- 505 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ŞİİR NE OLMALIDIR
Şiir, kendi kendine mırıldanılan bir türkü değildir. Okuyanı, dinleyeni de yaratma işine ortak eder, yaratma sevincini duyurur ona. Şiirde gösterilen ustalıkların saklanması, örtülmesi gerekliliği de bundan değil mi? Binlerce yıldır şarkı söylemekten bıkmayan insana şiiri yeniden sevdirmenin yolu da onu bu yüce uğraşa, bu yaratma işine katma çabasından geçiyor kuşkusuz.
Bütün sanat ürünleri gibi şiir de doğal bir şey değildir. Doğallık, alışılmışlık şiirin düşmanıdır. Gerçek şiir, doğal gelen alışılan değil, garip gelen, şaşırtan, sezdiren, bulduran, yaratıcılığa itendir.
Bu sözlere karşı, ’Doğa’da şiir yok mu’ diyeceklere, doğadaki şiirin hayvanlarca bilinen bir şey olmadığını, onuda insanın, yani yaratan, yani şiir yazani nsanın ortaya çıkardığını söyleyelim. Halk şiirlerindeki, halk türkülerindeki ’doğal’ lıktan söz edeceklereyse, o şiirlerin toprak altında kim bilir ne kadar yol aldıktan, kim bilir kaç tabakadan süzülerek geçtikten, geçerken nerelerde neler bıraktıktan, nerelerden sonra bir gün bir koyakta ortaya çıkan serin, bal gibi bir su örneği, yıllarca ve yıllarca halkın yaşamında gezindiğini, yunup arındığını anımsatalım.
Genç bir şairin şiirlerini okurken her şiirde ayrı bir kişiliği haber veren dizelere, duygulanımlara rastlamak ne kötü !
Şiir yazmak bu denli mekanik bir işe dönüşemez. Dönüşürse şiir kalmaz. Oysa şiir, süregiden bir kişiliğin oluşmasıdır da. Tek tek şiirler o şairin portresini çizer bize gün gün. Her şiir yeni bir çizgi atar bu portreye, her renk yeni bir boyut getirir.
Ustaca çizilmiş bir karikatür gibi olmalı şiir. Üç beş çizgiyle. Sade. Ama anlamlı.
Güldürmeli, düşündürmeli demek istemiyorum. Daha çok yapısından söz ediyorum şiirin. Onu okuduğumuzda, sözcüklerle kurulan yapıdan, bu yapının somutlaştırdığı anlam ya da yaşantıdan aldığımız tat, karikatürde çizgilerin sadeliği, çizimin basitliği karşısında duyduğumuz haytanlığa benzemeli: bir iki çizgiyle ufacık bir yere sığdırılmış anlamın büyüklüğü, derinliği karşısında duyduğumuz hayranlığa.
Yoğunlaşmış bir emek ve yaşantı olmalı şiir. Ardında, çizilmiş binlerce çizgiyi; söylenmiş, yazılmış ama, üzeri karalanmış binlerce sözcüğü; yaşanmış, denenmiş, değerlendirilmiş anları taşıyan ama bunları göstermeyen emek ürünü bir yapı olmalı.
Bir de, hiç gün yüzü görmemiş bir şey söylerken bile onu o denli bizim düşünmemiş olduğumuza şaşalım !
Kişisel acıları, sevinçleri, düşünceleri ancak ’Ben’ katında ’Biz’ katına çıkarabilirsek bir sanat yapıtının gerecini elde etmiş oluruz.
Bir roman ya da öyküde ’tipik’ sorununa götüren bu genelleştirme, şiirde ortak toplumsal duygu, ortak davranış biçimleri aramaya götürür bir şairi. Ölmüş bir çocuğa, sevgiliye, kardeşe, anaya yakılan ağıt, toplumsal bilinçle bir şeyleri karşılıyor, bir şeyler uyandırabiliyorsa sanat olmaya adaydır, yoksa değil.
YORUMLAR
Çocukluk dönemimde, ilk gençlik dönemimde fazla kitabım olmadı okuyacak.
O sıralar radyodaki eğitim programlarından ve okuduğum bir kaç şiir kitabından anlamaya çalışıyordum şiiri.
Şiir düz yazı değildir derdini sorunları anlatacak. O halde nedir? Yazmadan anlaşılmıyordu. Yazmaya başladım kısa kısa. Resim yaptığım defterlerim olurdu. Resimlerin yanına kısa şiirler yazdım ve şiire girmeye
çalıştım.
Şiir güzelliktir bence. Güzel duyguların, yaşananların, toplumda dayatılanların velhasıl herşeyin güzel bir
biçimde dizelere dökülüp yazılması. Hem çok zor, hem de kolaydır. İçine gireceksin iyice. İçine girip dolaşmayan bunu anlayamaz.
İnanın tarifle şiir yazılamaz. Ne derseniz deyin, herkes kendi sazını çalar, kendi tüküsünü söyler. Belkide
böyle gelişir şiir.
Tebrikler,
selam ve saygılarımla..