabaları genelde Türk şiirini de etkiledi. Anlamsızlık değil,yeni anlamlar yakalamaktı artık amaç (Türk Dili,Ocak 1981)
’İkinci Yeni’nin usta sairlerinden Cemal Süreya,kendi şiirine şu sözlerle bakar: ’Erotik bir şiirdir benimki.Sanırım en belirgin özelliği budur.Dipte tarih içinde uygarlık ve var olma sorunu tartışılır.Mitler, günlük hayatın küçük olaylarına dağılarak somutlaşır (...) Yarattığım her imgenin hem çağdaş bağı kurmasını özlerim.Şiirin kurulu düzene karşı olduğu inancıdayımdır.Çok şeyi konuşma dilinden çıkarım.’(Milliyet-Sanat,19 Ocak 1973)
Turgut Uyar ,her yapıtıyla ,yeni bir kimlik içinde görünür.
Salah Birsel ’e göre ’Dünyanın En Güzel Arabistanı ile eski şiirlerinden ayrılan en önemli yanı, hece şiirlerinden gelen sesin başta ortadan kaldırıp, bunun yerine günlük dile, düz yazıya dayanan bir dilin oturtulmasıdır.Zaten Cemal Süreya bir yana, İkinci yeni’inin en belli başlı özelliklerinden biri budur. Ama elbet Turgut Uyar’ın imge dünyası da çok değişmiştir . Sevişen, öpüşen, arzu eden insanın karanlık dünya’sına açılır artık bu imgeler.../ Cemal Süreya ve Edip Cansever’le birlikte şiir dilini pompalayan imge dünyası değiştiren bu çabaların,şiiri ,kim zaman düz yazının yalınlığına düşürdüğü olmuyor mu? Buna,oluyor karşılığını verebilir hemen.Nedir,Dünyanın en güzel Arabistanı’nda beliren bu tehlike ,ozanın biraz daha olgunlaşmasıyla mıdır nedir,Tütünler ıslak ile her pazartesi’de ortadan silinmeye yönelir.Bütün bütüne mi? değil elbet. Çünkü ozanın söz dizimi çokluk öyle yinelemelere yer verir ki,bu,kimi zaman şiiri ağırlaştırır,düz yazıya doğru iter.Ama kimi zaman da ona sıcaklık verir’.../... ’Turgut Uyar ,şiirini karanlık yapan ’o yağma karanlık ’a götüren de odur’(Şiir ve Cinayet ’1975)
Edip Cansever süreklı tekdüze yakınan yabancılaşmış bir bilicinin alçak sesli trajedisini tekrarlayan ve neresinden bakılırsa bakılsın umutsuzluk damıtan bir şiiri geliştirir.Metin Eloğlu bu son derece ilgi cekici şiir için şu belirlemeyi yapar:Umut yok Cansever in yaptıklarında iyimserlik - kötümserlik yok önerme övünme öyküme yok:onca bir dizin (şiir)var yapayalnız .papirus Temmuz 1966)
ikinci Yeninin öncülerinden Sezai Karakoç metafizik kaygılarından arınmış mistik bir şair kimliğiyle görünür islamcı ve gizemci düşünceyle Anadolu culuğu bağdaştıracak bir şiirin olanakları yoklar.
Şair Ece Ayhan ise bilmece bulmaca yazarları tarafından ikinci yeninin papazı olarak itibar görür.
1960 yılı partili siyasal hayata geçişi simgeleyen 1950 yılı gibi cumhuriyet tarihimizin önemli dönemeçlerinden birini oluşturur.Ekonomik ve toplumsal yapıda büyük dönüşüm yaşamış olsa da Türk aydını 27 mayıs 1960 Devriminin getirdiği anayasal özgürlükler ortamında düşünsel bir birikim sürecine girer. Şiir alanında durum şudur:garip akımı işlevselliğini çoktan yitirmiş ikinci yeni kendini arındırarak usta şairlerin yetiştirmiş ,genç şairler için etkileyici ve esinlendırici bir yeni numara ulaştırmıştır. Şiirimize konan yasaklar yıkıldığı ve yeni ufuklar açıldığı için bu genç şairler, ’ikinci yeni ’nin izinde yürümeyi kendilerine vermiş bir görev savaşlar. 1970 başlarına kadar,ÖZDEMİR İNCE ,ATAOL BERHAMOGLU,İSMET ÖZEL,SÜREYYA BERFE, REFİK DURBAŞ...gibi şairlerin yayınladıkları kitaplarda yer alan Şiirler, ’ikinci yeni’nin sürmekte olan etkisine tanıklık eder.
1964 sonlarına doğru, Nazım’ın elli yıldır karanlıkta kalan şiirleri ve daha sonra da kitapları art arda yayınlamaya başlar.Toplumcu şiirimizi bir başka temsilcisi HASAN HÜSEYİN ’in -daha çok nazım hikmet ve atilla ilhan etkileri taşıyan -şiir kitapları da ilgi uyandırır:kavel(1964),temmuz bildirisi (1965),kızılırmak (1966).1968 ögrencı hareketleri ,genç şairin okur karşısındaki toplumsal ve siyasal işlevin gündeme getirir AHMET ARİF, eski şiirlerini ,hasretinden prangalar eskittim (1968)adlı bir kitapta toplar.Böylece yuksek sesli ve kavgacı’bir şiirin ön koşullarını hazırlanmış olur.
Aralık 1969 da haftalık ant dergisi birbirini izleyen üç ayı sayısında ’devrimci genç şairler savaş açıyor’başlıklı bir röportaj yayınlar konuşmacı Osman S.Arolot’ın soruları yanıtlayan bu devrimci genç şairler şunlardır ATAOL BERHAMOGLU,İSMET ÖZEL ÖZKAN MERT VE SÜREYYA BERFE böylelikle,’yüksek sesli ve kavgacı ’bir şiiri kurma yolunda ilk önemli adamı atmış ,çeşitli dergilerle 1970 sonlarına kadar sürecek olan devrimci şiir-gerici şiir tartışması başlatmış ve toplumcu gerçekçi şiir’den slogan şiiri’ne doğru uzanan bir ortam hazırlamış olur.Ne var ki bu genç şairler,daha sonraki yıllardan ayrı yollar izleyerek, kendilerine özgü bir şiirin altında koşacak ve başarıya ulaşacaklardır.