- 510 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ahh.! Nerde o eski günler...
Keyifle okuyacağınız bir anımdır. Sevgilerimle...
-
Nerde o eski günler. Bir mektubun cevabını haftalarca bekleyişler…
Şimdi öyle bir değişti ki her şey, sanki eskiye dair hiçbir şey hatırlamıyor insanlar.
Eskiden sevmeler böyle basit miydi? İnsanlar bu kadar acımasız mıydı? Ya da bütün her şey bu kadar anlamsız mıydı?
Sanırım giderek özümüzden ve aile kültürümüzden uzaklaşıyoruz. Hayatlarımız ufak bir ekranın içinde geçiyor. Konuşmalar, hakaretler, iltifatlar ve sevgiler…
Sahi düşünüyorum da sevmek eskiden böyle miydi? Ya da bu kadar basit miydi? İnsanlar böyle birbirilerini hiç durmadan kırıyorlar mıydı?
Şimdi giderek hatırımda canlanmaya başlıyor bazı şeyler…
Sekiz yaşındaydım. Memur olan babamın bana aldığı ayakkabıları yırtmakla meşgul oluyordum hergün. Çünkü top oynamayı çok seviyordum. Eve çıkıp spor ayakkabılarımı giymeye üşenirdim. Kim kalkıp iki kat yukarı çıkacak da, zile basacak da ayakkabıları giyip tekrar aşağıya inecek. Bana çok zor geliyordu o ikinci kata çıkan merdivenleri adımlamak. Belki de gün içerisinde çok hareket ettiğimden dolayıydı üşengeç oluşlarım. Bunu hâlâ çözmüş değilim.
O sıralar tıpkı bir vazifesiz insan gibi hiçbir şeyi umursamaz ve hep keyfime bakardım. Saçlarımı tarar, güzel kıyafetler giyer ve kendime zaman ayırırdım. Mesela bir başkasının aferin demesine kırk takla atmazdım. Bu yüzden kimse bana ne bir iş yaptırabilir, ne de bir söz söyleyebilirdi. Şımarık birinin sözden anlaması da beklenemez zaten.
Günlerimiz hep oyun oynamakla geçerdi. Özellikle yaz tatilleri… Bizim için her şeyden kıymetliydi. Sanki arkadaşlar arasında yarışa girmiş gibiydik. Bugün kim daha çok enerji tüketecek, ya da bugün kim daha çok kendini toz toprağa bulayacak diye… Tepemizde bizi yakıp kavuran güneş hiç umurumuzda bile değildi. Bereket versin ki bir annem vardı. Beni sık sık balkondan seslenip uyarırdı. “Oğlum gölgede oynayın.” Diye.
Artık yaz tatilini yarılamıştık. Biraz hüzün biraz da mutluluk vardı içimizde. Arkadaşlardan ayrı düşme korkusu şimdiden içimizi acıtmaya başlamıştı. Kimisi şehir dışına gidecek, kimisi de eve kapanıp bir sonraki yaza kadar dışarıya çıkmayacaktı. Sonuçta önümüz kıştı. Bu mutluluğu bir daha yaşayamazdık öteki yaza kadar.
Yaz boyunca ben ve arkadaşlarımın dikkatinden hiç kaçmayan bir şey vardı. Her sabah aynı vakitte bizim oyun oynadığımız alanın önünden yaşlı bir adam gelip geçerdi. Kır saçlı, yetmiş yaşlarında, uzun boylu ve gözlüklü bir adamdı. Bu adamın kim olduğunu ve nereden gelip nereye gittiğini kimse bilmezdi. Çünkü ilk defa görmüyorduk onu. Daha önceki zamanlarda da sık sık görüyorduk. Gizemli bir adamdı. Bunu her halinden anlayabiliyorduk zaten. Gözleri hep yere bakıyor, omuzları çökmüş, kıyafetleri eskimiş ve yorulunca ulu orta yer demeden çömelip oturan biriydi. Bununla da kalmayıp bizim oyunlarımızı izliyor ve alkış çalıyordu uzaktan. Tatlı bir insandı. En azından ben öyle düşünüyordum.
Günler birbirini kovalıyor ve yaz tatili bizi giderek terk etmeye başlıyordu. Hüzünleniyoruz fakat elden bir şey gelmiyordu. Oyun oynamak bizim için en güzel mutluluktu.
Nihayetinde yazı bitirmek üzereydik artık . O sıralar bu ismini bilmediğimiz gizemli insan, her zaman ki gibi yine bizim mahallenin oyun alanının önünden gelip geçiyordu. Bir ara arkadaşlarla maçı bırakıp bu gizemli adamın hakkında bir kanıya varmaya karar verdik. Kimi arkadaşlarım tekin biri olmadığını söylüyordu, kimisi de iyi bir insan olduğunu ifade ediyordu. Ben, iyi biri olduğu kanaatindeydim. Çünkü yüzü hiç de kötü bir insanın yüzüne benzemiyordu. Hem çocukları seviyor gibiydi. Uzaktan oyundaki başarılarımızı gözlemleyip alkış çalıyor ve kendi kendine tebessüm ediyordu. Kötü bir olmamalıydı.
Aradan birkaç gün geçti. Biz, yine her zaman ki gibi kendimizi toza toprağa bulama derdindeydik. Akla gelebilecek bütün oyunları teker teker oynuyorduk. Artık akşamüzeri idi. Hava giderek kararıyordu. Bu ismini bilmediğimiz ve yargılamadan infaz ettiğimiz kişi, elinde bir parça ekmekle uzaktan oyun oynadığımız alana doğru ilerliyordu. Bunu ilk ben fark etmiştim. Arkadaşlarıma oyun oynamayı bırakmalarını ve gelen kişiyle tanışmamız gerektiğin söyledim. Pek sıcak bakmadılar. Hatta bazısı kaçmayı bile düşündü. O, uzaktan adım adım yaklaşırken bize, içimde bir ferahlık oluşuyor gibiydi. Böyle sanki etrafına mutluluk saçıyor gibiydi. Yüzümü o gizemli insandan çevirdim ve arkadaşlarıma dönüp şöyle dedim:
“Kimse bir yere ayrılmasın. Tanışmamız gerekiyor. O çok iyi birisi.”
Ağır adımlarla giderek yaklaşıyordu bize. Hepimiz ayakta hareketsiz bir şekilde durmuş ve gözlerimiz ileride onun yanımıza varmasını bekliyorduk.
Sonunda heyecanlı bekleyişimiz sona ermiş ve bu yaşlı adam artık yanımıza kavuşmuştu.
- Merhaba, sohbetiniz bol olsun çocuklar.
Gür bir sesle:
+ Sağol amca. Dedik.
Ardından arkadaşlarım bana kaş göz işareti yapmaya başladı. Konuşmayı üstlenmem için.
+ İsminiz nedir amca?
- Yusuf. Bana herkes Gurbet Yusuf derdi eskiden. Lakabım gurbetti benim.
+ Neden Gurbet Yusuf diyorlar amca?
- Şöyle söyleyeyim evladım. Ben hayatım boyunca kimseye ve hiçbir insana yakınlaşamadım. Onları hep uzaktan sevmeyi tercih ettim. Belki de bu yüzdendir gurbet deyişleri.
+ Nasıl yani?
- İnsanların beni incitmesine müsaade etmedim evladım. Uzaktan sevdim hep onları. Tıpkı yıllardır sizleri uzaktan alkışlayıp kutladığım gibi.
+ Amcacığım ne diyorsunuz siz? İnsanlarla yakınlaşmak size zarar vermez ki? Tam tersine mutlu olursunuz.
- İyi ya işte. Bende böyle mutlu oluyorum evladım.
O sırada tüm arkadaşlarımın yüz ifadesi değişmişti. Hepsi birbirine bakıyordu ve bir şeylere açıktık getirmeye çalışıyorlardı.
Sonra bu durumu fark eden Yusuf amca, kısık bir sesle:
- Sanırım aklınız karıştı çocuklar? Hadi gelin şu ağacın altında oturalım da size baştan sona anlatayım bazı şeyleri.
Ağacın altına geçtikten sonra Yusuf amca bizi karşısına oturttu ve anlatmaya başladı.
- Sene 1953 idi çocuklar. Askerden yeni gelmiştim. Ailenin en küçük çocuğuydum. Ailemi ve ağabeylerimi bir kış günü sobadan çıkan kömür dumanı vesilesiyle kaybettim. Kendimi yıllarca toparlayamadım. Anne ve Babamın eksikliğini hiçbir şey dolduramadı. Belki bugün ağabeylerim olsaydı kendimi bu kadar yıpratmazdım. Ama yok işte. Kader beni sevdiklerimden, onları da benden ayırdı. Defalarca kızdım kendime. O gün, o gece yarısı yalnız başıma dışarıya çıkmamalıydım. Ailece gurbete çıkılıyorsa eğer, kendimi ayrı tutmamalıydım diye defalarca kendime kızdım. Ama ne fayda. Onlar ruhlarını teslim etmiş ve beni bırakıp çıkmışlardı gurbete.
Yaşım otuza yaklaşıyordu artık. Ailemin ve ağabeyimin bana bıraktığı birkaç kuruş ile idare etmeye çalışıyordum. Nihayetinde bu hayatın böyle devam etmeyeceğini anladım ve kendime bir iş bulmaya karar verdim. Yıllarca çalıştım ve sonrasında emekli oldum. Şuan artık çalışmıyorum. Emekli paramla idare etmeye çalışıyorum.
Sizler beni hep yalnız görürdünüz. Siz oyun oynarken ben hep önünüzden geçerdim ve siz beni her seferinde fark ederdiniz. Hiç düşünmediniz mi bu adam niçin yalnız geziyor diye.
Biz çocuklar kısık bir sesle:
+ Düşündük amca. Dedik.
- Düşünmekle iyi etmişsiniz çocuklar. Zamanında evliydim. Onbeş yıldan fazla oldu eşimi kaybedeli. Bu hayatta tutunmak istediğim tek dalım oydu. Onu da kaybedince artık hepten her şeyden kopar oldum. Belki de artık insanlara yaklaşmamamın sebebi budur. Çünkü kimi sevdiysem, kime tutunduysam hepsi birer birer çekip gittiler. Şimdi söyleyin bana evlatlarım. Benim gibi bir insanın bu hayata tutunması doğru mudur sizce? Yaşım da bir hayli ilerledi artık. Tutunduğum her dalım kırıldı üzerime. Bağlanmak istemiyorum artık hiçbir şeye. Tam sevmişken, tam mutlu oluyorum derken bu hayat tutunduğum dalımı kırıyor ve her seferinde düşürüyor beni yerlere.
Rüya, benim ikinci ailemdi. Dayanağım, gücüm, kuvvetim… Her şeyimdi o benim. Eşimdir diye söylemiyorum. Gerçekten öylesine fedakar ve öylesine iyi kalpli bir insandı ki, ailemin yokluğunu hiçbir zaman hissettirmedi bana.
Bazen işim gereği şehir dışına çıkmam gerekiyordu. Rüya’yı bir başına bırakmanın acısıyla uyanıyordum her sabah. Vedalaşıp gideceğim zaman beni sıkı sıkıya tembih ederdi. Gideceğin yere kavuştuğunda mektup yazmayı unutma diye. Ahh! O eski günler. Yazdığım mektupların cevabını bekleyişlerimi bile özledim. Şimdi her şey öylesine yapmacık olmuş ki çocuklar. Telefon diye bir şey çıkmış ve herkes istediği insanı anında bulabiliyor ve sesini duyabiliyormuş. Biz eskiden mektubumuza verilen cevapla mutlu olurken, şimdi insanlar sevdiklerinin sesini duymaktan bile aciz olmuş. Ahh! O eski günler.
Sizlere bir amca tavsiyesi çocuklar. Gözünüzü kuşlardan, gökkuşağından ve yıldızlardan ayırmayın. Çünkü gerçek olan hayat, bir ekranın için de değil. Bir yıldızın, ya da bir gökyüzünün ardında gizli olabilir.
Şunu da unutmayın ki aşk, kalp ve gönül işidir. Birine âşık olursanız eğer, onu hiçbir zaman bırakmayın. Yollarınız ayrı düşse bile… Gurbete çıksalar bile... Ve son olarak sizi terk etseler bile…
-
MEHMET KANDEMiR
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.