az kahrımızı çekmedi
Dışarı çıktım gökyüzü açık olmasına rağmen yıldızlar nerdeyse gözükmüyordu. Buz gibi soğuk kurşun gibi ağırdı bir hava vardı. Daha birkaç adım atmadan iliklerime kadar üşümüştüm. İçerde yanan sobanın sıcağından dışarıda olan soğuğu fark etmemiştim. Bir an önce otele varıp yatarak hem ısınmayı hemde bu gün yaşadıklarımı unutmak istiyordum. İzmir yolunu hızlı adımlarla geçtim. Tek tük gelen araçların farları kirliliğin oluşturduğu sisten zor görünüyordu. Otelin kapısından içeri girip görevliye sahte bir tebessüm ettikten sonra odaya yönelmiştim ki hayırdır hocam ya selam sabah yok dedi. Belliki bir şeyler duymuş konuşmak istiyordu. Döndüm selam verdim sanırım sen farkında olmadın. Dedim. Yüzüme baktı gördüm be hocam canın biraz sıkkın gibi idi de biraz takılayım dedim. Bir yaramazlık yok değil mi dedi. Yok dedim işte gidip geliyoruz. Ufak tefek sorunlar oluyor ama hallediyoruz. Benim esas sorunum okul değil kendime bir iş bulmam lazım yoksa senin parayı nasıl öderim. Birazda ağzını aramak adına iş bulamazsam artık okulu bitiresiye veresiye kalırız okul bitince öderiz dedim. Hafiften bir kahkaha attı. Bu yetmez sen kahvaltıda istersin, istersen nüfus cüzdanını da getir seni üzerime yazdırayım dedi. Burayı imaret hanemi sandın hocam sen bir an önce iş bulmaya bak dedi. Tekrar soru sormasına fırsat vermeden yarın konuşuruz iyi geceler deyip merdivenlere yürüdüm. Odaların ışıkları sönmüştü. Belli ki herkes yatmıştı. Sessiz odanın kapısını açtım içeri girdim. Kapıyı arkadan kilitleyip üstümdekilerle yatağa uzandım. Daha okula başlayalı çok kısa bir zaman olmasına rağmen birçok olay yaşamıştım. Hepsi can sıkıcı şeylerdi. En önemlisi de dayımla ilgili olandı. Okulla ilgili zorlukların olacağını önceden az çok tahmin edebiliyordum. Bu sıkıntıları aşmada dayımdan biraz destek alabileceğimi düşünmüştüm. En azından okula alışıp bir iş buluncaya kadar yanlarında misafir olarak kalabilirim ümidiyle gelmiştim Bursa’ya. Ama daha ilk günden hüsrana uğramıştım. Kendi kendime “Selvi gibi umutlarım dön-dü iğdeye geçti borun pazarı sür eşeğin Niğdeye”deyip duru yordum. Ama bu benim son şansımdı. Ne pahasına olursa olsun bu okulu bitirmem gerektiğini biliyordum. Kızmakla küsmekle olmayacak bu iş dayımdan başka gidecek, bana yardım edecek kimse yoktu. Karar verdim bir kez daha gidip durumumu anlatıp bir iş bulma konusunda yardım etmesini istemeye.
O gece sabahı zor ettim. Kahvaltı bile yapmadan elimi yüzümü yıkadım ve Milli Eğitimin yolunu tuttum. Tütün depolarının önünden hızla geçtim. Yürümüyor adeta koşuyordum. Meşhur bursa bıçakçıları, bitpazarı derken heykele vardığımda saat daha 07.20 geçiyordu. Mesaiye daha 40 dakika vardı. Ama kapı açıktı. Kapının önünde bir iki tur attım. Hava soğuktu ve üşümeye başlamıştım. Elimi ağzıma götürüp nefesimle ısıtmaya çalışırken, çerden birinin Müdür bey daha gelmedi istersen gel içerde bekle dedi. Evet, ilk gelişimdeki münakaşa ettiğim görevliydi. Belli ki o günün ezikliği vardı. Dayıma kendisi ile ilgili bir şey anlata bileceğim endişesine kapılmıştı. Benim böyle bir şeyi asla yapmayacağım bilemeyeceği gibi, ben söylesem bile dayımın asla buna itibar etmiyeceğini de bilemezdi.
Biraz mahcup yüzüme bakarak çay yeni oluyor istersen bir çiçek yaptırayım sabah sabah iyi gelir dedi. Ben teşekkür ederim. Daha kahvaltı yapmadım dedim. Ellerini ovuşturarak arzu ederseniz hemen şu yan tarafta çok güzel börek yaparlar çayla çok güzel gider. Ben çok teşekkür ederim, lütfen siz rahatınıza bakın dedim.
Kısa süren bir sessizlikten sonra-Müdür Bey nerdeyse gelir. Ben hayatımda birçok müdürle çalıştım ama dayın gibisini görmedim, akşam herkesten sonra gider, sabah herkesten önce gelir dedi. Saatine baktı, kendine bir çeki düzen verdi. Ben Müdür beyin gelişini ayak seslerinden tanırım işte geliyor dedi. Gerçekten bazı şeyler duymuştum ama bu kadarını da beklemiyordum. Dayım çok uzun boylu olmasa da o ailenin içinde en uzun boylu olduğu kesindi. Düzgün bir fiziği vardı. İçeri girerken görevliye günaydın… Efendi dedi. Beni görünce biraz şaşırdığını hissettim. Ama o belli etmemeye çalışarak elini omuzuma atıp bakıyorum erkencisin dedi. Beden dilini kullanarak geçenki soğukluğu sanki gidermeye çalışıyor gibiydi. Kendi kendime karar vermekte acele ettiğimi düşünmeye başladım. Merdivenlere doğru çıkarken bir taraftandı… Efendi bize iki bardan süt getir. Yanında da… olsundedi. Banada sizin koyunların sütünün yerini tutmaz ama artık idare edeceksin derken bir yandan da gülümsüyordu. Odasına beraberce girdik. Üzerindeki paltosunu çıkarıp astı. İçeri sıcaktı. Masasına geçmedi. Masanın önünde iki misafir koltuğu vardı birine ben oturdum diğerine de kendisi. Kısa bir süre sonra odacı iki bardak süt ve yanında birkaç tane… İle geldi. Sütleri ve… Sehpanın üstüne yerleştirdikten sonra afiyet olsun dedi ve çıktı. Ben sütü aslında hiç sevmezdim. Çocukluğum koyun kuzu içinde geçmiş olmasına rağmen belki bir bardak bile içmemişimdir. Tabi ilkokulda zorla içirilen süttozunu saymıyorum.
Yanlış hatırlamıyorsam 1947 yılından itibaren ABD ile yapılan bir anlaşma gereğince birçok Avrupa devleti ile birlikte Türkiye’ye yardım yapılıyor. Bu yardımların içinde süttozu da vardır. Sütler okullarda kazanlarda pişirilip öğrencilere zorlata olsa içirilirdi. Tadını bilmem ama içerken burnumuzu tutardık hoş olmayan bir kokusu vardı.
Bu sütü de o günkü süt tozu gibi zorlanarak içtim. Ama dayım bunu her sabah içiyormuş. Sonradan öğrendiğime göre mide rahatsızlığı varmış.
Sütü içerken biraz evden bahsetti. Büyük oğlu Ç.kimseyle iletişim kurmadığından yakındı. Küçük oğlu K.daha hareketli, ha sosyal olduğunu anlattı. Bana belki Ç.sen yardım edebilirsin. Onunla bir konuş bakalım dedi. Gerçekten çok şaşırmıştım. Bu sözlerden eve davet anlamı çıkıyordu. Bende hemen havaya girip tabi elimden geldiğince yardım etmeye çalışırım deyi verdim. Mesai başlamış olmalı ki yardımcıları kapıyı aralayıp günaydın deyip odalarına geçiyorlardı. Bir an önce iş konusunu konuşmam gerekiyordu. Süt için teşekkür ettikten sonra. Durumu kısaca özetleyip bir iş bulmam lazım dedim. Masanın yanında bulunan bir butona bastıktan sonra, bakalım bir şeyler bula bilecek miyiz dedi. Yok, canım bu adamın kafasına bir taş falan düşmüş olmalıydı. Bir önceki o soğuk buz gibi adam gitmiş, yerine sanki iyilik meleği gelmişti. Kapı açıldı orta boylu etine tıknaz, kıravatına rağmen iki yakası bir araya gelmeyen biri içeri girdi. Buyurun Müdür Bey dedi. Sana bahsettiğim yeğenim Ekrem dedi. Adam gayet saygılı bir şekilde öylemi hoş geldiniz diyerek elimi sıktı. Bende olabildiğince nazik olmaya çalışarak teşekkür ederim dedim. Tekrar dayıma dönerek yakınlarda yok ama Kamil Sarıaydın ilkokulluda bir öğretmenimiz uzun süre raporlu onun yerine görevlendirme yapa biliriz sizde uygun görür-seniz dedi. Bu konuşmalar geçerken nerde ise sevinçten ağlayacaktım. Bağırıp her ikisinin de boynuna sarılmamak için kendimi zor tuttum. Dayım sen şimdi m.beyle git o gereken işleri yapacak yarında gider başlarsın dedi. Teşekkür etmeme fırsat vermeden M.bey hemen elimden tutarak kendi odasına giderken odacıya bize iki çay getir dedi. Odasına girdik okulun yerini bilip bilmediğimi sordu. Ben Bursa’ya yeni geldiğim için daha kendi okulum hariç bir yeri bilmediğimi söyledim.
Tamam, tamam anlaşıldı dedi. Okulun yerini nasıl gideceğimi anlattı. İstersen bizim şoför seni bıraksın okulu da görmüş olursun dedi. Ben istemez bulurum dedimse de o zaten oraya bir iş için uğrayacaktı senide bırakmış olur dedi. Şoförü çağırması için kapıcıyı yolladı. Biz çayı içene kadar şoförde geldi. Ben teşekkür etmek için elimi uzattığımda göreyim seni hadi bakalım beni müdürüme karşı mahcup etme yeter dedi. Şoförle birlikte odadan çıktık. Bir dakika bekler misin deyip Müdür odasını çalıp kapıyı açtığımda sanırım yardımcısı telefonla haber vermiş olmalı ki ben hiçbir şey söylemeden akşam görüşürüz dedi. Ne söy-leyeceğimi bilemeden kapıyı kapatıp çıktım. Şoför bekliyordu koridorda hadi bakalım dedim. O biraz geri çekilerek buyurun efendim dedi. Ben önde o arkada merdivenlerden hızla aşağı indik. Kapının önünde bekleyen arabanın kapısını açtı. Ben zahmet etme deyince aman efendim lütfen buyurun vazifemiz dedi. Teşekkür ettim. Araba eskiydi ama temiz bakılmıştı. Kendi kapısını açıp koltuğa oturduktan sonra havalar soğuduğu için bazen bir defada ateş almıyor dedi. Bir besmele çekip anahtarı kontağa takıp bir çevirdi ama hiç tık yok. Biraz bekledi bir euzu besmele daha çekip anahtarı tekrar çevirirken bir taraftan da gaz pedalını pompalıyordu. Araba sigara tiryakilerinin her sabah ilk sigara dumanını çektiğindeki öksürükleri gibi bir iki öhö yap tıktıktan sonra çalıştı. Bu emektar bizim epey kahrımızı çekti ama artık tekaüdü hak etti diye espri yaptı. Ben arabadan anlamadığım ve anlasam da o an artık kafamda bu şok gelişmeden dolayı hiç düşünmeden atar yenisini alırlar demişim. Şoför ee devlet işi de böyledir beyim azcık bir yerine bir şey olsa yaptığın onca hizmete hiç bakmaz kapının önüne korlar dedi. Sesinin tonundan verdiğim cevaptan alındığı belli oluyordu. Aslında onun anladığı anlamda bir şeyi kastetmemiştim. Fakat şoförde en az araba kadar yaşlı ve emektar olduğundan alınmıştı. Ben okulu düşündüğümden oda bu söze sanırım kırıldı-ğından ne ben bir şey sordum nede o bir şey söyledi. Yarım saat sonra okulun önündeydik. Arabayı kapının önüne çekip ineceğim taraftaki kapıyı açtı. Buyrun efendim dedi. Zil çalmış çocuklar içeri girmişlerdi sanırım. Dışarda bir nöbetçi öğretmen çocuklara bir şeyler söylüyordu. Bir taraftan da sokak kapısından hala tek tük gelenler kızıyordu. Bu çocuklarda kabahat yok sen ana baba olarak sabah çocuğunu kaldırıp zamanında hazır etmesen işte böyle olur diyordu. Şoförün okula daha önce gelmiş olduğu rahat tavırlarından anlaşılıyordu. Bahçedeki öğretmene müdürün gelip gelmediğini sordu. Odasında cevabını alınca hızlıca salona doğru düdük. Müdür yazan odanın kapısının önü kalabalıktı. İçeri girip çıkanlar vardı. Şoför kapıdakilerden izin istedi. Orda bulunanlar hafif aralanınca kapıdan kafayı uzatarak Günaydın Müdür Bey Milli Eğitimden istediğiniz şeyi ve birde size öğretmen getirdim dedi.
Müdür bey şöyle bir kafasını kaldırdı şoföre doğru baktı, istediği ne idi bilmi-yorum ama önemli olsa gerek ki oldukça sevinmişti. Bu kadar çabuk olabileceğini tahmin etmiyordu anlaşılan. İşini bitirmek için acele ediyordu, ama insan-ların bir gitmeden diğeri geliyordu. Kimi sınıf defteri istiyor kimi tebeşir. Hangisine cevap vereceğini bilemiyordu. Şoför baktı iş yoğun Müdür Bey hizmetli bana nere bırakacağımı göster-sin yeter. Siz işinize bakın ben hallede-rim dedi. Müdür bey şoförün sıkıldığını anlamıştı. Yanındakiler beş dakika bek-leyin Milli eğitimden gelen malzemeyi teslim alıp hemen döneceğim dedi. Ar-dından çocuklar sizde teneffüste gelin olur mu diyerek onları da kırmadan odadan dışarı çıkardı. Bu koşuşturma içinde bana henüz sıra gelmemişti. Millî eğitimden gönderilen malzemeyi hiz-metli ile birlikte araçtan aldıktan sonra şoföre teşekkür etti. Şoför hocama te-şekkür edin bana değil diye gülümsedik-ten sonra hızla oradan uzaklaşırken Mü-dür şoförün ustaca bana attığı pasında etkisiyle, hocam kusura bakmayın, sabah telaşesi diyerek söze girdi. Müdür yardımcınsın bu gün biraz işi çıkınca tabi gelemedi onun işleri de bana kalınca böyle yoğunluk oldu, her gün böyle değildir yoksa diye açıklama yapma ih-tiyacı hissetmişti. Ben birazda samimi bir ortamın oluşmasına katkı sağlama adına ona sizi anlıyorum anlamında ba-şımı sallarken önemli değil müdürüm diyerek rahatsız olmadığımı ifade etme-ye çalıştım. Hizmetli malzemeleri yer-leştirirken bizde Müdür beyle odasına döndük. Masasına geçip otururken ba-nada masanın önünde bulunan koltuğu işaret ederek buyur hocam dedim. O tel görevlisinden sonra bana hocam diye hitap eden ikinci kişiydi sanırım müdür bey. Bu söz çok hoşuma gitmişti. Buna alışık değildim. Memlekette arkadaşla-rım bile, kuzu, koyun çobanları idi. Toplumdaki yerimizde ondan öteye gitmiyordu. Çobanlık elbette kötü bir şey değildi. Ama toplumun algılaması, çobana verdiği değer çok ta olumlu de-ğildi. Her ne kadar göçebelerde çobanlar el üstünde tutulmuş olsalar da, günü-müzde bu değişmişti. Çünkü ne tam gö-çebe, nede tam yerleşik düzene geçe bilmiştik. Göçebelerde çoban susamış koyunları kavalı ile su içirmeden dere-den karşıya geçirebilirmiş. Yani bazı maharetleri olan işinin ehli insanlarmış. Bu gün bizde okuyamayan, yâda halk algısıyla söylemek gerekirse işe yara-mayan kişiler olarak görülürler. Kasım ayı ilk haftalarında çobanların öncülü-ğünde koç katım törenleri yapılır, çev-reye çeşitli yiyecekler dağıtılır, yemeğin yağlısı evin beyinden sonra çobana veri-lirmiş. Koyunlar kuzulamaya başladı-ğında çobanın getirdiği her kuzu için çeşitli hediyeler ve güzel yiyecekler ik-ram edilirmiş.
Koltuğa oturdum. Bir sabah çayı içeriz değil mi hocam dedi. Teşekkür ederim içeriz dedim. Müdür bey hizmetliye ses-lendi… Efendi bak misafirimiz var bili-yorsun, nerde kaldı çaylar diye babacan ve yumuşak bir ses tonuyla sesledi. Hizmetli bir iki dakika sonra elinde iki bardak çayla içeri girdi. Hazırlamıştım efendim seslenmenizi bekliyordum dedi. Çayları masanın üstüne bırakıp dışarı çıktı. Müdür evet hocam çayımızda gel-diğine göre tanışmanın zamanı geldi de-ğil mi dedikten sonra aslında geçtiğimiz haftaya kadar bizim öğretmen ihtiyacı-mız yoktu, doğum nedeni ile bir öğret-menimiz izine ayrılınca ihtiyaç hâsıl ol-du. Dedikten sonra memleket neresi, hangi okuldan mevzusunuz, Daha önce hangi okulda çalışıyordunuz sorularını peş peşe sormaya başladı. Sivaslı oldu-ğumu, öğrenci olduğu ve ilkken görev yapacağımı söylediğimde yüzü biraz değişti. O babacan tavırlar gitmişti. Belli ki öğrenci oluşumdan ve ilk kez çalı-şacak olmam müdürü tedirgin etmişti. Keşke daha uzun süreli çalışma imkânı olan bir okul seçseydin, surda iki ay sonra öğretmen geldiğinde yine boş ka-lacaksın diyerek sözde benim iyiliğimi düşünüyormuş gibi konuşarak beni vaz geçirmenin yollarını arıyordu. Ben buna ihtiyacım olduğunu, bu iki aylık süre sonunda başka okullarda da ihtiyaç ola-bileceğini söylediğimde vaz geçme gibi bir düşüncem olmadığını anlamıştı sanı-rım. Benden nüfus cüzdanımı ve öğrenci olduğuma dair bir belge getirmemi iste-di. Nüfus cüzdanım yanımda ama öğ-renci belgesi yoktu. Onun yerine okula kayıt hakkı kazandığım bir belge vardı. Onu çıkarıp verdim. Tamam, işimizi gö-rür hocam diyerek aldı. Evet, mademki kararlısın gelin size sınıfınızı göstereyim dedi.
ekrem madenli
10/11/2015-11/11/2015
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.