- 377 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Demokratik deliler devleti-35
-Doğduğunda her insana iki tane maske verilir. İnsan da bunlardan bazen birini bazen de ötekini takar. O nedenle delilik ve normallik, her insanın doğasında vardır.
**
Hayret! Bu gece operasyon saatine kadar deliksiz uyudum. Sabaha karşı ortalık ağarırken tepemizde dolaşan bir helikopterin gürültüsüne uyandım. Yataktan fırladım, cam kenarına geldim ve helikopterin bahçe üzerinde giderek alçaldığını gördüm. Hemen giyindim, yukarı çıktım. Herkes ayaktaydı. Görülmemiş bir telaş vardı. Buradan da anladım ki benden başka herkes geceyi uykusuz geçirmişti. Biri Başkanı görmemi ve görev yerimin neresi olduğunu öğrenmemi söyledi. Bakanlar dahil, herkesin çatışma sırasında hangi odada görevli olacağı belirlenmiş. Nitekim insanlar görev yerlerine doğru gitmeye başladılar.
İmparator’un kapısını çalıp içeri girdim. Masasında oturmuş kahvaltı yapıyordu. Oldukça sakindi, olağanüstü bir durum belirtisi göstermiyordu. Bana bodrumdan iki tabanca, iki yedek şarjör ve bir sandık da mermi getirmemi söyledi. İstenilenleri hemen getirdim. Helikopterin sesi giderek uzaklaşıyordu.
Bu beni rahatlattı. On beş dakika kadar sonra tekrar helikopterin sesi duyuldu. Sonra kendi göründü. Futbol sahasının olduğu yerde alçaldı. Sonrasını bilmiyorum, çünkü görünmüyor. İnmiş olmalı. Sanırım helikopterle operasyonu gerçekleştirecek elemanlar getiriliyordu. Beş dakika sonra helikopter havalandı. Bu gidiş-gelişlerden helikopterin ilk gelişinin keşif amaçlı olduğu da anlaşılıyordu.
İmparator, çatışma sırasında burada olacağımı, görevimin yedek şarjörlere mermi doldurmak olduğunu söyledi. Kahvaltısına aynı rahatlıkla devam etti. Ben de hemen tabancaların şarjörlerini ve yedek şarjörleri doldurup camın yanındaki sehpanın üzerine koydum.
Helikopter bir kez daha gelerek aynı yere iniş yaptı. Çatışma hâlâ başlamadı. Polislerin indirildiği yer buraya uzak olduğu için başlamamış olabilirdi. Ayrıca çatışmaya girebilmek için belli bir sayıda elemana ulaşmayı da amaçlamış olabilirlerdi.
Helikopterin son ziyaretinden sonra silah sesleri duyulmakta gecikmedi. Önce tek tük tabanca sesleri geldi, sonra ise giderek arttı. Pencereden birkaç polis gördüm. Ağaçları kendilerine siper almaya çalışıyorlardı. Bir de bomba sesi duyuldu, ama bu ses saraya uzaktı.
Bir müddet saraya ne kurşun ne de bomba atıldı. Çatışmanın yoğun olduğu bölge demir kapının ve gözetleme kulesinin bulunduğu yerdi. Bu da gösteriyordu ki polis, önce burayı ele geçirecek ve içeriden demir kapıyı açıp dışarıdaki güçlerini bahçeye sokacaktı. Bunu başarması zor olmadı. Çünkü az sonra bahçe polisle doldu.
Polis miktarı çoğalınca, çatışma saray tarafına kaydı. Atılan kurşunlardan biri İmparator’un odasının camının üstünden girerek karşı duvara saplandı. Ben kırılan cam sesiyle birlikte camdan biraz daha öteye, duvara doğru uzaklaştım. İmparator hiçbir tepki vermedi. Sanki kırılan cam sesini duymamış gibiydi, kahvaltı etmeye devam etti.
Kahvaltı bitince bir görevli geldi boşları aldı. Aynı görevli az sonra elindeki tepsiyle kahve ve su getirdi. İmparator bir sigara yaktı. Suyu içti. Sonra bir yudum kahvesinden alıp bir nefes de sigarasından çekti. İmparator’un bu durumunu ben açıklayamıyordum. Dışarıda kıyamet koparken adamın kılı bile kıpırdamıyor... Yoksa bu adam sinirlerini mi aldırmıştı da, tepki vermiyor, bu olaylardan etkilenmiyordu? Silah ve bomba sesleri, camın kırılması adamda en ufak bir heyecan belirtisi ortaya çıkarmamıştı. Ruhsuz, duygusuz, sinirsiz bir adam olabilir miydi?
Daha önce tanık olduğum olaylar, İmparator’un hep bu görüntüde olmadığını bana hatırlattı. Öyleyse birbirinin zıttı yaşadığı ruhsal dönemleri vardı. Bir dönem şimdiki gibi umursamaz, donuk, tepkisiz iken diğer dönemde hareketli, sinirli, heyecanlı, saldırgan olabiliyordu.
Kahvesini bitirince ayağa kalktı, camı açtı. Silahları ellerine aldı, önce şöyle bir tarttı, sonra bana doğru çevirdi.
-Bak Kargacı, şarjörleri hızlı bir şekilde dolduramazsan kurşunları kafana boşaltırım. Ona göre...
Dedikten sonra cama döndü ve iki silahla birlikte ateş etmeye başladı. Bu görüntüsü bana çocukken okuduğum bir kitaptaki resimli kahraman Tommiks’i hatırlattı. O da bazen düşmanlarına böyle çift silahla ateş ederdi. Ateş ederken İmparator’un gözleri sevinçten parlıyor, adeta zevkten dört köşe oluyordu. Savaş oyunu oynayan küçük bir çocuk gibiydi...
Ardı ardına ateş ediyordu ve silahlar hemen boşalıyordu. Tabii şarjörleri doldurmada çok zorlanıyordum. Bazen tek tabancayı kullandığı da oluyordu. İşte o zaman işim rahattı.
Yarım saat böyle geçtikten sonra ateş etmeye kısa bir süre ara verdi. Kafasını sağa sola oynatıp etrafı iyice gözetleyip nişan aldı ve üç el ateş etti. Ardından bir kahkaha atarak:
-Tepe üstü çakıldı salak, dedi.
Merakla camın yanına gittim, ne olduğunu görmek için. Bir polis yerden kalkmaya çalışıyordu. Kalktı. Karnını tutarak çiçeklerin arasına kendini attı.
Bu arada İmparator’un tabancası boşalmış ve yedek şarjör de dolmamıştı.
-Gebermek mi istiyorsun sen? Diye bana bağırmaya başladı. Hayır hayır, bağırmıyordu; böğürüyordu... Ağzından köpükler saçarak hışımla üzerime yürüdü. Ondan uzaklaştım, hemen şarjörleri doldurmaya başladım. Tabancaya bunları takıp ateş etmeye başlayınca adam, beni unuttu. İnsan öldürme eyleminde bulunurken kendinden geçiyor, bundan büyük bir haz duyduğunu davranışlarıyla belli ediyordu.
Çatışmanın hızlandığı artan kurşun ve bomba seslerinden belliydi. Bulunduğumuz odaya üç kurşun daha isabet etti. Üçü de duvarda... Bir de diğer camı indiren kurşun var, ama onun nerede olduğunu göremedim. Yemekhane tarafından gelen çok şiddetli bir patlama duydum. Bomba sesinden farklıydı. Sonra da siyah dumanlar çıkmaya başladı. Öyle ki bu siyah duman sarayın açık olan penceresinden içeri girince İmparatoru öksürük tuttu. Küfür ederek camı kapattı, gidip koltuğuna oturdu. Kırık olan diğer camdan duman girmesini engelleyemezdik ama buradan fazla duman gelmiyordu.
İmparator’un oturması galiba biraz uzun sürecekti. Fırsattan istifade etmek için cama geldim, savaşı seyredecektim. Dışardan gelen insan sesleri birbirine karıştığı için ne dendiğini anlayamıyordum. Sesler boğucu bir uğultu gibi geliyordu. Çığlık mı, ağlama mı, bağırma mı, küfür mü, yalvarma mı ne olduğu belli değil.
Siperden arada sırada başını çıkarıp ateş eden bir güvenlik elemanımız gözüme ilişti. Bir ara ateş etmeyi bırakıp karşı tarafa bir bomba attı. Sonra elindeki ikinci bombayı da gördüm ve hemen arkasından bir patlama. İnsan parçaları havada uçuyordu. Bombayı nedense atamamıştı, elinde patlamıştı. İrkildim. Titremeye başladım.
İmparator’un uyarısı ile kendimi toplayıp cam kenarından uzaklaştım, Çünkü bana:
-Kargacı, orada durmaya devam edersen az sonra pisi pisine gideceksin. Karşındaki düşman tabanca kullanma konusunda senin gibi bir acemi değil, defalarca bu tür çatışmalara katılmış profesyonel bir savaşçı. Seni kolayca bir keklik gibi avlayabilirler. Aptallığı bırak da camın yanından ayrıl. Dedi.
Yerler mermi kovanı doluydu. Ayağımla üzerine bastığım bir kovan yüzünden az kalsın yere düşecektim. Ben değil de ya İmparator bu boş kovanlar yüzünden düşerse benim halim nice olurdu? Sorusu bile beni ürküttü. Hemen yere eğilip elimle kovanları toplayıp bir kenara yığmaya başladım. O kadar çok ki... Hepsini değilse bile İmparator’un yolu üzerindekileri toplamıştım.
Beni camdan baktığım için uyaran hatta aptallıkla suçlayan İmparator, ayağa kalkıp cama doğru ilerledi ve çatışmayı izlemeye başladı. İyi görememiş olmalı ki daha önce duman girmesin diye kapattığı camı açtı. Zaten nereden geldiği belli olmayan o duman da artık yoktu. Kendini seyre öylesine kaptırdı ki ateş etmeyi bile unuttu. Güvenlik mi? Benim için tehlikeli olan bu durum, onun için tehlikeli değil miydi? Orada dikilip durduğuna göre demek ki değildi! Öyle ya ona mermi filan vız gelirdi!
İmparator’un arkası bana dönüktü. Aramızdaki mesafe bir buçuk metre civarındaydı. Bu sadist alçak, insanları öldürmekten ve ölenleri seyretmekten hoşlanıyordu. Onun yüzünden çok sayıda insan hayatını kaybetmişti. Daha kim bilir kaç insan ölecekti? Bu savaş bittikten sonra ne olacaktı? İmparator’u yargılayıp asacaklar ya da bir hapishaneye mi kapatacaklardı? Hayır. O gene bir hastanede müşahede altına alınacak ve belki orada da gene başka insanların ölümüne yol açacaktı.
Öldürttüğü Toprak Baba ve Âşık aklıma geldi, bu, ona karşı duyduğum nefreti iyice artırdı. Bu namussuz alçağı ortadan kaldırmak gerekliydi. Ama nasıl? Aslında bunu şimdi, şu anda ben yapabilirdim ve böylece bu savaş da biterdi. Üstelik bu katilin bundan sonra sebep olma ihtimali bulunan birçok ölümü de engellemiş olurdum. Zaten günler önce bu zalimi öldüreceğime dair kendime söz vermemiş miydim?
Bundan daha uygun bir zaman olamazdı. Bütün cesaretimi topladım ve belimdeki tabancayı çıkardım. Tam o sırada İmparator hareketlendi. Yüzünü bana dönecek zannettim. Dönseydi hiçbir şey yapamazdım, elimden tabancayı düşürürdüm ve o da beni boğarak öldürürdü. Neyse ki dönmedi, cama daha yaklaşmak için hareket etmiş. Yarım adım ileri gitti, seyretmeye devam edecekti.
(Romanın bitmesine sadece iki bölüm kaldı. Sabrınız için teşekkürler...)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.