Bedel
Tarihin zengin kültürel dönemlerinden bu yana insanlığa güzel hediyeler bırakmış toplumlarda gerek hüner anlamında gerekse de memuriyet ve hizmet babında yapılan işler ve emekler maddi bedeli ödendiği hâlde samimi bir teşekkürle onurlandırılmıştır. Bu vaziyetin gerçekleşmesinin mühim bir nedeni , o onurlandırmayı içtenlikle dile getiren insanların " Aslında hakkın ödediğim altın,gümüş , para ile ödenmez. Çünkü sen uğraşıp başta beni ve dolayısıyla bana dair bir çok şeyi daha anlamlı kılan bir hizmeti sunmuş oluyorsun. " deme zarafetini sergilenmesidir. İzzetli duruş veya frenkmeşrep insanların tabiriyle kalite bu izlenimin diğer adıdır.
Evet, kadim olan toplumlara ve o toplumların birikimleriyle anlam kazanmış diyarlara bakıp rahatlıkla bu vaziyeti görebilmek mümkün. Zengin Ortadoğu coğrafyamız en güzel örneklerini bize sunmakta ki misafirliklerden tutun ikramlara, selâmlaşmaya, ticarete,muhabbete varana dek. Taklidî Avrupaî hayatımız ve içeçeğimiz bir yudum suya varana dek bizi fikirlerine hapseden maddeperest güçler bizi yukarıda zikrettiğimiz diyarlara uzak tutmakta ısrarcı ve maalesef pek başarılılar. Viran edilmeden evvel vaktiyle bütün yolların kendisine ulaştığı Bağdat, İlmin ve on bini aşkın Sahabe’nin istirahatgahı Şam, hâlâ mistik zenginliğin kalesi olan Acem diyarı İran ve Şark’ın güzide mekanları olan Bayazıd, Van, Ani, Mardin, Cizre,Batman Diyarbakır,Urfa ,Tillo,Konya, Sümela ...
Günümüzde medeniyetlerin eşiği olan Anadolu coğrafyasında maalesef bu kadim anlayış epeydir vedalaştı bizlerle. Her işimiz menfi sonuçlar ile mukayese edilmekte. Hem halk olarak bizler günübirlik yaşamaktayız hem de ürün yahut hizmet beklediğimiz esnaf,sanatkâr, işçi,memurlar bizlerle aynı tastan yiyip içmedeler.
Eğer hakkaniyet noktasında değerlendirilecek olursa tabi ki coğrafyamızda gerçek anlamda bir ücret yahut bedel alınmadığı su götürmez bir vaziyet. Hatta İsviçre’de hakim ve savcıların maaşlarını kendilerinin belirlediğini, Almanya ve Fransa’da doktorların günde yaklaşık 15-20 hastaya baktıklarını, bataklıklardan gülistanlar yeşerten Finlandiya’da eğitimcilerin maaşlarının yaklaşık 14 bin lira olduğunu göz önünde bulundurursak hizmet ve alınan ücret noktasında hayli ırak olduğumuz aşikâr. Gönül ister ki benzer güzelliklerimiz olsun. Lakin var olanla yetinmek asli vazifelerimizden.
Aksine ,bizler acayip uğraşlar peşindeyiz hayli uzun zamandır. Beklentilerimiz başka, taleplerimiz bambaşka. Birkaç yıl öncesine kadar -ki hâlâ bu şikayetler var- hastanede tedavi ettiği hastayı kibarca bir küstahlıkla ilave ücret için özel muayenesine de davet eden hekimler, fatura üzerinde yüzlerce ton demir, çimento ve malzemeyi kullandığı hâlde hakikatte ise hesabına yönlendiren mühendis-mütahitler ,resmî yemekhanelere gelmeyen malzemeleri gelmiş gibi gösteren memurlar, kendi çocuğunun sınıf öğretmeniyken saniyeler ile yarışan ; fakat diğer şekilde 10 dakikalık teneffüsü 15-20 dakikaya çıkaranlar... Şüphesiz, örnekler çoğaltılabilir. Ruh dünyamıza yapışan bu illetler birkaç yılın mahsulleri değiller asırların murdar mirasıdırlar. Şikayetname adlı kitabında " Selâm verdim, rüşvet değildir diye almadılar. " diyen Divan şairi Fuzuli , asırlardır süregelen marazî vaziyeti sergilemekte manidar.
Kâinatın zıtlıklar üzerine örülü olduğu fikrinden hareketle beşeriyetteki vicdan yahut daha entellektüel ifadeyle etik olan kriterler doğrultusunda bilinmesi gereken her şey bir bedele gebe. Birkaç örnekle dile getirilen , çeşitli meslek gruplarındaki vicdan yoksunu insanların sosyal yaşamlarına kuşbakışı göz atıldığında görülen tablo çok ağır. Zira
kendileri ve aileleri hastalıklar,sıkıntılar,huzursuzluklarla çetin çırpınışlar içindeler ya da ilahi adalet tecelli etmekte olduğu için feci kaza ve belalarla başbaşalar.
Her vebal işlenilen vebalin sahibince aynı türden bir bedelle ödeneceği kıstası mühim bir vaziyet. Haklarını çiğneyerek aç,susuz, sefil bıraktığımız ,sürgün ettiğimiz , fıtraten kendisine bahşedilen dili,rengi,kavmini beğenmeyerek aciz irademizle hükmetmeye çalıştığımız ve vahşette canavar hükmündeki hayvanları dahi geride bıraktıracak zulümlerimizle katlettiğimiz ve çeşitli nefsani maharetlerimizle mağdur ettiğimiz insanlara karşı yaptıklarımızın misli ve ani bedelleri muhakkak kapımızı çalacaktır. Bizler her ne kadar o bedelleri davetsiz misafir olarak düşünsek de vaziyetimiz bu. Ağır bedellere ev sahibi olmamak temennisiyle ...
YORUMLAR
Anlamlı ve gerçekçi bir makale okudum kaleminizden.
Teşekkürler.
Efendim, konuya girmek istemiyorum, zaten yeterince değişmişsiniz.
Fakat dilek ve temenni işine gelince, endişelerimi belirtmek istedim.
Elbette, hiçbir insan istemez bu bedeli. Lakin; görünen bir gerçek var ki, bugün başlamış olsa beden ödeme mecburiyetinden kaçınmaya, nereden bakarsak bakalım en az bir iki nesil ister doğru yolu bulmamız.
Ama dediğim gibi; bugün başlar isek.
Her geçen gün gelecekten bir kayıp demektir fazlasıyla.
Karamsar bir kişi değilim, fakat içinde bulunduğumuz vaziyet, olumlu bir gelişmeye ipucu verecek bir biçimde değil ki.
Hani derler ya; aşağı tükürsen sakal, yukarı türkürsen bıyık, onun misali...
Sonra biz danayı baştan tutamayız, illaki kuyruktan yakalamamız gerekir. O kuyruk da halk demektir.
İnannın, ben de bilemiyorum; toplumun genelkültür ve eğitim seviyesini, huzura ve refaha kavuşmak hedefini gözönüne alarak ne kadar zamanda ve nasıl değiştirebiliriz.
Bence asıl soru burda.
Bana sorarsanız; eğitim, eğitim, illa da eğitim derim.
İlim ve bilim; dinde gördüğümüz ilgiyi görse, iş tamam demektir.
Velakin; dini bilgi edinmesi ve cennet hayali kurması ne kadar kolay gerçekleşiyorsa halkda, bir o kadar da zor gerçekleşiyor halen eğitim, bilim ve ilme eğilmek. Çünkü, bunlar zahmeti gerektiren işler, para gerektiren, fedakarlık gerektiren işler.
Hani, dini bilgilerimiz bizi bir huzura refaha götürse, amin diyeceğim, ama diyemiyorum.
Durum ortada.
Biz, malesef, bilimsel çaba, gayret ve zahmet zorluklarına iki asırdır yanaşmadık.
Ne diyelim; her zamanki gibi alışkanlık haline gelmiş;
Haydi hayırlısı....
Saygılar