HEPİMİZ BİRER BAYRAĞIZ
İnsanların ruh hallerinin genetik yapılarına sirayet ettiğine dair bir görüş var mıdır acaba? Bazı duygularımızın oluşması sadece çevrenin etkisiyle mi oluyor, yoksa insan ruhunun genetik yapıya şifrelenmiş bir etkisi var mıdır?
Aradan bir yıla yakın bir süre geçtikten sonra (geçen yılki Çanakkale gezimizi ve sonrasında okuduğum kitapları kastediyorum) şimdi yeniden Çanakkale üzerine yazılmış nefis bir romanı okumak için kolları sıvamış bulunuyorum. Mehmed Niyazi’nin “Çanakkale Mahşeri” isimli kitabı Ötüken Yayınları arasında çıkmış 542 sayfalık büyük bir romandır. Öyleyse hedefim büyük... Bu eseri büyük bir azimle bitirmem lazım. Romanı okumak hususunda tereddüt yaşıyormuşum gibi bir hisse kapılıyorsanız bu doğrudur. Çünkü, bir Çanakkale romanı okumak hiç de kolay iş değil. Geçen yıl okuduğum kitaplardan biliyorum bunu. Sık sık kesiliyorum bu tür eserleri okurken. Ya dalıp gitmişim o mübarek topraklara, ecdatla yan yana geliyorum ya da içimde bir türlü dindiremediğim acılarım baş edilmez bir hal alıyor.
Biz böyleyiz işte... Çözemediğim durum budur. Bizi bu kadar hisli yapan bu toplumdan öğrendiklerimiz midir, yoksa içimizde bir yerlerde şifrelenip kodlanmış şeyler mi var? Bizim bu duygularımızın kaynağı nedir ki bir türlü dinmek bilmeyen acıları, hüzünleri ta yüreğimizin ortasında hissedebiliyoruz? Yahut, bu acılar ve hüzün bir gün olsun dinmeyecek mi?
Mehmed Niyazi’nin kitabındaki şu iki alıntıyı okumanızı istiyorum. Birisi bir İngiliz generaline ait, diğeri de Osmanlı ordusunda görev yapmış bir Alman’a aittir.
“...Evet, insan ruhunu yenmek mümkün olmuyor. Dünyada hiçbir ordu bu kadar sürekli ayakta kalamaz. Sadece bugün 1800 şarapnel attık. Aylardan beri gece gündüz savaş gemilerimiz mevzilerini bombalıyor. Son derece hırpalanmış Türkleri koruyan Cenab-ı Allah’larından ayırmak için başka ne yapılabilir!...”
Müttefik Orduları Başkomutanı General Jean Hamilton
“Bir asker için mutluluk denen bir şey varsa, Türklerle omuz omuza savaşmaktır diyebilirim.
Fakir insanlardı; buğday kırığından yapılmış çorba en önemli yemekleriydi; sağlıksız su içerlerdi; çamur barınaklarda yatarlardı; fakat en modern silah ve araçlarla donanmış düşmanlarına karşı aslanlar gibi savaşırlardı. Bu insanların kalplerinde sadece ve sadece ulvi bir vatan sevgisi vardır. Ölüme onlar kadar gülümseyerek giden bir millet ferdi daha görmedim.”
Beşinci Osmanlı Ordusu Kumandanı Mareşal Liman von Sanders
“Ölüm Allah’ın emri, ayrılık olmasaydı” diyen de bizim insanımız değil mi? Halaylarla, davul ve zurnayla gönderdiğimiz koç yiğitlerimiz, vatan için güle oynaya cepheye gidiyorlar. Bu bir gelenek... töre...
Türk insanı, bu kadar büyük bir tarihi meydana getirirken büyük acılara da alışmış, alıştırılmış. Zaman bize acılarımızı dindirecek fırsatı hiçbir zaman vermiyor. Yeni acılarla Türk’ün ruhu yeniden yoğruluyor ve eski acılarla hepsi birleşiyor.
19-20 Ocak tarihlerinde (1990) Bakü’ye giren Ermeniler ve Ruslar, tanklarıyla yüzlerce Türk kardeşimizi ezmek istediler. Azadlık Meydanı kan gölüne dönerken 170 kardeşimiz de şehitlik şerbetini içti. Azerbaycan halkı, bu kurban bayramında bunun yasını tuttu.
Biz de acı da çok, yas da çok... Ama en kötüsü unutulmak, unutmak...
1992 senesinin 25 Şubatını 26 Şubata bağlayan gecesi, ağır silahlarla donatılmış Ermenistan silahlı kuvvetleri ile Hankendi’de konuşlanmış bulunan Albay Zarvigarov komutasındaki 366’ncı Rus Motorize Alayı, Hocalı’ya saldırarak tarihin en vahşi katliamlarından birini yaptılar.
Stratejik bir konuma sahip olan Hocalı’yı, Ermeniler 10 Eylül 1991 tarihinden 25 Şubat 1992 tarihine kadar geçen 5 aylık süre içinde kuşatma altında bulundurdular.
25 Şubat gecesi Rus Motorize Alayının tanklarından açılan top ve roket saldırıları ile bölgedeki tek havaalanı olan Hocalı havaalanı kullanılamaz hale getirilerek kentin dışarısı ile ilişkisi tamamen kesildi.
Şehri savunan askerlerin kahramanca şehit olmasından sonra şehre giren Ermeni ve Rus askerleri, çocuk, yaşlı, kadın demeden birçok insanımızı katlettiler. 10 bin kişinin yaşadığı Hocalı’nın nüfusu bu katliamdan sonra iki bine düşmüştü.
Öyleyse ben diyorum ki bizi ölüm yıkmaz, unutulmak yıkar, unutulmak bizi bitirir.
Şuurlu insanlardan olmalıyız. Türk Milleti birdir, acımız birdir, sevincimiz birdir. Türk tarihini asla unutmayacağız, acılarımızı, sevinçlerimizi hep hatırlayacağız ve çocuklarımıza da neler yaşadığımızı bir bir öğreteceğiz.
Türk bayrağındaki al, şehitlerimizin kanıdır.
Hilal, İslamiyet’in sembolüdür.
Yıldız da Türklüğün yıldızıdır.
Öyleyse hepimiz birer bayrağız.