- 1391 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SAVAŞ CİNAYETTİR
Barış çağrısıyla savaşa lanet en çok hangi ağızda yüceleşebilir?
İnsanın sevgisi ve dostluğu en çok kime yakışabilir?
Kişinin adı :
Asım Bezirci !..
Sivas’ta gözü dönmüş kara yobazların yaktıkları Asım Bezirci, ’
’ Halkın Diliyle Barış ’ ın kitabını yazıp bize bıraktı.
Canavarlığın en koyu saldırısıyla hayata veda eden Bezirci barış üzerine halkın özlemlerini derlemiş toparlamış...
Savaşçılığın gerekçesini sergilemiş.
Bezirci diyor ki :
’Osmanlı ekonomisi ticaret ve sanayiden çok, füruhat ve ganimete dayanıyordu.Yönetim bu niteliğini İslamlığı yayma, yani cihat ülküsüyle, söylüyordu. Bundan ötürü sık sık seferler düzenleniyor, ülkeler ele geçiriliyordu.Bu yüzden savaşlar hiç eksik olmuyordu’ Devletin ideolojisi savaşçılıktan yana olursa bireyler ne yapabilir?
Bezirci yanıtlıyor :
’Bundan dolayı, şairlerde barıştan çok savaştan söz açabiliyorlar. Öte yandan, savaştan zarar gören halkın şairleri ise doğrudan barışı savunamıyor, savaşı çıkaranlar ile yönetenlere pek dokunamıyor; ama savaşın açtığı yaraları da deşmekten de geri durmuyorlardı.’
Osmanlı döneminde erkeğin askere gidişi, savaşa gidişle eş anlamlıydı :
Kışlanın önünde çalınır sazlar
Yüreğim yanıyor ciğerim sızlar
Yemen’e gidene ağlıyor kızlar
Halk ozanlarının savaşa karşıtlığı kimi dizelerde acıya, kimi zaman yakınmaya dönüşüyordu. Ancak savaşçı devlet yönetiminde barışı övmek özgürlüğü de yoktu. Bu yüzden, savaşı yeren halk şairinin adı çoğu zaman gizli kalırdı.
Bizlere istikbal önce açıktı
Şu harbe girmemiz uğursuz çıktı
Felaket rüzgarı bu mülkü yıktı
Vatanın perişan oldu her yeri
Yine adı bilinmeyen bir halk ozanı yakınıyor.
Savaş bitti cani yurduna giden
Gelmedi yiğitler tutsakta kaldı
Yad illere düştü kurtar yaradan
Kimi yalak kimi kışlada kaldı
Halk savaş ister mi?
Kimi dönemlerde halkın bir bölümünü ’ savaş isterisinin ’ sardığı görülmüştür; ama savaşı isteyenler, en çok savaştan çıkar sağlayan egemenlerdir, kitleleri bunların siyasetleri sürükler.
Osmanlı devleti savaşçıydı,,,
Ya Cumhuriyet?
Cumhuriyet, Osmanlı ’ mülk ’ ünden Türk yurduna geçmektir; daha başka deyişle sınırları belirsiz çağ dışı imparatorluktan, sınırları saptanmış, çağdaş ve ulusal devlete dönüşmektir. Bu tarihsel dönüşümün önderi Mustafa Kemal’in savaşa ilişkin görüşleri açık ve seçik
’- Meclisimiz ve hükümetimiz cenkçi ve maceracı olmaktan uzaktır. Bilakis sulh ve selameti tercih eder. ’
’- Bundan sonra asker oluşumuz, artık eskisi gibi başkalarının hırs, şan ve şöhreti ve keyfi için değil, yalnız aziz topraklarımızı korumak içindir. ’
’- Millet hayati tehlikeye maruz kalmayınca harp bir cinayettir. ’
’- Dürüst ve açık olan dış siyasetimiz özellikle barış fikrine dayanır ’
’- Yurtta barış, dünyada barış...’
Bezirci kitabında diyor ki :
’ Çağ ve toplum değişmiştir: Artık fetih savaşları yoktur; askerlik kısalmıştır; uzak / yabancı ülkelere gidilmemektedir; dehşet saçan çarpışmalar görülmez olmuştur; acı göçler, talanlar tarihe gömülmüştür...’
Cumhuriyeti kuran Atatürk, savaşı ’ cinayet ’ diye niteliyor, yurt savunmasını zorunlu tutarak savaşı yargılıyor.
Peki, son yıllarda yaşadığımız toplumu saran savaş edebiyatı nedir? İktidarın devlet örgütlerine sinmiş odaklarından fışkıran savaş ideolojisi ülkemizde barışı yargılamaya, barışçıları yok etmeye yönelik akıma nasıl güç verdi? Yoksa bu oluşum da ’ Osmanlı’ya özlem’in ve’ Türk-İslam sentezi ’ nin bir yan ürünü mü? Kim bilir, belki Türk halkına Kore’de olduğu gibi Halep’ te ya da ulusal haklarımızı ilgilendirmeyen bir başka yerde savaşa sokmayı çıkarlarına uygun gören dış odakların barış düşmanlığını körüklemesi, içeride savaşçılık ideolojisini azgınlaştırıyor.