2
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1239
Okunma
Dürüstlük pahalı bir mülktür, ucuz insanlarda bulunmaz. Mevlâna
Ne yazık ki bu kavram sadece dillerde kalmış, yeterince uygulama safhasına erişememiştir. İnsanlık tarihi boyunca bu kavram, belki de tarihin akışı üzerinde oldukça önemli bir rol oynamıştır. Günümüzde de insanlığın başlıca ihtiyaç duyduğu bu konu üzerinde, biraz düşünmekte yarar var sanırım.
Büyük Türkçe Sözlükte dürüstlük: “Doğruluk” olarak tanımlanmaktadır. Dürüstlüğe, yaşamımızda ne kadar önem veriyoruz acaba? Dilimizden hiç düşürmediğimiz bu kavramı, istediğimiz gibi eğip, bükerek kendi davranışlarımıza uydurmaya çalışıyoruz. İstisnasız hepi-miz, az veya çok, dürüstlükten uzaklaşıyoruz. Prof. Dr.Üstün Dökmen’in televizyonda yayınlanan “Küçük Şeyler” isimli programlarından birini bu konuya ayırması; ve, verdiği nefis örneklerden esinlenerek, ne ölçüde dürüst olduğumuzu irdelemeye çalışalım.
Hepimizin dürüstlük anlayışları çok, ama çok farklı. Bizler, sanki dürüstlüğü de bir sınıflamaya tabi tuttuk. Maddi açıdan şu kadar değerin üzerinde olursa, dürüstlükten bahse-demeyiz demeye başladık. Halbuki bir kuruş ile, trilyon arasında hiçbir fark yok. Bizler, pa-rasal değeri az olduğu zaman yaptığımız dürüst olmayan bir davranışı, gayet normal karşılıyoruz; en ufak bir rahatsızlık hissetmiyoruz. Hemen hemen hepimiz böyle bir yaklaşım içerisindeyiz. Büyük miktarda parasal yolsuzluk yapanları medyada izlediğimiz zaman, he-men: “ Vay namussuz, ammada hortumlamış” diye feryat ediyoruz âdeta. “Prof. Dökmen’in ifadesi ile bizler de hortumcuyuz bir çeşit: Tek farkımız hortumun büyüklüğü: Bizim hortu-mumuzun adı pipet.” Hani gazoz, kola, içerken şişemize soktuğumuz küçük borucuk var ya; işte o! Bizim yaptığımız pipet boyutunda olunca hoş karşılanıyor, ama, pipet büyüyüp, hortum halini aldığı zaman hemen göze batıyor. İşte hâlimizin dramatik tablosu!.
Hepimizin ortak yaşadığı bu devlet, ancak topladığı vergilerle ayakta kalabilmekte ve halkına gerekli hizmetleri bu vergilerle yerine getirebilmektedir. Ancak burada da devlete vergi vermek konusunda oldukça isteksiz görünüyoruz ne yazık ki. Vergi vermemek için elimizden gelen herşeyi yapıyoruz. Vermek zorunda kalınca da yasaların tüm boşluklarından yararlanıp, vermemiz gerekenin en azını vermekle yetiniyoruz. Sadece çalışanlar değil, hepimiz, alışveriş yaparken dahi vergi kaçırmaya çalışmıyor muyuz? “Fiş veya fatura” almayarak bizler de bir anlamda bu işe ortak oluyoruz. Ama hemen geçerli bir sebep uydurarak, dürüstlüğümüze laf söyletmiyoruz.
Bizler, dürüstlük kavramını genellikle maddi konularla sınırlandırıyoruz. Dürüstlük sa-dece maddi konularla ilgili değil, hayatın her alanında yer alır. Bunlardan biri: “Yalan “ olup oldukça sık başvurduğumuz bir yöntemdir ( Yalan konusu; “Beyaz yalanlar, Pembe yalanlar, Siyah yalanlar” isimli yazımızda detaylı olarak işlenmiştir.). Olduğundan farklı görünmek de, dürüstlükle bağdaşmaz. İçimiz başka, dışımız başka! Olduğumuzdan farklı görünmek için çok çaba sarfediyoruz. Yüzümüze maske takmak, o denli sıradanlaştı, normalleşti, yaygınlaştı ki pek önemi kalmadı. Artık, tüm benliğimizle, bedenimizle bambaşka bir kişilik sergileyebi-liyoruz. Hepimiz aynı durumda olduğumuzdan, sözlerimizin de bir değeri kalmadı. Bu konuda o kadar ustalaştık ki, şaşırmamak elde değil.
Hele hele, “ Nabza göre şerbet verme”de üzerimize yok: “Kimin arabasına binerse, onun türküsünü çağırır,” diye bir deyimimize uygun olarak. Bukalemun, nasıl bulunduğu ortama uymak için renk değiştiriyorsa, bizler de hemen farklı bir kişiliğe dönüşüyoruz. Hele bir de çıkar söz konusuysa eğer, hiçbir sınır tanımıyoruz: Yağcılık, yalakalık, evet efendimcilik, iki yüzlülük…gibi sıfatlar hiç yabancımız değil.
Eskiden yüzümüz kızarırdı. Utanma duygusu körelince, yüz kızarma olayı da tarihe karıştı. Bir sorun bakalım kendinize: Utandığı için yüzü kızaran bir insan görmeyeli ne kadar zaman geçti? Bırakın utanmayı, yüzü kızarmayı; yaptığı dürüst olmayan bir davranışımız or-taya çıktığı zaman, gayet pişkin pişkin gülüyoruz artık. Utanan tek canlı varlık biz insanlarız diye övünüyorduk eskiden. Sanırım utanan o tek canlı varlık da yok artık
Yazımızın başında tarihin akışında dahi dürüstlüğün etkili olduğundan bahsetmiştik. Maalesef ülkelerin yöneticileri (kral, padişah, diktatör, başkan, cumhurbaşkanı, başbakan…) dürüst davranmayarak savaşlara, katliamlara neden olmuşlardır. Tarihte bunun sayısız örnek-lerini görmek mümkündür. Hatta günümüzde de ülkelerin dürüst olmayan davranışlarını ve bu davranışları nedeniyle, binlerce insanın öldüğünü gözlemlemek olağan hâldedir: Örnekleri her gün medyada. İnsanlık tarihinin yazımında, başlıca etkenlerden biri de, dürüstlük olsa gerektir sanırım.
Sonuç olarak: “Dürüstlük pahalı bir mülktür, ucuz insanlarda bulunmaz.” diye bize asırlar öncesinden seslenen Mevlâna’ya parelel olarak, yaşamımızdan dürüstlük kavramını çıkarıp attık. Ama, dürüstlüğün çok büyük erdem olduğundan bahsetmekten de geri kalmıyoruz ne yazık ki. Dürüstlüğü hep karşı taraftan bekler olduk. Dürüst yaşamak bu kadar zor mu? Herkes böyle davranıyor; ben enayi miyim diye içimizden düşünmekten vaz geçmenin zamanı gelmedi mi? Önce, minicik dahi olsa dürüst olmayan bir davranışı yapmayarak, yalan olan bir sözü söylemeyerek işe başlamak, bu işin temel noktası gibi görünüyor. Dürüst davranmaya başladığımız zaman, iç huzurumuza kavuştuğumuzu hissettikçe, değişimin hızının da arttığını göreceğimizden şüpheniz olmasın. Değişimi başkalarından beklemekten vazgeçerek, değişimi önce kendimizden başlatmaya ne dersiniz
.