dalaksız
Merdivenler bitip kendimi dışarı attığımda zaten karışık olan kafam ve duygularım dahada karışmıştı. Bunun yanında bazı şeylerde iyice aydınlığa kavuşmuştu. O da yaşamak istiyorsan başkasına güvenmeyeceksin, kendi ayaklarının üstünde durmayı öğrenmek zorundasın. İlk iş bulma için Adana, İstanbul dolaştığım yıllarda da yaptığım en büyük hata eşten dosttan yardım beklemek oldu. Hem kendim üzüldüm hem de belki karşımdaki insanları zor durumda bıraktım. Hayat insanlara bazı fırsatlar sunar-mış,1:Soydan gelen zenginlik,2-Güzellikle, 3-Akıl,
Bende soydan gelen bir zenginlik yok, Güzellik desen hiç yok. Akıl dersen vasat. Ama ben o vasat olan aklı kullanarak ya hayatıma bir yol çizeceğim, yâda birçok insan gibi yok olup gideceğim. Binanın önünde biraz kendimi toparlamaya çalıştım. Güne batmış ama henüz daha tam karanlık çökmemiş olmamasına rağmen caddenin sağında ve solunda yer alan sokak lambaları yanmıştı. Atatürk’ün heykeli çevresindeki lambalarla aydınlanmış çam ağaçları da bu mekâna ayrı bir güzellik katmıştı. İçimden heykelin yanına gidip yakından bakmak geldi ama hava henüz tam kararmadan otele dönmem gerekir diye düşündüm. Hemen yola koyuldum. Otelden gelirken yokuş yukarı çıkmıştım ve bayağıda yorulmuştum. İniş çıkıştan daha kolay oldu. Otele gitmeden yine benzinliğe uğradım. Reşat abi gitmiş yerine Fevzi abi gelmişti. Biraz sohbet ettik. Çay yapmıştı birer çay içtik. Başladığımız hiçbir sohbeti bitiremiyorduk çünkü sürekli araçlar geliyor mazot, benzin alıyorlardı. O da bir pompadan bir pompaya geçiyordu. Birçok sürücüyü tanı yordu sanırım çünkü biraz bekletmek zorunda kaldığı şöförler, anayın karnında dokuz ay nasıl durdun biraz sapret dalaksız diyordu. Tabi iş bukadar yoğun olunca oldukça yoruldukları açıktı. Aslında ben böyle bir bulabilsem ne kadar güzel olur diye düşündüm ama bu okadar da kolay olmadığını da biliyordum. Gece ilerledikçe dışarı soğumuştu. Dışarda mutlaka kalın giysiler giyilmesi gerekiyordu. Benzinlik ise sıcaktı. Çünkü Yazıhanede yanık yağı sobası vardı. Biraz kokuyordu ama çok güzel de ısı veriyordu. Bu yanık yağ sobaları özel yapılmış hacim olarak küçük çok kalın sac yâda dökümden yapılmıştı. Motorlarda kullanılıp ömrünü tamamlayan yağları toplayıp büyük varillere doldurup, yakıt olarak kullanıyorlarmış.
Otelde kalmaya alışık olmadığımdan burada ne kadar uzun kalırsam okadar kardır diye düşünüyordum. Âmâ vücutta bir yere kadar dayanıyordu. Saat iyice ilerlemiş ve sürekli esnemeye başlamıştım. Fevzi abiye iyi geceler deyip otelin yolunu tuttum.
İki –üç dakika içinde Ankara İzmir yolu üzerindeki köprüden geçip otele vardığımda otel görevlisinden başka kimse kalmamıştı. Selam verip odamın anahtarını alarak çıktım. Otelde ilk kez kalacaktım. Otelin adabı muaşeret kurallarını bilmediğim için bir hata yapmaktan çekiniyordum. Lambayı yaktığımda içinde tek kişilik bir yatak, yeni yıkanıp serilmiş temiz çarşaf ve bir battaniye ile basit bir dolap vardı. Günün heyecan ve setresinden yemek yemeyi unutmuştum. Benzinlikte içtiğim çay da iyice midemi bulandırmıştı. Ama bu saatten sonra nerde yemek yiyecektim. Ayakkabımı çıkardım. Üstümdeki giysileri hiç çıkarmadan öylece yatağa uzandım. O gün yaşadıklarımı şöyle bir gözden geçirmeye çalıştım ama ne mümkün uyandığımda saat sabahın 09 `u olmuştu. Üstümü örtmeden uyumuşum tabi her tarafım tutulmuş, Karnımda zil çalıyor. Salondan bazı sesler geliyor. Otel görevlisi ile birileri konuşuyorlar. Sanırım polis memurları otelde kalanlar hakkında bilgi istiyorlardı. Çünkü o dönem Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi Bursa’da çok sıkıntılı günler geçiriyordu. Dışarı çıkıp çıkmamakta biraz tereddüt ettim ama bu açlık daha fazla dayanma gücü bırakmamıştı. Hem çekinecek bir şeyimde yoktu. Tek kusurum eğitim Enstitüsü öğrencisi olmamdı. Artık hayatın gerçekleri ile karşılaşmam gerekiyordu. Ayakkabımı giyip dışarı çıktım lavabo karşıdaydı. Elimi yüzümü yıkadım. Havlum olmadığı için cebimde taşıdığım yağlığa(mendile)yüzümü sildim. Merdivenlerden alt kata indim. Memurlar işlerini bitirip gitmişlerdi. Otel görevlisi beni görünce biraz dert yanar gibi yahu iyice bıktırdılar kardeşim; Nerde ise akşam sabah gelip kaç kişi kalıyor yok hangi görüşten, biri ülkücü var mı diye soruyor, bir Dev Gençli var mı? Ben gelen müşteriye nasıl sorayım necisin, hangi görüştensin diye. Ben pek oralı olmadım. Ortam çok karışık sonumuz ne olur Allah biri deyip, anahtarı teslim ettikten sonra hiçbir plan yapmadan yürümeye başladım. Ayaklarım beni yine benzinliğe taşıdı. Benzin istasyonuna vardığımda Fevzi gitmiş Reşat gelmişti. Beni görünce merakla? Ben gelen müşteriye nasıl sorayım necisin, hangi görüştensin diye. Ben pek oralı olmadım. Ortam çok karışık sonumuz ne olur Allah biri deyip, anahtarı teslim ettikten sonra hiçbir plan yapmadan yürümeye başladım. Ayaklarım beni yine benzinliğe taşıdı. Benzin istasyonuna vardığımda Fevzi gitmiş Reşat gelmişti. Beni görünce merakla, Y.Beyle görüşebildin mi dedi? Bende görüştüm dedim. O benden başka haberler bekliyordu. Sanırım gözümün içine doğru baktı. Ben başka soru sormasına fırsat vermeden benim karnım çok aç bireyler yemem lazım nerde yiye birim dedim. Bu caddenin üstünde çok güzel çorba yapan yerler var. Sıcak bir çorba iyi gelir sabah sabah dedi. Sağ ol deyip gösterdiği yöne doğru yürümeye başladım. Yolun sol tarafında üstünde kocaman harflerle Hacı Baba Lahmacun yazan bir yerin önünde camda yazan diğer yazıları okumaya çalışıyordum. Genç bir delikanlı kapıdan dışarı doğru başını uzatarak buyrun, buyrun efendim. Çok güzel kebaplarımız var, lahmacun var, Diye verdikleri hizmeti saymaya başladı. İçeri gidim sırtımı duvar verip yönüm kapı tarafına gelecek şekilde oturdum. Fırına atılan odunlar öyle bir yanıyordu ki sıcaklık oturduğum masaya kadar geliyordu. Garson saymaya devam ederken ben bir ezogelin çorbası istedim. Daha önce annemin yaptığı, bulgur çorbası, düğülecek çorbası, ayran çorbası, süt çorbasının yanında Darende’de çalışmaya gittiğim zaman sabahları, mercimek çorbası içmiştim. Ama bu ezogelin çorbasını ömrümde hiç içmemiştim. İsmi bana köyümüzde ben daha ilkokula başlamadan, Antep tarafına ezogelin adlı tiyatro gösterisini yapmak üzere giden bir topluluğun bizim köyün ilkokulunun önünde oynadığı oyunu hatırlattı. O yıllar gerçekten paranın çok zor kazanıldığı yıllardı. Bu oyun u seyretmeyi çok itememe rağmen ailem 25 kuruşu bulamadığı için gidemedim. Daha doğrusu gittim ama izlemem izin vermediler ben sadece seslerini duya bileceğim bir yere çekilerek konuşmaları dinlemiştim. Oyun içerisinde çok güzel bir ses ”aman ezam ben sana nettim. Uzun hava ya da barak okuyordu. Bundan çok etkilenmiştim. Uzunca bir süre dilimden düşürmedim. Garson çorbayı getirdi masanın üstüne bıraktı birde kaşık koydu ama ekmek yoktu. Çorbanın dumanı öyle bir çıkıyordu ki sormayın. Aç olamayan insan bile bu görüntüye dayanamaz. Ben kaşığı aldım ekmek yok mu diyecektim ki bir tabakta fırından yeni çıkmış tırnak pidesini getiren garson buyrun afiyet olsun dedi. İçtiğim bu çorbayı hala bugün içmiş gibi hatırlarım. Uzunca bir süre lokantanın müdavimi olmuştum. Şehri dolaşır ama çorbayı bu mekânda içerdim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.