- 1760 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
ATATÜRK’E VERİLMEYEN UNVAN AZİZ NESİN’E DE VERİLMEDİ.
Başlangıçta siyasi bir yazı gibi görünse de bu yazı siyasi bir yazı değildir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------
Efendim 1 Kasım 2015 seçimlerinden sonra da beklenen oldu.
Seçim Öncesinde kendi kendime ‘’ Bu seçimlerden Ak Parti eğer iktidar olarak çıkarsa Ak parti karşıtları kesinlikle şu iki şeyi yapacaklar demiştim. Yanılmadım.
Neydi o iki şey?
1- ‘’Celladına aşık olmuşsa millet’’ diye başlayan dörtlüğü yayınlayacaklar sayfalarında.
2- ‘’Aziz Nesin haklıymış. Türk Milletinin %60 aptaldır’’ diyecekler yine.
On üç senedir yapılan her seçimin sonunda muhalif kanat bıkmadan usanmadan adeta bir tanrı buyruğu gibi bunları söyledi durdu.
Celladına aşık olmuşsa millet…Ömer Hayyam’a aitmiş…Avrupa literatüründe kısaca ‘’Stockholm Sendromu deniyor.’’ Türkiye’de ise ‘’ Deveye diken, insana …..en yaraşırmış’’ diye ifade ediliyor. Onun üzerinde durmayacağım.
Aziz Nesin Haklıymış…
Hangi konuda haklıymış ? Artık Türkiyede bunu bilmeyen yok. ‘’ Türk Milleti’nin %60 ı aptaldır’’ demişti ya işte o konuda haklıymış.(!)
Sahi Aziz Nesin niçin durup durduk yerde ‘’ Türk milletinin %60 ı aptaldır.’’ dedi ki? Bir başka soru da gerçekten böyle bir şey dedi mi?
İkinci sorudan başlayalım. Evet böyle bir şey dedi. Bakınız: www.youtube.com/watch?v=sRJY2vu8IEA
Niçin dedi peki?
İşin doğrusu ben bile 1982 de yapılan anayasaya Türk Milletinin %92 oranında ‘’Evet’’ oyu vermesi üzerine dediğini sanıyordum ki kendisi de bu yüzden dediğini söylemişti.
Evet 1982 Anayasası gibi bir darbe anayasasına ‘’Evet’’ dediğimiz için ( Ki ben de evet diyenlerdendim.) bizlere ‘’Aptal’’ demişti. Ama yine de benim içimde bir kuşku vardı.Öyle ya biz %92 oranında evet demiştik. O halde Aziz Nesin’in de ‘’ Türk Milletinin %92 si aptaldır’’ demesi gerekmiyor muydu? Gerçi yine kendisi ‘’ %85 diyecektim ama çok tepki olur diye korktum’’ demiştir ama bu açıklama da tatmin edici değil. Biz %85 oranında ‘’Evet’’ dememiştik ki.
Bütün bunların dışında asıl şaşırtcı olan Aziz Nesin’in bu çıkışı 1982 senesinde değil 1990 lı yıllarda yaptığıdır. Mesela yukarıda verdiğim linkte de göreceğiniz gibi bu konuyla ilgili olarak MHP li Agah Oktay Güner ile o zamanın HBB Televizyonunda yaptığı tartışmanın tarihi 17.07.1994 tür. Demek ki Aziz Nesin o yıllarda ‘’Türk Milletinin %60 ı Aptaldır’’ demiştir. Yani 1982 anayasasından on iki sene sonra. Niçin? Neden on iki sene sonra aklına geliyor milletin aptallığı?
Sonunda işin aslı ortaya çıktı.
Meğer bu kıymetli yazarımız (!) Almanya’dan alacağı bir fahri doktorluk unvanı karşılığında etmiş o lafı.
Biraz komplo teorisi gibi kokmakla beraber aşağıdaki satırları okuyalım bakalım.
Şimdi Cengiz Özakıncı’yı dinleyelim . Kitabı ‘’Derin Yahudi Siyon Türk Zelda’’ da diyor ki:
"Almanya’nın iki parça olduğu dönemde Batı Almanya, Amerika’nın sosyalit dünyaya karşı vitriniydi.(..) Aziz Nesin’de pek çok kez Batı Almanya’ya gidip Türk işçilerinin konuğu oluyor, söyleşilere katılıyor.
Aziz Nesin 1970’lerde, kapitalist Batı Almanya’nın Türk işçilerine yönelik kötü davranışlarının çetelesini tutmaya başlıyor. İlk kez 1987’de Batı Almanya’daki bir söyleşisinde söz ediyor bu çalışmasından ve aralarında Alman Türkolog Petra Kappert’in de olduğu salona şöyle sesleniyor: "Ara ara on yıldır üzerinde çalıştığım bir kitabım var, Almanların barbarlığını anlatan. Türkiye’ye dönüşte o kitabımı yayımlayacağım artık!"
Alman devletinin yüce çıkarlarını ve Almanların yeryüzündeki saygınlığını korumak ile yükümlü bir devlet görevlisi olan Petra Hanım, yayımlanmadan önce "o kitaba" bir göz atmak istiyor. Okuyunca da küplere biniyor hali ile... Aziz Nesin, sivri bulunan yerleri çıkarabileceği teklifine, "siz bunu iyisi mi hiç yayımlamayın" diyor Petra Hanım. Diyor ve Aziz Nesin’in Almanlara karşı duyduğu nefreti yumuşatabilmek için ona Almanya’dan bir "onursal doktora" verilmesi için girişimlere başlıyor...
Bu ödül de bedavaya değil tabii! Bırakın Almanları aşağılamayı bırakmayı, onları övmesi; Türkleri de yermesi gerekiyor Aziz Nesin’in… 1990’da önerilen bu ödülü alabilmesi için, ödül raportörü Alman profesör Essinger ile 1991’de bir söyleşi yapılıyor .’’
O söyleşiye geçmeden önce Petra Kappert’in 27.07.1995 te Milliyet gazetesinde yayınlanan sözlerini okuyalım:
‘’ Aziz Nesin’in Alman milleti ile arası hoş değildi. Almanları sevmezdi diyebilirim. Her insan gibi önyargıları olan Nesin , Alman milleti hakkında genellikle küçümseyici olan fikirlerini notlar halinde kağıda döküp bir zaman sonra bir kitap haline getirmeyi düşündü.
Bir gün bu notlar hakkında fikrimi almak istedi. Okuduklarım beni son derece rahatsız etti. Bir çok sağlıksız genelleme içinde , Nesin çapında bir yazara yakışmayan basitlikler vardı bu notlarda…Örneğin bir sigara ikram eden Alman , iki fenik olan bedelini hemen istemekten çekinmezmiş.
Bu ve buna benzer kalıplaşmış düşünceleri beğenmediğimi Nesin’e açıkça söyledim. Beni anlayışla dinledi. Notların sivri olan yönlerini ayıklamamı teklif ett. Buna da karşı çıktım. Genel havası bu kadar olumsuz olan bir kitabın Türk ve Alman milletleri arasındaki dostluğu zedeleyici bir tesiri olacağını anlattım.Uzun tartışmalarımız sonucunda bu kitabı bastırmaktan tamamen vazgeçti.
Evet..Petra Kappert ‘’Uzun tartışmalardan sonra bu kitabı bastırmaktan vaz geçti.’’ Diyor…
Aziz Nesin Almanları aşağılayan bir kitabı bastırmaktan vazgeçmiştir çünkü yeni misyonu artık Türkleri aşağılamaktır. Nitekim Profesör Essinger ile yaptığı röportajda bunu açıkça görüyoruz
PROF ESSİNGER: Sizi ziyaretimizin asıl nedenlerini burada konulaştırmak istiyorum. Almanya’da bir üniversite, size onur doktoru ünvanı vermek üzeredir. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunu söylerken bir yığın ödül aldığınızı biliyorum. Örneğin Altın palmiye, altın kirpi gibi ödüller, hiciv yazarı olarak aldığınız ödüllerdi. Bu onur doktoru ünvanı ile ilgili Alman kamuoyuna dönük neler söylemek istersiniz?
AZİZ NESİN : Önce içtenlikle teşekkür ediyorum,Darmstad Üniversitesine. Benim için gerçekten onurdur bu. Ben böyle bir şey beklemiyordum, benim için sürpriz oldu.Bu daha da güzel, beklemeden elde edilmiş bir ödül olduğu için daha da onursal. Bu bir değerbilirliktir.Çok sevinç duyuyorum, çok seviniyorum. Ben her aldığım ödülden sonra elbette mutlu oluyorum, sevinirim ama büyük sorumluluk taşırım, daha büyük sorumluluk.Çünkü aldığım ödüle layık olmak zorundayım. O çok önemli bir şeydir. Bu ödül küçük olur, büyük olur önemli değil.
Eğer bir kurum ya da bir kişi veya bir grup sizi ödüllendiriyorsa size bir takım görevler de veriyor demektir ister istemez. Bu, İnsanın yarattığı bir imaj demektir. O imajı bozamazsınız. Yani onursal doktor olmuş, onursal prof olmuş ya da uluslar arası şu ödülü almış olan adam, ödül almadan önceki adam değildir.
ESSİNGER: Türkler hak elde etmek için, hem kendilerini çağdaşlaştırmak, çağcıllaştırmak, hem de Alman toplumunun çağcıllaşmasına katkıda bulunmak için ne gibi etkinlikler gerçekleştirmelidir:
AZİZ NESİN: Ne gibi etkinlikler ? İlk basamağa basmak, yani abc öğrenmeden kitap okunmaz. Abc ye başlamak için a’yı öğrenmek öğrenmek gerekir.Türkler kültürün, oraya giden Türkler, tabii hepsi demek istemiyorum, orda son derece iyi aydınlarımız var elbette, bütün alanlarında etkili olabilecek durumda değil. Ben Hollanda vs. için diyorum. Bu insanlar abc yi öğrenmemişler. Abc yi öğrenmek için sondan başlamaya kalkıyoır. Ve onların kültürünün dışkısını bize mal ediyorlar. Örneğin bizim en iyi pezevenkler Berlin’deki Türk kadınları, Türk erkekleri arasından çıktı. En ünlüleri onlar. Kaçakçılar onlar, altın zincir onlarda, altın bilezik onlarda.Mercedes de onlarda. Bu onların kültürünün dışa vurumu.
Daha sonrasında şu sözler yine Aziz Nesin’e ait ki görüleceği gibi o aynen kendisinin de ifade ettiği gibi doktora ödülü alma aşamasından önceki Aziz nesin Değildir.
Diyor ki:
Onlar bizim gümrüklerden rahat rahat geçiyor. Onların adamları ( Gümrükçüleri Bizleri dididk didik arıyorlar. Haklıdırlar da aramakta, bizi aşağılamakta da haklıdırlar.
Bazı Avrupalı aydınlar bize paye vermeye çalışıyorlar. Sizin de şuyunuz var, şu kültürünüz var, fena değil filan gibilerden. Bunları yutmayalım. Ya kurnazlıklarından yapıyorlar, ya iyiliklerinden yapıyorlar. İkisi de yanlış. BİZİM KÜLTÜRÜMÜZ FİLAN YOK. BİR KÜLTÜRÜMÜZ VAR. O DA İSLAMLIK.
Ve noktayı koyuyor:
TÜRK MİLLETİNİN %60 I APTALDIR.
Evet…Biraz komplo teorisi gibi geldi Cengiz Özakıncı’nın yadıkları ( Her ne kadar ortaya belge diye bir şeyler koysa da ( Resim 3-4-5) Yalnız bu konuda Banu Avar da bir şeyler diyor millete hitaben yazdığı bir yazsında . Diyor ki:
‘’Bu milleti yerden yere çalan, Aziz Nesin’in hangi koşullardan kimler tarafından dayatılarak söylendiği malum sözünü dillerine pelesenk yapan sevgili vatandaşlarım !’’
Yani Banu Avar’a göre de Aziz Nesin’e birileri tarafından dayatılmış yukarıdaki sözler. ( Koşulları nelermiş bilmiyorum )
Gelelim Türk milletini bunca karalamaya ve yerden yere çalmaya karşılık Aziz Nesin’in bu fahri doktorluk unvanını alıp alamadığına. Alamadı. İngiltere’nin, koskoca Mustafa Kemal’e vermediği fahri doktorluk unvanını Aziz Nesin de Almanya’dan alamadı.
Atatürk’ün İngiltere’den fahri doktora alamaması sizi de şeşırttı sanırım. Gelin bunun hikayesini de okuyalım.
1938 yılında Ankara’daki İngiliz Büyükelçisi Sir Percy Loraine, Londra’daki Dışişleri Bakanlığı’na çektiği telgrafta Atatürk’ün doktora alması için girişimlerde bulunuyor. Telgrafta Atatürk’ün niçin fahri doktora alması gerektiği konusunda verdiği örnekler şunlar:
1. Atatürk Ankara’da bir üniversite kurdu, Van’da ikincisini kuracak. En önemlisi de İngilizce öğretimini teşvik ediyor.
2. Latin alfabesini, miladi takvimi, uzunluk ölçüleri sistemi ile soyadı kanununu benimsedi.
3. Kadınları özgürlüğüne kavuşturdu.
4. Batılı medeni kanun ile ticaret ve ceza kanunlarını kabul etti.
5. Batılı adab-ı muaşereti ve giysileri benimsedi.
6. Müzeleri, resim galerilerini tesisi
İngiliz Büyükelçisi Sir Percy Loraine’in bu isteğine karşılık olarak İngiltere’nin verdiği cevap ise şöyle:
“Atatürk’e fahri doktorluk verilmesi konusunda zorluk var: Oxford ve Cambridge üniversiteleri hiç kimseye gıyabında doktorluk payesi vermiyor. Çok istisnai bir fahri doktorluk payesi var, fakat Atatürk’ün buna layık olduğuna Üniversiteleri ikna etmek zor olur. Bir “diktatöre” fahri doktorluk vermeleri zor olur.”
Loraine direniyor, “Güçlüklerin farkındayım” diyor, “Ama hükümet isterse üniversiteleri ikna edebilir.” Sonra Atatürk’ün diktatör olup olmadığının analizine giriyor, fahri doktorayı fazlasıyla hak ettiğinin üzerine basa basa. Lakin 10 Kasım 1938 de Atatürk vefat edince, Sir Precy Loarine’nin girişimi sonuçsuz kalıyor tabii ki. [Bilal Şimşir - İngiliz Belgelerinde Atatürk 8. Cilt TTK 2006, s. 511-512 ]
Peki Aziz Nesin’e bu unvan niçin verilmiyor?
Bunu da yine Aziz Nesin’in bizzat kendisinden ve ‘’ Onursal Doktor Olamamanın Büyük Onuru ‘’ adlı kitabı ile ile ilgili sözlerinden dinleyelim:
‘’Çok basite indirgersek bu kitapta, Dramstadt Teknik Yüksek Okulunca 1990 yılında bana verilmek istenen onursal doktorluk payesinin 1992 yılında uyduruk bir bahaneyle nasıl verilmediği ve bu verilmeyişte 12 Eylül’ün Türkiye’ye armağanı olan YÖK gerici eğitim dizgesinin büyük çabası anlatılmaktadır. Bütün bunlar, bireysel bir sorun gibi görünen onursal doktorluğun verilmeyişinin dış nedenleridir. Özdeki nedenlerse, Türkiye ve Almanya’nın toplumsal yapılarındaki birbirinden çok ayrımlı bozukluklardır. Toplumsal yapı bozukluğu bugün Almanya’da hortlayan yeni Nazizim’le Türkiye’deyse kökü hiçbir zaman kazınmadığı için gittikçe gelişen ve artık gelenekselleşmiş kültürel bağnazlık ve yozlukla açıklanabilir.’’
Kendi açıklaması böyle. Asıl sebep neydi peki? Bilmediğimi itiraf edeyim. Bilmiyorum.
YORUMLAR
:-)
Ne yalan söyleyim Nesin'i severdim. bu sözünü de çok sık olmamakla beraber dillendirdiğim de olmuştur taki genç bir arkadaşımın bir yazıyı ispat için paylaşımlarını ve delillerini okuyanan kadar
Nesin Allah rahmet eylesin artık patıt diye düştü gözümden öyle severim falan demem ama yazdıkları keyif ve ibretle okumaya devam ederim o ayrı
artık Aziz Nesin haklıymış dendiğinde ne haklıymış A. Nesin yalakaymış diyorum.
Vay arkadaş ne iştir anlamadım; ayağa kalkan dan diye ilk önce bize vuruyor sümsüğü.
Zekanın, hocam, genetik olduğu gibi, bireyin yaşadığı ortama bağlı olduğunu bilim artık ispatladı...
Mesela...
Romanların müzik yeteneklerinin olduğu söylenir...
Oysa ki, 7/24 ortamlarında enstrüman çalınan bireylerin güçlü bir motivasyonla davranacaklarını biliyoruz artık...
Yani, üzüm üzüme baka baka kararır...
Kentleşme sürecinin sancılarıyla boğuşan Türk toplumunun da artık 50 yıl önceki toplum olmadığını biliyoruz...
Çok yaman handikaplarımız yok mu?...
Japonya'daki tsunami felaketi sırasında canli telefonla bağlanan bir insanımızın söylediği mıh gibi çakılmıştır hatırıma...
" Burada Türkleri müteahhitlik işlerine karıştırmıyorlar" demişti...
İşte bu da, çalkantılı, oturmamış bir kültürün çarpıcı ifadesiydi...
Bunlar zamanla aşılacak...
Yine devlet öncülüğünde 'muassır medeniyet seviyesini' yakalamak için çabalarken, bunun anlaşılmamasının sonuçları olanlar...
Körlerin fili tanımlaması gibi olmalarımız...
İlle de odunumun parası demelerimiz...
Yani ayrışmalarımız, anlayışsızlıklarımız, körü körüne adanmışlıklarımız, dediğim dedik demelerimiz...
Aziz Nesin bile olsa, "Bizim kültürümüz filan yok" diyecektir bu durumda...
Bugün ise...
Hazımsızlık olarak ortaya çıkan şey, aptallık değil, derinlerde akan nehri anlayamamak, yüzeyde günlük politika olarak görünen şeye kapılıp gitmek...
Bu da müşkül bir durum elbette...
Çünkü Kanal'a, Köprü'ye, Alan'a ve nicelerine karşı çıkmayı başka türlü yorumlayamayız...
Sonuç: Maalesef ne kadar veya kimin aptal olduğunun cevabı da mecburen bu noktada verilmiş oluyor...
Atatürk sağ olsaydı da 'diktatörlük' yapsaydı keşke...
Selam ve saygılarımla.