- 805 Okunma
- 9 Yorum
- 3 Beğeni
Sevda Tamlaması
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yine el ele simitçiyi geçiyorlardı. Hafif esmerimsi, kavruk tenli 19 yaşlarındaki genç, beyaz önlüğü ve kontra pedal bisikletiyle simitlerin kokusunu sokağa yayarak getirdi. Genç “alalım mı aşkım, simit yer miyiz?” diye sordu. Simit sevmeyen kız “yok” diye karşılık verdi ve ekledi “istersen sen al, benim canım istemiyor.” Genç, canı istediğinden değil, sırf birlikte bir şeyler yapmak için istemişti aslında.
Barların olduğu sokaktan hızlı hızlı geçiyorlardı. Genç, içinde koruma içgüdüsüyse daha bir sıkı tuttu kızın elini ve biraz çekiştirdi. Kız “yavaş olur musun?” diye haykırdı ama gencin duraklamaya niyeti yoktu. Gülümseyerek “hadi hayatım, sevmiyorum burayı” dedi ve az ilerdeki büfeyi geçince normale döndü adımları.
Sokak tehlikeli falan değildi aslında ama genç, sevdiğini yakıştıramıyordu o garip, suskun sokaklara. Onu, duvarları renk renk boyalı, pencere kenarları sardunyalı, bahçelerinde hanımeli kokan, çocuk sesleriyle şenlenen sokaklara yakıştırıyordu…
Uzun bir süre ya da bir süre aşk yaşamışlardı. Yine uzun sayılabilecek bir süre kadar ayrı kalmış, dayanamamışlar, tekrar bir araya gelmişlerdi.
Tren istasyonuna yaklaştıkça adım sesleri daha bir tok gelmeye başladı gencin kulaklarına. Sanki kız yere değil de göğsünün tam ortasına basıyordu. Her adımda daha da sıkışıyordu göğüs kafesi. İçinde tüten acı burnunun direğini sızlatıyordu…
Garda garip bir sessizlik hâkimdi. İleride sol taraftaki bankta saçları beyazla sarı arasında yaşlı bir adam dikkat çekiyordu. Sanki yıllardır orda oturuyordu ve yine, her zamanki gibi gazetesini okuyor, memleket için kaygılanıyordu… Yine iki liseli âşık okulu asmış; yine beyaz tişörtlü üniversite öğrencisi, rutin yolculuk için bekleyişte; simitçi, sessizliği yine “sıcak simit, simitçi” diye bozmakta; yine sucu çocuk ve boyacı amca her zamanki yerinde… Her şey olması gerektiği gibi yani… Ayrılık için her şey hazır. Sadece ellerin biraz daha uzaklaşması gerekiyor hepsi bu…
Trenin gelmesine tam 23 dakika var. Zaman sanki ikişer ikişer akıyordu… Genç, yanında taşıdığı çantadan bir hediye paketi çıkarıp kızın sırt çantasına sokuverdi. Kız anlayamadı bile, merak etti, açıp bakmak istedi ancak genç “Sonra, trende bakarsın. Şimdi zamanımız yok. Seninle vakit geçirmek istiyorum” dedi. Haklıydı, 17 dakika kalmıştı. Uzun uzun baktı kızın gözlerine. Sıkıca sarılıp başını göğsüne bastırdı. Bir an nefesi titredi ve “seni çok seviyorum” diyebildi güç bela. Kız “ben de seni seviyorum” dedi üzüntülü ve kısık bir tonla. Bu üzüntü, bir daha görüşmeyeceğinden mi yoksa böyle bırakıp gitmesinden mi kaynaklanıyordu o da bilmiyordu. Genç, kızın gözlerindeki veda mektubunu çoktan okumuştu da dile getirmemişti. Sanırım kız da bunun farkındaydı… Şimdi genç, sevdiğinin buram buram kokusunu ciğerlerine doldurmakla meşguldü. Ayrılmaktan yorulmuştu, yıpranmıştı. Ağzından “ayrılık” çıkmasın diye açmamıştı konuyu.
Dakikalar birer yıldız gibi kayıp gitti…
Garda anonslar yapılmaya başlandı. Peronlar tekrar hatırlatıldı. Gencin kulaklarında bir kalbin icrası yankılandı. Koca gar sessizleşti birden. Gencin nefes alıp verişi yankılanmaya başladı. Acı kara kalemle resmediliyordu. Renkli olan tek şey kızın gözleriydi. Etraf kopkoyu, bütün yüzler kapkara; acı gittikçe katranlaşıyordu… Birazdan bir yıldız kayacak. Hem de avuçlarından. Bembeyaz, tozpembe, yemyeşil… Bir yıldız kayacak hayatından, hayatının en güzel çağından. Elinde değil…
Gara girdiklerinden beri gözlerini ayırmadığı gözlerine daha bir kenetlenerek sıkıca tembihlemeye başladı kızı: “Seni çok seviyorum biliyorsun. Sakın üşütme oralarda. Geç saatlere kalma. Gözlerini bırak yeter bana. Unutma, ben sana yüreğimi bırakıyorum. Kokunu, sıcaklığını… Her şeyini özleyeceğim.” Kız sessiz kalmıştı. Sanki gitmek elinde değilmiş gibi, bunu o istememiş gibi yere çevirdi gözlerini. Ben de seni seviyorum ama gitmem gerek der gibi… “Kendine iyi bak, seni hep seveceğim” dedi.
Dakikalar tükenmek üzereydi. Üçüncü vagona gidip kızı yerleştirdi. Yanaklarını avucuna alıp gözlerine bir kez daha kenetlendi. Alnının ortasına uzun bir öpücük kondurdu ve tekrar gözlerine kenetlenip “unutma, seni çok seviyorum” dedi. Kız kafasını sallayıp nezaketen ”ben de” dedi.
Dışarıda bir düdük sesi yankılandı. Demirden tekerlekler yorgun yorgun dönmeye başladı. Trenin o öfkeli sesi bastıramadı gencin acısını. Son bir kez daha bakıp yarine, hızlı bir şekilde çıktı vagondan. Trenden atladığı vakit düştü, sersemledi. Arkasına dönecek vakit bulamadan hızını aldı tren. Az ileride ki güvercinler havalandı. Kediler, köpekler kaçacak yer aradı. Genç ise bir el aradı tutunacak, dayanacak bir el… Artık o da bir yol aradı ! Bu lanet yerden çıkacak bir yol…
Yerinden kalkamadı kız. Gözlerindeki damlalar sanki demirledi onu. Kalbi boğazına asılıp çekti aşağı doğru. Bütün kelimeler tıkadı ağzını. Ölümü hissetti bir an. Bir de gencin trenden düşüşü geldi gözlerine. Daha bir üzüldü…
Tren hızını almış, büyük bir gürültüyle beyini tokatlıyordu kızın ve her tokatta bir anıyı çarpıyordu suratına! Acı çekilmez bir hal alıyordu… Bir süre ağladı, burnu sızladı. En çok da içi sızladı…
Et tırnaktan ayrılır mıydı? Koyun kuzusundan, köpek yavrusundan, kuş yuvasından, bir ana evladından ayrılır mıydı? Ya bir kalp ayrılır mıydı bedeninden, başka bedenlerde can bulur muydu?
Her birine hayır dedi kalbi. Mesafe artıkça acı da arttı…
Tren bir anı tünelinde hızla ilerliyordu. İyi kötü bir sürü anı canlandı gözlerinde…
Gencin garda çantasına sokuşturduğu paket geldi aklına. Yorgun bir şekilde aldı, açtı paketi… Elinde bir kutu vardı. Kurdelesini açıp kapağını kaldırdı. Kapağın altında karlı bir kış günü çekindikleri resim vardı. Kızın burnu kızarmış ve beresi neredeyse gözlerini kapatmış, gencin ise bütün suratı kızarmış, komik bir resim. Ama aşkla dolu bir resim…
Kutu ağzına kadar kurumuş gül yapraklarıyla doluydu.
İnce parmaklarını gül yapraklarında gezdirirken bir zarfın üstünü araladı. Kutu ağzına kadar zarfla doluydu! Hem de rengârenk! İlk zarfı eline aldığında gözleri doldu. İnanamıyordu. Zarfın üzerinde 21 Şubat 1976 yazıyordu! Kendine hâkim olamadı kız. Sel gibi boşalıverdi gözleri. Gözyaşları eşliğinde açtı zarfı. Bu tanışmak için aldığı ilk mektubun bire bir aynısıydı!..
Genç düzenli olarak her mektuptan iki adet yazmış ve bir kopyasını kendine saklamıştı. Şimdiyse onları ait oldukları yere teslim etmişti…
Zarfın içinden çok güzel bir koku yayılıyordu. Ağlamaktan koku alamayan burnu hemen tanıdı o kokuyu. O, sevdiğine sarıldığında ciğerlerine dolan, kendisine huzur ve güven veren kokuydu. O, sevdiği adamın kokusuydu!
Zarfın arkasına küçük bir not iliştirmişti genç: Aşka olan inancını kaybettiğinde bu mektupları oku. Onlar sana doğru yolu gösterecektir…
Her şey anlamını yitirdi birden. Trenin o büyük gürültüsü eşliğinde gittikçe yalnızlaştı, yalnızlaştı ve gözleri önünde ufalıverdi…
Bütün mektupları tek tek okudu… Her mektup aynı özenle yazılmış ve aynı kokuyu taşıyordu.
Elinde tuttuğu son mektuptu. Tuhaftır ki o, bu günün 16 Temmuz 1979 tarihini taşıyordu. Korku ve merak duygusu içinde açtı zarfı. Bu da bir aşk mektubuydu. Diğerlerinden tek farkı daha kısa ve özdü. Yalnızca “Seni çok seviyorum” yazıyordu…
Ağlamak acısını dindirmedi, aksine güçlendirdi.
Bir pişmanlık sardı kızı. Bu kadar zor olacağını tahmin etmiyordu… Utandı…
Anne, baba, kardeş seçilmezdi. Ama eş? İnsan sevdiğinden ne diye geçerdi? Ya da annesinden, babasından neden geçemezdi? Bir eşle anneyi, babayı ayıran neydi?
Artık çok geçti… Gurur bir kere aşkın önüne geçmiş, onu istediği yöne sürüklüyordu. Aşk gururun elinde acı çekiyor, gittikçe eziliyordu.
Genç derin düşüncelere dalıyor işin içinden çıkamıyordu.
Aklında deli sorular…
Aşk tadında bırakılır mıydı hiç?
Aşk bir han mıydı yoksa ayrılık yolunda sevenleri ağırlayan?
“Ölümdür yaşanan tek başına” der şair peki aşk? Aşk kaç kişilikti? Aşk kaç kişiyi öldürürdü?
Sorular, sorular…
Aradan uzun bir süre geçti.
İkisi de anlatılacak bir sürü anı biriktirdiler. Aşkın olduğu tüm masalarda sustular. Aşkın pazarlandığı dostluklardan iğrendiler. Kalplerinde birbirlerini öldürmeye çalışırken fark etmeden kendilerini öldürdüler…
Kız bir atasözüne sığındı. Çivi çiviyi söker misali çok geçmeden biriyle tanıştı…
Genç, manevi gücünü kaybetmiş bir şekilde aşkı hala içinde yaşıyor ve bir türlü içindeki sevgiye ihanet edemiyordu. Her gün yolunu uzatıp önce sahilden, sonra tren garından ve sonrasında barlar sokağından geçiyor; simitçiden bir simit alıp çay bahçesinde güvercinlere, kedilere ve köpeklere simit parçaları dağıtıyor. İçindeki acıyı etrafa saçıp rahatlamaya çalışıyordu…
Acı paylaştıkça azalmıyordu… Bir aşka ayna tutan şehir, yas tutamıyordu. Şehrin bütün damarlarından acı fışkırıyor, gencin üzerine yapışıyordu…
Bir ikindi vakti yine gardan geçiyordu. Beş treni gelmek üzereydi. Her zamanki gibi kalbi aynı acıyı taşıyordu. Hava ayrılık kadar soğuk, gökyüzü en az gözleri kadar kırmızıydı. Trenden inen yorgun, mutlu, heyecanlı, aceleci yolcuları izliyordu.
Yolcuların arasından beyaz kaşe montlu, saçları omuzlarına düşmüş güzel bir kız dikkatini çekti. İlkbaharı resmeden neşesiyle onu tanımaması mümkün değildi.
Bu oydu ama yalnız değildi!..
Dizleri titredi gencin. Vücudu yığılıp yığılmamakta kararsız kaldı. Nefesi durmak istedi, kalbi patlamak, beyni parçalanmak istedi.
Her şey çok hızlı gelişmişti. Kız Önüne bakabildi sadece. Yüzü çok karışıktı… Gözlerinde şaşkınlık, suratında pişmanlık vardı. Kolları sarılmak istiyor ama ayakları biran önce gitmek istiyordu.
Kız yine utandı…
Bir ömrü heba etmişti genç. Hem de bir çift göz uğruna! Ama o utanmadı! Unutmadı da…
…
Şarkılar haklı çıkmak zorunda değildi. Dünyadaki en basit şeyi kalbine, diline, dudaklarına bulaştırmak varken insanlar eline yüzüne bulaştırdı.
Dünyayı sevmeyi bilmeyen insanlar kirletti. Ve o insanlar sırtında kurma koluyla günü tamamlayan bir güruh oluşturdular.
Aşkı bir “sevda tamlaması” haline getirdiler. Böylece sözde sevgi çemberi oluşturdular!
Kim bilir kimler, kimlerin gölgesinde kimleri düşünüyor…
Zülküf BAŞ
YORUMLAR
"Dünyayı sevmeyi bilmeyen insanlar kirletti."
Çok doğru.... Sevgisizlik bir çok karmaşanın nedeni.
Ama siz ne güzel anlattınız sevgiyi, sevenleri,
Kaleminize sağlık.
Sevgiler,
zulkufbas
Vakit ayırıp okumuşsunuz yüreğinize sağlık çok teşekkür ediyorum. Eksik olmayın lütfen.
Saygılar...
Önce sizi seçen seçki üyelerini Tebrik Etmek istiyorum ki; eğer sizi bizlere tanıtmamış olsalardı belki de yazınızı okumamış olacaktım, yazınız da aralardan sıyrılıp inecek, gözümden kaçmış olacaktı.
Sonra, o mükemmel kaleminizi...
Kesinlikle abartmıyorum. Bundan emin olun ve çok yazılar yazın ki bizlere sizi okuma fırsatı verin.
**
Öykünüz betimlemeleri ile kusursuzdu. Çok beğendim.
Tebrik ederim.
zulkufbas
Bu benim ilk hikayem. Aklımda iki hikaye daha var. İnşAllah en kısa zamanda onları da yazıp paylaşmak nasip olur.
Sağolun, eksik olmayın.
Biz insanlar çok saçmayız, dünyayı güzelleştiren şeylerden vazgeçmeyi seçip
, kirletiyoruz güzel olan her şeyi. Aşk bunların başında geliyor. Oysa; dünyayı aşk kurtaracak başka bir şey degil. Önemli olan insanın aklındakiyle yanındakinin aynı kişi olması ama herkes baksın yanındaki kim; aklındaki mi? Hiç sanmıyorum.
Çok beğendim tebrik ederim.
zulkufbas
Okumuş, yürek ağrıtmışsınız. Sağolun. Çok teşekkür ediyorum.
zulkufbas
Yorumunuz ve desteğiniz için çok teşekkür ediyorum. Sağolun.
Aşk tadında bırakılır mıydı hiç?
bana göre hikayenin kalbi bu soruydu.
anılar.
zulkufbas
Aşkı tadında bırakmak isteyenler oldu. Böylelikle kiminin boğazında kalırken kiminin de kursağında kaldı.
Saygılar.
Bu kadar da güzel ve duygu dolu yazılır mı ya..!
Yazılırmış yazılırmış!
Okurken, iki değil dört gözle yazıya baktığım hissi uyandı içimde giderek.
İkisi okurken, diğer ikisi sanki her kelimenin resimlerini birer birer algılar gibiydi..
Sizden geldiğini bilmesem, fevkalade bir aşk romanından veya film senaryosunda alıntı derdim vallahi.
Yüreğiniz dert görmesin.
Dahasını umudederek saygı ve selamlarımı iletiyorum.
Esenlikle kalın.
zulkufbas
Duyguyu resmedebildiysem ve onu gönül panonuza asabildiysem ne mutlu bana.
Yüreğinize sağlık. Çok teşekkür ediyorum. Sağolun.
Saygılarımla...
iyi ki güne gelmiş yoksa okuyamazdım. hem yazıyı bu özenle yazana hemde güne getirenlere teşekkürler. betimlemeler çok güzeldi kurgusuda sade ama yakıcı.