- 371 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SALÂ
SALÂ
Salâ, Arapça’dan girmiş dilimize. Cuma salâsı, su salâsı gibi türleri var. Cuma salâsı, Cuma vaktinin geldiğini duyurur. Su Salâsı, ölen birinin ölüm haberini ilan etmek için verilir.
Bu sözcük dilimizde “sela” olmuş. Sela söyleyişiyle ifade ediliyor.
Bu açıklamadan sonra gelelim anlatımıza. Konuğumuz Elbistanlı Mehmet Göçer. Elbistan’ın duayen gazetecisi Göçer, bir kültür adamı aynı zamanda. Üretken bir yazar.
Mehmet Göçer, Elbistan’ın Sesi Gazetesi’nin sohbet köşesinde 2001 yılı sonlarında yayınlamaya başladığı yazılarını, “UN SANDIĞI” adını verdiği bir seride toplayarak kitaplaştırdı. Un Sandığı’nın beşinci kitabı 2012’de yayınlandı. Dile kolay tam beş ciltten oluşan bir seri. Altıncısı yolda...
Un Sandığı, ismiyle müsemma bir kültür hazinesi. Aile sohbetlerinde, düğün odası, kahve ve cenaze evi sohbetlerindeki konuşmalar... Geçmişte yaşanan, bilhassa kıssadan hisse niteliği taşıyan olayların ilgi çekmesi Mehmet Göçer’i böyle bir çalışmaya yönlendirmiş. Olaylardan hiçbirisi efsanevî değil. Üstelik ulaşabildiği kaynak ve kahramanların fotoğraflarına imkânlar ölçüsünde yer verilmiş.
Kitabın adı neden Un Sandığı? Bunu şöyle açıklıyor Mehmet Göçer: “Elbistan, Afşin ve çevresinde en çok ses getiren ve dünyada eşi görülmemiş, diğer bir deyimle ilk ve son Durdu Gök’ün aşk hikâyesi olduğu için; kitabımın adını UN SANDIĞI koymuş bulunuyorum.”
Bu Un Sandığı hikayesini bir başka anlatıya bırakalım. Şimdi Un Sandığı 1’de yer alan bir anlatıyı virgülüne dokunmadan aktaralım:
“10 Kasım Selası
10 Kasım Saat 09.05 geçe Baba Hüseyin’in selâ vermesi yüzünden Hafız Şerif Akkaya’nın sorguya çekilmesi olayı halen Elbistan’da söz edilip gülüşülür.
İlginç olay, Kahramanmaraş ili Elbistan ilçe merkezî Ulu Cami’de yaşanır. Yıl 1981. Tarih 10 Kasım, saat 09:05 geçe. Bilindiği gibi; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ve kurtarıcısı Atatürk’ün son nefesini Allah’a teslim ettiği andır. O anda, yine bilindiği gibi, sirenler çalar, herkes hazırola geçer, iki dakika hareketsiz beklenip saygı duruşunda bulunulur.
Elbistan ilçe merkezi Ebilkasımlar ailesinden Durdu Memed’in oğlu Yaşar Çiçek, avukatlık yaptığı Mersin’de vefat eder. Naşı Elbistan’a getirilir.
Elbistan geleneğinde, bir taraftan kabir kazılması işi yürütülürken, bir taraftan da selâ verilmesi işi için bir kişi görevlendirilir.
Ulu Cami’ye giden kişi Şerif Hafız’ı (Akkaya) bulur. Künyeyi bildiren pusulayı uzatır. O anda, caminin bilâ-ücret hizmetçisi Baba Hüseyin pusulayı kapar. Okur yazarlığı olmadığı için getirene bir iki defa okutur. “Bu selâyı ben veririm” der. Şerif Hafız da sessiz kalır. Pusulayı alan Baba Hüseyin 10 Kasım Atatürk’ün ölümü ve saat 09:05 geçe ruhunu teslim ettiği gün, saat ve dakikayı hesap edecek kadar kültüre sahip değil.
Tam otolar siren çalmaya, Baba Hüseyin de selâ vermeye başlamıştır. Selâ ile siren (korna) sesi birbirine karışır.
Bu safhadan sonra harekete geçen polis, Şerif Hafız’ı da, Baba Hüseyin’i de Atatürk’e saygısızlıktan sorguya çeker. Hazırlanan dosya Cumhuriyet savcılığının takdirine sunulur. Başsavcı Ali Selim, Atatürk’ü Koruma Kanunu çerçevesinde adlî soruşturma başlatır.
Şerif Hafız’ın, devletine ve yurdumuzun kurucusu Atatürk’e saygılı bir din adamı olduğu bilinmektedir. Cumhuriyet Savcısı da bunun böyle olduğunu anlamakta gecikmez. Baba Hüseyin’in de saflığı, ifadesini verirken kendiliğinden ortaya çıkar. Savcı Ali Selim zekî bir idareci. Durumu anlaması üzerine her ikisini de serbest bırakır, tahkikat dosyası da böylece kapanmış olur.
(Kaynak; Elbistan D.Hastanesi personelliğinden emekli, Şerif Hafız’ın da damadı İsmail Gürbüz)”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.