- 546 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
PAYLAŞILMADI
Kendimi gurbette gibi hissediyorum. Yabancı yüzler arasındayım. Tanıdık birilerini arıyor gözlerim. Herkes yabancı; muhtemelen ben de onlara yabancıyım. Garip garip bakıyorlar bana. Kendimi yalnız hissediyorum.
Kalabalıklar içinde tek başınayım. Herkes değil, her şey bana yabancı.
Burası neresi?
Ben neredeyim?
Bu insanlar kim?
Ben kimim? Aslında ben kimim biliyorum. Ama bu insanlar arasında benim ne işim var? Bunu bilmiyorum..!
Buraya neden geldim? Bu yer neden bana yabancı? Buraya ait değil gibiyim. Ama neden buraya ait gibi hissetmek için zorluyorum kendimi?
Biliyorum. Görüyorum. Burası bana yabancı. Bu insanları tanımıyorum.
Misafir gibiyim. Hemen gidecek gibi emanet duruyorum bu yerde.
Ama sanki çakılıp kalmışım da ayrılamıyormuşumu da yaşıyorum aynı zamanda.
İnsanların davranışları bir garip. Birbirlerine zarar veriyorlar. Kendilerine zarar veriyorlar. Korkuyorum. Ben de onlar gibi olmak istemiyorum.
Ama olmak zorundaymışım gibi bir baskı var üzerimde. Hissediyorum.
Daralıyorum...
Benim de onlara katılmamı bekliyorlar. Beni ayıplıyorlar. Bakışlarından anlıyorum. Beni sevmiyorlar. Beni küçümsüyorlar.
Onların yaptıkları bana çok çirkin geliyor ve koşarak kaçmak istiyorum yanlarından.
Kimi elimden tutup çekiyor kimi ayağımdan tutup gitmeme engel olmaya çalışıyor.
Kabus gibi. Ne işim var bu insanların arasında? Kalmak istediğim yer burası değil. Olmak istediğim yer bu insanların yanı değil.
Neden beni bırakmıyorlar? Neden benim gitmeme engel oluyorlar?
Ağlayan çocuklar var etrafta. Silah sesleri duyuyorum. Bombalar evlerin üzerine düşüyor. Yanan evlerden insan çığlıkları geliyor.
İnsanlar delirmiş gibiler. Birbirlerine vuruyorlar. Elleri yüzleri kan içinde. Bıraksalar kaçıp kurtulacağım. Bırakmıyorlar. Umutlarımı çekip alıyorlar ve yerlere fırlatıyorlar.
Dua ediyorum. Dalga geçiyorlar. Gülüyorlar ve çirkin sözler söylüyorlar. Dua etmemden neden bu kadar rahatsız oluyorlar? Anlamıyorum...
Ellerimde kır çiçekleri var. Zorla elimden almaya çalışıyorlar. Çekiştirerek tutup tutup koparıyorlar.
Çiçeklerin ne suçu var? Neden güzel olan şeylerden bu kadar nefret ediyorlar?
Niçin güzel olan her şeyi bozup tarumar ediyorlar?
Bu insanlar neden bu kadar kötüler? Neden hayvanlara tepiyorlar? Neden birbirlerini öldürüyorlar.
Yapmayın! Diye haykırıyorum ama beni duymuyorlar. Elleriyle kulaklarını kapatıyorlar. Allah! Diyecek oluyorum. Ağzımı kapatıyorlar. Konuşmama izin vermiyorlar.
Küfrediyorlar...
Yazık vurmayın!
Kendinize gelin!
Bu yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz; diyecek oluyorum. Kahkahalarla gülüyorlar. Hakaret ediyorlar. Çok çirkin oluyorlar. Çirkinleşiyorlar...
Korkuyorum... Ağlıyorum... Üzülüyorum...
Oradan gitmek istiyorum izin vermiyorlar. Çiçeklerimi eziyorlar. Umutlarımı yok ediyorlar. Konuşmama izin vermiyorlar.
Ben neredeyim bilmiyorum. Kendimi yalnız hissediyorum.
Bu insanlar arasında benim ne işim var?
Burası neresi? Bu insanlar neden bu kadar zalim?
Ben neden buradayım?
Ben kimim?
Bu insanlar kim?
Çok yalnızım. Artık umutlarım da yok. Ben ne yapacağım şimdi?
Kendimi çok kötü hissediyorum. Çok güçsüzüm.
Kendimi çok çaresiz ve yalnız hissediyorum...
TEKRAR
Dostluk bir gül gibidir. Dikeni acıtmaz. Yıllar sonra bile kokusu taptaze kalır...
...
Pikaçu ben seni seçtim!
O kadar sevimliydi ki, çok doğal, samimi ve içten. Kocaman gülümseyerek parmağıyla işaret ederek sarfetmişti bu sözleri. Gönüldaş olarak seçtiği kadın hiç yadırgamadan bu sevimli insana gülerek teşekkür etti:
Ben de seni seçtim diye cevap verdi.
Acaba insanlar ne der?
Çocuksu bulurlar mı?
Pikaçu ne?
Bunları hiç sorgulamadan, görür görmez sevdiği, dost olarak seçtiği insana düşünmeden bu cümleyi kurmuştu... Çocuk değildi bunu söyleyen. Aklı başında otuzlu yaşlarda genç bir kadın. Adı Hamide. Çok özel bir insan. Bir kez gördüğünüz bir insanı ne kadar sevebilirsiniz? Kimi zaman böyle olur, görür görmez güçlü bir dostluğun ilk temelleri atılıverir siz hiç farkına varmadan. Ama bunu daha sonraki günlerde, uzun çok uzun yıllardan sonra anlarsınız. Ama Hamide ilk gördüğü yarım saat içinde temeli kendi özel tavrıyla atıvermişti işte.
Pikaçu ben seni seçtim.
Odada bir başka kadın daha vardı. Ama O kadın değil Pikaçu’yu işaret etmişti gülümseyerek. Minik bir sohbetin akabinde kendisini aynaya bakmış gibi görüvermişti O’nun yüreğinde... Diğer kadından farkını hemen çözüvermişti. Farkı neydi Pikaçu’nun diğer kadından. Leb demeden leblebiyi anlıyordu, Hani konuşmadan anlaşan bakışlar gibi. Gizli bir yerlerde akan çağlayanların sesini duyarsın ve daha gözleri dolmadan omzunu sunarsın ya:
Hadi gel, gel kıyamam sana !
Dersin ve ellerini tutarsın. Çoook uzaklarda olsa bile o kişi, ellerinin sıcaklığını hissedersin. Dost olur, arkadaş olur, yaren olur. Ailenden bile yakın olur zaman zaman. Evladından eşinden bile daha fazla hemhal olur yüreğinle. Ağlarken sesini duyar, göz yaşlarını görmese de ıslaklığını hisseder tüm kalbiyle. Omzunu değil kalbini armağan eder başını yaslayıp ağlaman için adeta.
Hamide böyle bir insan işte, özelliği bundan kaynaklanıyor. Sen çok şey anlatmazsın ama O seni çözmüştür görür görmez. Sürekli dertlerinden dem vuran diğer insanlardan farkı seni kalp gözüyle görmesi ve yürek sağ duyusuyla kulak vermesidir senin sessizliğine.
Pikaçu olmak güzelmiş!
Dİyerek arkasını yaslayacak bir dağ bulmuştur adeta Pikaçu.
...
Bu bir masal değildir. Yaşanan bir öyküdür
...