Kehanet-4
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
(İlham kaynağıma)
-Nihayet uyandın.
-...
-Beni gördüğüne şaşırmış olmalısın. Endişe etme, anlatacağım, önce şunu bitir ve biraz daha dinlen.
...
-Neredeyse soğuktan ölecekmişsin. Tabi kafana yediğin darbeden de ölebilirdin. Aslında şu son bir kaç gündür epey bir ölümden kurtuldun. Ama merak etme burada güvendesin. Selevkos askerleri seni burada bulamazlar.
-Thyateira’damıyız?
-Hayır. Aizanoi.
-Aizanoi mu?
-Evet nehrin seni getirdiği şehir.
-Ama...miğferler..Selevkos’a ait değildi.
-Evet, onlar buraya giremezler. Burası Friglerin kadim dini şehirlerinden biri.
-Nasıl olur? Selevkos, Pergamon, Bitinya böyle bir yere nasıl göz yumdular. Ayrıca Friglerin dini şehrinin Pessinus olduğunu sanıyordum.
-Evet öyleydi. Ancak çok fazla ifşa oldu ve savunması oldukça güçtü. Sonra şehir tümüyle daha köklü bir geçmişi olan bu şehre taşındı. Burası daha Pessinus’a göre daha sapa ve gözlerden ırak.
-Peki ya Kibele?
-Evet, o da burada.
-Olamaz. Ben boşuna mı gidiyordum yani Pessinus’a?
-Boşuna değil. Gördüğün gibi kehanet gerçekleşiyor. Kibele seni çağırıyor. Tüm o yaşadıkların, bir kanun kaçağı haline gelmen, yolunun Pessinus’tan buraya çevrilmesi.
-Bekle biraz, sen başımdan geçenleri nasıl biliyorsun? Nesin sen ha?
-Sakin ol, otur lütfen. Arkadaşlarımdan biri sizi izliyordu. Bu sayede biliyorum. Korkma ben senin tarafındayım. Aslında sen bizim tarafımızdasın. Sadece henüz farkında değilsin.
-Ne demek istiyorsun?
-Bana rüyanı anlat.
-Fakat..?
-Gördüğün hakkında tahmin ettiğinden fazlasını biliyorum. Artık sorgulamayı bırakıp bana güvenecek misin? Hadi anlat rüyanı.
-Günlerdir aynı rüyayı görüyorum. Son günlerde daha da netleşti. Bir aslan ve bir kartal mücadele ediyorlar. Aslan kartalı yere çarpıyor. Tam işini bitirecekken... gökten siyah bir taş tam aslanın kafasını düşerek paramparça ediyor...sonra, sonra kartal aslanın leşini yiyor...leşi yerken birden korkunç bir boğaya dönüşüyor. Boynuzlarının arasında da o gökten düşen siyah taş duruyor. Ve ben...ben kendimi boğaya binmiş bir şekilde buluyorum...ve boğa çevrede ne varsa ezip geçiyor.
-Seninle karşılaştığımdan beri ben de aynı rüyayı görüyorum. Ancak tek bir farkla, sen boğanın üzerindeyken ben de arkanda oturuyorum.
-Ne anlama geliyor bu?
-Bunu tek bir kişi bilebilir. Druidlerin başrahibi. O da burada, Kibele tapınağının yakınlarında yaşıyor. Yaşının yüzden fazla olduğu söyleniyor. Artık kimseyle görüşmüyor sadece ibadet ediyor. Ama beni dinleyecektir. Şimdi karnını doyur, hava kararırken başrahibe gitmeliyiz.
-İsmin? Bana ismini söylemedin.
-Sybil. Bir yere ayrılma döneceğim.
-Bir yere ayrıldığım yok. Şu an sadece evimde uyuyor olmayı dilerdim.
...
Sybil gerçekten tuhaf bir kadındı. Her ne kadar ona güvenmiyor gibi görünsem de garip bir şekilde ona içim ısınmıştı. Güzelliğine güzeldi ama bendeki his sanki uzun zamandır tanıdığım biriymiş gibiydi. Ayrıca aynı rüyayı görmemiz, tekrar karşılaşmamız bende kaderlerimizin daha çok kez çakışacağını düşündürüyordu.
Sybil hava karardıktan sonra geldi. Heybesinden çıkardığı kıyafetleri bana uzattı.
-Giy şunları, gidiyoruz.
-Senin insanlarının arasında değilmiyiz? Neden gizli saklı gidiyoruz?
-Çünkü öldürülüp nehre atıldın. Yani herkes öyle biliyor. Seni bizimkiler bana getirdi.
-Sizinkiler?
-Vakit kaybediyoruz acele et.
Verdiği kıyafetleri aceleyle giydikten sonra ikimiz de başlıklı pelerinlerimize sarındık. O önce ben arkada sokaklarda sessizce ilerledik. Köprüye geldiğimizde Sybil muhafıza birşeyler söyledikten sonra muhafız geçmemize izin verdi. Bir müddet daha ilerledikten sonra Kibele tapınağı tüm görkemiyle karşımıza çıktı. Ancak tapınağın merdivenleri ve bahçesi muhafız ve başka insanlarla doluydu. Ben tapınağı incelerken Sybil kolumdan çekerek beni bir sokağa yönlendirdi. Bir kaç ev geçtikten sonra mermer basamaklı bir evin önünde durduk. Sybil kapıyı çalarak bir müddet bekledi. Ardından tekrar çaldı. İçeriden cılız bir ses geldi.
-Her kimsen seni görmek istemiyorum. Rahatsız etmeyin.
-Efendim ben Sybil.
-Sybil? Ah Sybil kızım. Açıyorum biraz bekle.
Uzunca bir süre kapıya gelmesini, bir o kadar da kilitlerin açılmasını bekledik. Kapı açıldığında beli neredeyse iki büklüm olmuş, sakalları yere değen bir ihtiyarla karşılaştık. Kaşları bir diken gibi uzamış, gözleri ise neredeyse kapalı denecek kadar kısıktı. Beni farkettiğinde duraksadı. Gözlerini biraz daha açarak görmeye çalıştı. Sonra gülümseyerek arkasını dönüp içeri girdi ve ateşin başındaki taburesine oturdu. Sybil bana kafasıyla işaret ettikten sonra biz de içeri girdik ve birer tabure alarak ateşin başına oturduk. Başrahip bir süre sessizce ateşi karıştırdı. Sessizliği Sybil bozdu:
-Yüce rahip sizi bu saatte rahatsız ettiğimiz için üzgünüm fakat...
-Aç mısınız çocuğum?
-Hayır efendim teşekkürler. Rahatsız etme sebebimiz...
-Üşüyor musunuz, biraz daha odun atayım mı?
-Hayır efendim. İzninizle...
-Uzun zamandır görüşmüyoruz Sybil, iyisindir umarım?
-İyiyim efendim, sadece şu an önemli bir mesele...
-Biliyorum çocuğum.
-Biliyor musunuz?
-Evet sonunda O’nu bulmuşsun.
-E-evet...Uzun zamandır arıyordum. Henüz O olduğundan emin değilim efendim ama bir çok işaret O olduğunu gösteriyor.
Neden bahsettikleri konusunda hiç bir fikrim yoktu. Açıkçası rahatsız da olmuştum. Bana aldırmadan konuşmaya devam ettiler.
-Efendim bir rüya gördüm, O da aynısını görmüş. Epeydir gördüğünü söylüyor.
-Anlatın.
Bundan sonra önce Sybil sonra ben aynı rüyayı anlattık. Yaşlı adam çok dikkatlice dinledi. Ara sıra boşlukta bir şeyler görüyormuşçasına ateşe bakıyordu. Bizi dinledikten sonra uzunca bir süre ateşi karıştırarak sessizce düşündü. Sonra kafasını kaldırdığında hafifçe gülümsüyordu.
-Sybil kızım, sen eski öğretilere vakıf az sayıda druidden birisin. Sana bu görev boş yere verilmedi. Senin de kaderin kehanetle kesişiyor. Görünüşe göre görevinde başarılı olmuşsun. Ama daha işin başındasınız. Bundan sonra birlikte daha çok yol katedeceksiniz. Tabi öncelikle Kibele’yi almanız gerekiyor.
-Evet efendim, ama nasıl?
-Herkes kehaneti biliyor ve Roma, Kartaca karşısında zor duruma düştüğünden beri Kibele’yi daha çok koruma altına aldılar. Çünkü Roma’nın er ya da geç Kibele’yi almaya geleceğini biliyorlar. Tabi eminim ki tek bir adamın geleceğini düşünmemişlerdir. Rüyanıza gelince bu rüyayı otuz küsür yıl önce görmüştüm. Hatırlamamın sebebi ise o dönemin yüksek rahibinin de aynı rüyayı görmüş olmasıydı. Ona anlattığımda kendisinin de aynı rüyayı gördüğünü ve bu rüyanın benzerini başkasının gördüğünü duyana kadar kimseye anlatmamamı tembihlemişti. O üstad da sen ve ben gibi eski öğretilere vakıftı ve artık sayımız bir elin parmağını geçmiyor.
-Peki bu rüya ne anlama geliyor efendim?
-Aslında rüya çok açık kızım. Su gibi berrak. Kartal Roma’yı temsil ediyor. Aslan ise Kartaca’yı. Tıpkı şu an olduğu gibi mücadele ediyorlar ve Roma zayıf düşüyor. O sırada şans eseri yahut kader, yahut kehanet ne derseniz deyin. Eski yazmalar arasında Frig kehanetini buluyorlar ve Kibele’ye bel bağlıyorlar. Rüyada Kartaca’nın başını ezen Kibele. Kartal yani Roma Kartaca’nın kalıntılarını yiyerek güçleniyor. Yani Kartaca’nın topraklarını, herşeyini ele geçiriyor.
O arada sabırsızlıkla lafa girdim:
-Ya boğa?
-Evet boğa, boğa keltleri temsil ediyor.
-Ne anlama geliyor bu? Ben boğayı kontrol ediyorum.
-Bu kehaneti gerçekleştirecek birinden söz edilir. Bunun sen olduğunu düşünüyorum. Sybil de öyle düşünüyor. Ama üstadımın bana söylediğine göre bu kişi bir Kelt olmalıydı. Romalı değil.
-O halde olduğunu söylediğiniz kişi ben değilim.
-Anneni ve babanı tanıyor musun?
-Hayır, Neapolis’te bir villada büyüdüm. Beni büyüten asil bir Romalıydı. Babamın asker olduğunu ve kendisinin yakın arkadaşı olduğunu, annemi tanımadığını ve babamın bir sefer öncesi beni kendisine bırakıp bir daha dönmediğini söyledi. Beni büyüten adam hiç evlenmemişti. Beni de çok disiplinli bir şekilde yetiştirip, on iki yaşımdayken lejyona teslim etti. Ondan sonrası malum.
-Hmmm, ilginç, çok ilginç... Şimdi Kibele’yi almanız için bir yol bulmalıyız.
-Bu kadar korunurken bunu nasıl başarabiliriz?
-Endişe etmeyin. Ben yıllarımı bu tapınakta geçirdim. Tapınak altında üç kat daha tapınak var ve mevcut tapınak asırlar önce yapılan bu kadim tapınağın üzerine kuruldu. En alttaki kat su altında kaldığından bugün kullanılmıyor. Kibele ikinci katta. Kibele’yi aldıktan sonra sunağın tam arkasında kalan mazgalları bu anahtarla açarak aşağı kata inin. Aşağı kata indiğinizde nefesinizi tutarak yüzmeniz gerekecek, indiğiniz yerin tam karşısındaki duvara ulaşın, orada bulduğunuz oyuktan onbeş-yirmi ayak daha yüzdükten sonra kuruluğa ulaşacaksınız. Bundan sonra uzunca bir süre el yordamıyla yürümeniz gerekecek. Ta ki şehrin dışındaki ana tanrıça sunağına ulaşıncaya kadar.
-Çok kolaymış gibi anlatıyorsunuz ama oraya nasıl gireceğimizden bahsetmediniz.
-Orası kolay.
Böyle söyleyerek ayağa kalktı ve bir bıçak alarak şaşkın bakışlarımız arasında sakalını neredeyse dibinden kesmeye başladı. Daha sonra balla karıştırdığı bir tozu yüzüme sürerek sakallarını yüzüme yapıştırmaya başladı. Ardından ayinlerde kullanılanlara benzer bir cübbeyi üzerime geçirerek değneğini de elime tutuşturdu ve belim bükük yürümemi söyledi. Kılıcımı cübbenin altına dikkatlice gizledikten sonra, Sybil’e de başka bir tören cübbesi vererek baş rahibin kendini iyi hissetmediğini son kez Kibele’yi görmek istediğini söylemesini tembihledi. Sonra bana küçük avuç içi büyüklüğünde ağzı kapalı bir çömlek verdi.
-Zor durumda kalırsanız başlıklarınızı yüzünüze indirin ve bunu kuvvetlice yere çarp. Şimdi gidin büyük ihtimalle tekrar görüşemeyeceğiz, ama kehanetin gerçekleşmesinde payım olduğu için oldukça memnunum.
-Ama rüyanın devamından bahsetmediniz. Kartal boğaya dönüşüyordu ve sonra ben...
-Gidin, rüyanın geri kalanını yaşayarak görmeniz gerekiyor.
...
Tapınak şehre hakim küçük bir tepenin üzerine kurulmuştu ve duvarla çevrili geniş bir avlunun ortasında yükseliyordu. Tapınağın önünde dev bir sunak ve arkasında tapınağın girişine uzanan on iki basamak vardı. Giriş kısmında on-onbeş ayak yüksekliğinde yedi adet sütun vardı ve kare yapıda görünen tapınağın her köşesi sütunla çevriliydi. Yani tahminimce yirmidört sütun vardı. Avludan dikkat çekmeden geçtik. Merdivenleri çıkıp tapınağın iki kanatlı dev kapısının önüne geldiğimizde muhafızlar tarafından durdurulduk. Her ne kadar saygıyla eğilseler de geliş nedenimizi merak ediyorlardı. Sybil başrahibin ona söylemesini istediklerini söylediğinde muhafızlar bana baktı, ben de başımla onayladım. Bundan sonra içeride saygıyla eğilen ve aynı soruyu soran sekiz-dokuz kadar daha muhafıza aynı cevabı verdik.
İkinci kata indiğimizde şaşkınlık içerisindeydim. Kibele metalden bir kaidenin üzerinde duruyor, meşale ışığında ışıl ışıl parlıyordu. Ama bu beklediğim üzere bir heykel değil, rüyamdakinin aynısı simsiyah bir taştı. Şaşkınlığı çabuk atlatarak kaideye doğru ilerledim. Etrafta bir kaç rahip ve hizmetkar vardı. Biz de kaidenin dibinde durarak dua etmeye başladık. Bir müddet sonra rahipler teker teker selam vererek çıktılar. Hemen vakit kaybetmeden kaidenin üzerinde taşı alıp bir çuvala koydum. Taş göründüğünden çok çok hafifti. Başrahibin mazgalların olduğunu söylediği tarafa yöneldik. Ancak karşılaştığımız manzara tam bir hayal kırıklığıydı. Mazgalların olması gereken köşe tahtalarla örtülmüştü ve çivilerle perçinlenmişti. Hemen oracıkta yeni bir plan yapmamız gerekiyordu. Sybil aceleyle taşın çevresinde bulunan meşaleleri söndürdü ve taşı cübbemin altına gizleyerek çıkışa yöneldik. İki katı sorunsuzca aştıktan sonra tam çıkış kapısındayken alt kattan gürültüler yükseldi. Ardından koşuşturmalar ve bağırışlar. Önümüzdeki muhafızlar yolumuzu kesti ve arkamızdan bütün katlardaki muhafızların koşuşturduğu anlaşılıyordu. Az sonra çevremizi yirmi-yirmibeş kadar muhafız sardı ve cübbeleri çıkarmamızı söylediler. Bundan daha zor bir durum olamazdı sanırım. Sybil’e kafamla işaret ederek başrahibin verdiği küçük çömleği yere çarptım. Bir patlama oldu ve yüzümü başlıkla kapatmama rağmen gözlerimi yakan bir ışık meydana çıktı. Etrafımızdaki herkes gözlerini tutarak ve haykırarak yere yığıldı. Ancak avludaki muhafızlar da gürültüyü duymuş tapınağa doğru toplanmaya başlamışlardı. Hemen kapıyı muhafızların mızraklarıyla sürgüleyerek, mızraklardan iki tanesini alıp tekrar aşağıya yöneldik. Mızrakları kaldıraç olarak kullanarak güçlükle tahtaları söktük ve anahtarla mazgalı açarak soğuk suyun içine daldık. Karanlık suyun içerisinde tahmini olarak karşı duvara yüzdük ve el yordamıyla dehlizi bularak yüzmeye devam ettik. Artık tamamen havasız kalmak üzereydim ki ellerim toprağa değdi. Hemen ardımdan Sybil de çıktı. İki ayak genişliğinde zifiri karanlık bir dehlizdeydik ve uzun bir yolumuz vardı.
Karanlıkta binlerce adım tek bir şey göremeden yürüdük. Ağırlaşan havadan iyice bunalmıştık ki hafif bir hava akımıyla kendime geldim. Sybil derin derin soluyordu. Elinden tutup adımlarımı hızlandırdım. Kısa bir süre sonra önümüze çıkan engele çarparak durduk. Bir anlık bir çıkmazda olduğumuz düşüncesiyle korktum ama hava akımını hissettiğimde çabucak kendime geldim. Burası bir kapı olmalıydı. Hareket ettirmek için biraz yüklendim ancak başarılı olamadım. Kılıcımla bitişme noktalarını biraz temizleyerek Sybil’den yardım istedim. İkimiz bütün gücümüzle yüklendiğimizde hareket ettirebildik ve kapıyı geçebilecek kadar araladık. Adak ve ibadet amacıyla kullanılan büyükçe bir mağaraya çıkmıştık. Mağaradan dışarı çıktığımızda şehrin dört-beş mil kadar batısında olduğumuzu farkettik. Görevi başarıyla tamamlamıştım. Artık ilk hedefim Pergamon’du. Bir an önce gemime ulaşıp evime dönmek istiyordum. Sadece yumuşak yatağıma uzanıp uyumak...
...
Dışarıda haykıran kalabalık heyecanımı kat kat artırıyordu. Birazdan maiyetimle birlikte balkona çıkacak, baş belası ve yoz insan sürüsü senatoyu feshettiğimi, güçlü Roma için güçlü imparatorluk döneminin başladığını ilan edeceğim. Tüm bunlar kehanetin, özellikle yıllardır gördüğüm rüyanın gerçekleştiğinin kanıtı. Başrahibin dilinin ucuna gelip de yaşayarak görmemizi söylediği şeylerin...
Kibele...Kartaca’nın başkentini yakıp yıkmama yardım ettikten sonra ebedi yerine Antik Odeon’un kalbine yerleştirildi. Aslında bize zaferi kazandıran Kibele’miydi, yoksa Kartaca’yı kalbinden vurmamız gerektiğini söyleyen ve bunu gerçekleştiren ben miydim pek emin değilim. Sebep her ne olursa olsun umrumda değil. Önemli olan şu an dışarıda kalabalıkların dilinde yankılanan ismim ve gerçekleşen kehanet. Tıpkı rüyadaki gibi boğanın simgelediği kelt köklerimin yanı sıra Kibele’nin ve Sybil’in de desteğini alarak çevremdeki herkesi ezip geçmiştim.
Sybil...Aizanoi’dan kaçtıktan sonra Adalar Denizinin kıyısında, yüksekçe bir tepede, yağmurun altında kadınım oldu. Ondan sonra hiç yanımdan ayrılmadı ve başrahibin dediği gibi kehanetin bir parçası olduğunu kanıtladı. Kelt köklerimi bulmamda ve Kibele’yi Roma’nın en saygı duyulan tanrıçası haline getirmemde yardımcı oldu. Az sonra balkonda halkın önünde elimden tutarken verdiği görüntüyle Roma’nın en güçlü kadını ilan edilecek.
...
On yıl önce o şehirden kaçarken aklımda tek bir şey vardı. Sıcak yatağımda uyumak. Şu anda da aklımda aynı şey var. Ama dertsiz tasasız sıcak bir yatakta uzanmak uzun zamandır benim için bir hayal. Yapmam gereken işler var. Gerçekleştirmem gereken kehanetler. Tüm bunlar kehanet olsun ya da olmasın, yahut ben seçilmiş biri olayım ya da olmayayım, tüm ihtiyacım insanların buna inanması.
Kehanet kimin umrunda?
İnsanlar gözü kapalı her söylediğime inandığında nasıl olsa tüm kehanetler beni işaret edecek...
(son)
YORUMLAR
Gözden kaçırmışım bu güzel kurguyu
ama hepsini toptan okudum bir çırpıda. Kalem usta.
Tebrikler,
grafspee
Billur T. Phelps
Kurdele takmış iki kere,
Nasıl okunmaz ki.
:)
grafspee
grafspee
Betimlemesi daha az hikayenin ilerleyişine vurgu yapılarak yazılmış son bölüm,
ne olduğundan ziyade ne olcağına odaklı bir anlatım.
Güzeldi,
Tebrik ve saygılarımla..
grafspee
Sabah okudum, namaz vaktinden önce.. Bir yorum yazdım fakat neden bilmem, kalsın dedim şimdilik.. Bir film izliyordum ve film bana yazılarınızı anımsatmıştı. Acaba bu son bölüm ne zaman gelecek diyordum ki siteye baktığımda yazdığınızı gördüm. Hoş bir tevâfuk..
Şu çömlek.. Orada bitmeliydi dedim.. Ve ertesi için bir yazı daha olmalıydı deyi geçirdim içimden ama hâtun ile kahraman hârika bir çift olmuşları da ekledim içimden.. Yine de o kadar akıcı ve o kadar güzel tasarlamışsınız ki hazin bir netice olsaydı bile burkmayacaktı..
Ve şu balkon, tebessüm ettim. Mâlûmunuz balkon gündemin önemli meselesi..
Görkemli bir kapanış haketmişti öykü ve okur..
İlham kaynağı kaybolmasın bir yere, daha dahasını yazın siz..
Emeğinize hûrmetle..
grafspee
diyaloglar ve olay örgüsü biraz hızlı geçildi. aralarda yapmacık diyaloglar göze çarpabilir.
balkon..binlerce yıldır anlamını yitirmemiş. antik çağda halkına seslenen yöneticilerle bunca yıl sonraki yöneticiler aynı yerden sesleniyorlar halklarına. içerikleri kimin umrunda, nasılsa aynı şeyden bahsediyorlar. önemli olan önemini yitirmemiş olması.
izlediğiniz filmi merak ettim. çok teşekkürler, selamlar, saygılar.
**Havin_**
Talaash.. Aynı adam aynı şaşkınlık ve beğeni.. Bu filmin biraz mistik bir yanı var, bununla ilgili olarak çağrışım olduğunu düşünüyorum ve belki de ilgisi yoktur.. Ne hissettiğim önemli derim hep ve gözlerim yaşlı bir huzur .))
Selâm ile..
Yureginize kaleminize emeğinize saglik mükemmel değerli dost kalem saygilarimla selam dua ile kalin