GÜVERCİN CURNATASI MI ?????
Aslan adı bu kadar mı yakışır birine. O’na çok uymuştu. Koğuşta sözü sohbeti dinlenirdi. 36 yaşında idi , ama O söze başladı mı herkes susardı. Gülen yüzüyle ciddi ciddi onu dinlememizi sağlıyordu.
Yine kapıya yaslanmış yüzümüze bakıyordu. Üstünde beyaz bir önlük olsa az sonra muayeneye başlayacak sanırdınız. Kahve rengi saçları yukarı doğru taranmıştı. Kirli sakalı O nu biraz daha olgun gösteriyordu. Boyu 1.80 olmalıydı . Bizde görülen oburluk göbeği onda yoktu. Her sabah erken kalkar şınav çekerdi. Yalnız ara sıra bir yerlere gider , döndüğünde gözlerinin kızarıklığından ağladığını anlardık. Bize okuduğu şiirleri hangi ara yazar göremezdik.. Her zamanki gibi başını şöyle bir geriye attı, yutkundu . Bu defa genç bir rahip gibi göründü bana. Ela gözlerinde buğulu bir ıslaklık. Davudi sesiyle başladı …..
bir şiir tasarlıyordum;
Adem yemeye koyulmuştu bile
kendisine sunulan meyveyi az evvel..
köşede sinsice gülümsüyordu Havva..
"güvercin curnatası" başlamamıştı henüz..
yerküre soğuma telaşında,
Quasimado hınca hınç
yeri göğü inletiyordu çan çığlıklarıyla..
kıtalar küsmüştü birbirlerine
ayrıldılar ayrılalı..
Sustu …….
Bu sırada Cemil çıkageldi .
Ne kaçırdım ben yine dercesine bakındı. Hülya muzip bir gülüşle neler kaçırmadın ki dedi. Keçileri en başta.
En çok ikisi didişirlerdi .Belki genç oluşlarından. Bir keresinde vidası düşmüştü kapının. Burası 9. Koğuş yok 6. Koğuş kapışmasından Hülya galip çıkmıştı da ,somurtmuştu Cemil , küsmüştü hafiften. Onun küsmesi beş dakikayı geçmezdi . Haşarı bir çocuk edasıyla yüzüne düşen sarı perçemi eliyle savuştururken, bağırdı
“ ne kaçırdım ben ya !”
Enerjisi sobadan yayılan ısı gibi yayılırdı bulunduğu yere.. Isınırdık nerdeyse.
Bu gün mavili hırkasına bürünmüştü. Üşüdüğünden değil , mavi O’nu ressamlığa biraz daha yakınlaştırıyordu aklınca. Çizdiği resimleri kimse bir şeye benzetemese de, O inanıyordu bir gün ünlü bir ressam olacağına.
Ara sıra çalıştığı ayakkabıcıda kutuları rengarenk boyaması da bundandı. Okumak şart değildi ki. Balaban okumuş muydu . Liseyi de keyiften bırakmamıştı . Peşine kukuletalı adamlar takılmıştı. Duvardan atlayan, kapalı kapılardan geçen adamlar. Doğruca üstüne geliyorlar “söyle” diyorlardı. “Söyle”….titreye titreye neden sonra bağırmaya başlıyordu “ gelmeyin üstüme”…sonra burası işte.
Haaa anladım dedi birden Aslan abinin şiirini kaçırdım beeen. Olsun o bana yine okur dedi . Yüzünde gamzeleri ,kendi sevinmişti kendi söylediğine. Sevildiğine inanıyordu, haksız da değildi hani.
Hay curnatasına tüküreyim,ne ki lan bu iş açtı başıma diye söylendi Rıfat , güvercin curnatasına takmıştı. Üşense de düşünmeye , tekrarlıyordu biteviye. Sormaya çekiniyordu. Şimdi bu zırtapozlar makaraya alırlar.
Allah allah ne bu ?
Ben bu gece uyuyamayacağım yine. Ama birden parladı gözleri bir şeyi merak ederse bu depresif çukurundan çıkıyorum demekti.
Lastik pabuçlarını taktı ayağına. Bunları çok severdi. İçerde giyerdi yalnızca. Ses etmeden her yere gidebiliyordu. Dans edesi geldiğinde de çok faydaları oluyordu. Uçar gibi havalandığını hissederdi böyle zamanlarda .
Kırk yaşını aşmıştı. Kırçıllaşmış saçları karma karışıktı. Taranmaya eriniyordu. Yüzünü yıkamaya da. Şişmanlamadan evvel oldukça yakışıklı sayılırdı. Az kızın yüreğini hoplatmamıştı bir zamanlar. Güzel sanatlara gideceğim dese de tornacı buldu kendini. Tornacı…hıh. Dans etmeyi seven bir t o r n a c ı.
Gülmeyin dedi ,dans ederken dükkanda müşterileri fark etmemişti. Radyoda comparsita karşısında incecik vücutlu uzun kızıl saçlı ,dolgun dudaklı güzel bir kız. Dönüyorlardı . Belini biraz daha sıksa kırılacak gibiydi. Tam kızı dizine yatıracak uğultular geldi kulağına. Baktı yüzlerine anlam veremeden . Kovdu hepsini. Röntgenciler diyerek. Olmayacak bu böyle dedi 2 kızı vardı. Yakında görücüler gelir. Mahallede adı dansçıya çıkmıştı. Adını aklamaya geldiği bu yerde kulağında bir tango ezgisi, gizli gizli tuvaletin kapısını kilitliyordu. Koku varmış ne gam. Piyanonun tuşlarından çıkan sol, la mi sesi her şeyi bastırıyordu. Babasının gelme ihtimali de yoktu.
Hülya koridorda yürürken hala Aslan’ın şiiri kulaklarındaydı. Gözleri doldu . Uzun siyah saçları ağır geliyor gibi eğmişti başını.. Koyu gözleri buğulu cam gibiydi ,incecikti vücudu son zamanlar biraz göbeği büyümeye başlasa da.. Diğerleri oburluk göbeği diyorlardı buna. Küçücük ayakları, küçücük elleriyle mütenasipti. Baş döndüren güzellikte olmasa da soluk benzi ile çekici bir hali vardı. Sanki bu dünyaya ait değilmiş gibiydi. Yapayalnız hissetti kendini. Sevgisiz,kimsesiz bir yalnızlık. Odasındakiler çok konuşmuyordu.. Depresif bir suskunluk içindeydiler.
O da ,bazen bu şiir okunan odaya gelir aralardı yalnızlığının kapısını. Sonra dönerdi ölümü düşlemeye. Ağlardı battaniyeye sarılıp, ağlar ağlardı, dinmek bilmezse ağlamaları elektro şoka götürüyorlardı. Unuturdu o zaman her şeyi, beyni yeni uykudan kalkmış gibi dinlenmiş olurdu.
Döndü yatağında , camdan dolunay olmaya yaklaşmış aya baktı. Çok severdi ay dede ile konuşmayı çocukluğundan beri. Daha 19 yaşımdayım ben dedi. Daha 19 yıl yaşadım. Yaşadım mı ki o kadar , arada öldüğüm yıllar da var.
Üvey babasının kollarında öldüğünde 16 sınsaydı..
Ölemedi ama ne yazık devam etti yaşarmış rolü oynamaya. Anasını da öldürmek istemedi kendisiyle birlikte.
Ay ışığı sevilmez mi ? Ay ışığında rakı ve tütün kokan erkek nefesini henüz yeni kabarmış göğüslerinde hissedince, bu iğrençliğe ay şahit olsun istememiş, yummuştu gözlerini sıkı sıkı
Dr erkek arkadaşın var mı demişti.
Erkek arkadaşı olur muydu ki.
Başını alıp gitmekten başka bir şey düşündüğü yoktu ama bir sevgilisi olsa , olur muydu , sever miydi onu, ya kendisi sevebilir miydi bir erkeği…….rüyasında düşünecekti bunu.
Tülbent ini sıkı sıkı bağladı beline. Pijamasının lastiği kolay sıyrılır diye bu yolu bulmuştu. Yattı. Kıvrılarak, büzüştü yatakta. Şöyle uzanıp , sere serpe yatamıyordu o zamandan beri.
Uyku vakti hapları geldi. Yutana kadar dikiliyor başında hemşire. Çaresiz yutuyorsun. Rüyasız uykulara yuvarlanıyorsun. Şimdi biri gelse yangın var ! dese imkanı yok kıpırdayamazsın. Ancak 2-3 saat sonra tepki verebilirsin.
Mani dönemimizden korkarlar en çok. O çok renkli, bol kahkahalarımızdan. Bitmek bilmeyen enerjimizden. En yaratıcı en çekici olduğumuz dönemden. Depresif bezgindir , ölümü özler durur, yaşamın ucuna gider gelirsiniz. Haplar uyku çağırma hapı, hayatın dozunu kaçırmama hapı, yeniden devam etme hapı. Ben neresindeyim hayatın…ben neresindeyim …ortası yok mu bunun ? demişti bir keresinde Aslan. Şiir okumanın dışında konuştuğu zamanlardan birinde. Gölgesi geniş söğüt ağacı gibiydi bu delikanlı. Genç, okumuş, duyarlı ,yakışıklı , bipolar………
Güneş yükselmeye başlayınca kalktı Hacı Yusuf . Helanın yolunu tuttu. Abdest aldı. Döndü koğuşa. Sabah namazını eda etti ,duygu durum bozukluklarının ortasında.
Nerden geldi bu illet demedi. Allah ‘tan gelmişti. Çaresi yine Allah’tandı. Dua etti bütün koğuşa.
İşlettiği bakkal dükkanı geliyordu aklına. Rafları bir indiriyor bir yerleştiriyordu.. Veresiye defteri karışmıştı mutlaka. Düşünme diyorlardı ama yapamıyordu. Uykusunda omo kutularını sayıyor gazozların eksilenlerini yerine koyuyordu.
Çocukların çikletleri birer insana dönüşüyordu. Ayhan Işık oluyordu biri diğeri Belgin doruk. Ne zamandı bu yahu dedi. Sakızlardan artist resimleri çıkardı.
Atlıkarıncaya zıpladı hayalleri, babam dedi. Yine dikildi en acımasız haliyle, topacının dönmesine bir tekme savurdu.
Yarın bu çocuk şiir okursa ben de gideceğim dedi.
Subhanekeyi okudu üç kez bir kez de elhamı . Girdi yatağa düşlerinden kopmaya. Düşsüz yavan bir uyku dinlendiriyor mu sanki. Örtüyor sadece dedi.
Yarın o Aslan oğlanı dinleyece…ğ …i…m… derken daldı gitti. Sesini duydu O’nun .Konuşur gibi, akıcı
kısık .
bir şiir tasarlıyordum aslında
olmuyor, bir türlü başlayamıyordum yazmaya
meteor yağmuru altında..
asa kullanma dersleri alıyordu Musa
Kızıldeniz yokken ortalıkta daha..
Meryem ana kutsanıyordu
yine Meryem’ce varlıklar tarafından..
İşte rüyamda …Rüya görüyorum
genç adam rüyamda, sadece bana şiir okuyor. Dinlemez göründüğüme bakmayın çok haz alıyorum. Dinleniyorum adeta.
Anladı tabi ne mübarek biri olduğumu. Ben hiç onun kadar yakışıklı olmadım. Onun kadar güleç te. Bilgili de, şiir yazmadım hiç .Şiir gülmek demekti kendince. Gülmek bana yasaklandı ben de yasakladım kendime. Erkek dediğin gülmezdi. Kadın da gülmez. Gülüşler kime göre yaşlı ve çocuklara göre mi? Hapsedin kahkahaları! Şenlikleri , mutlulukları. Hep karamsar olalım. Hayat yükü var sırtımızda hiç unutmayalım. Yahu saadetimizi neden saklıyoruz. Anlayamadım vesselam dedi.
Sesler var kalkmalıyım. Sabahı selamlama ilacı gelir şimdi. Şişman hemşirededir nöbet . Rüya gördüm ya , söylesem mi . Yok ya söyleme keyfini çıkar….
Cemil her zamanki telaşlı haliyle belirdi kapıda. Kalk kalk dedi. Kalk Hacı amca duana ihtiyaç var.
Geliyorum dedi yorgun vücudunu römork gibi taşıyarak.
Hepsi toplanmışlar ne var ki dedi Hacı Yusuf . Aralanın hele , dedi biri. Hoca yaklaştı. Kocaman devasa bir çaydanlıkta su kaynamakta. Demlik , demlik işte ellerinde bardaklar kesmez türden. Biz bunu kaldıramıyoruz dediler hep bir ağızdan. kalkmıyor çok ağır. Baktı Hacı Yusuf koca bir bakraç büyüklüğündeki kaynayan çaydanlık irisine. Mümkün yok kıpırdamaz ağzına kadar da su dolu.
Hocam okusan bir yol dedi biri. Yüzü gülmeyen hocanın yüzünde ilk kez gülümseme belirdi. Tamam çocuklar endişelenmeyin dedi. Cemil’in elindeki kulplu bardağı alıp daldırdı suya. Alın dedi. İşte bak kaldırdık çaydanlığı. O curnata neyse tam da burada koptu, deyince Cemil , hepsi birden başladılar dönmeye. Dönüp dönüp bağrışmaya. Hemşire koştu geldi. “Ne oluyor ne var “ diye avaz avaz bağırıyordu. Güvercin sökünü dediler bir ağızdan.
Neeeeeee ….!! … dedi hemşire güvercin mi ? Nerede?
ŞİİR MURAT ASLAN
YORUMLAR
Neden denemede kayıtlı bilemiyorum.Sadece Öykü olarak kayıtlı yazıları okuma, diğerlerini es geçme alışkanlığım nedeniyle bu harika öyküyü az kalsın okumaktan mahrum kalacaktım. Çok güzel bir kurgu ve anlatımdı. Samimi tebriklerimle.Saygılarımla
Kemnur tarafından 11/6/2015 12:00:16 AM zamanında düzenlenmiştir.