- 644 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YAZIM KURALLARI III
Necati Bey, merhabalar! Dün gece ha-ber.com için yeni yazımı yazmaya dalmıştım. Bu nedenle yazınızı çok geç gördüm. Ancak şimdi cevaplama fırsatım oldu kusura bakmayın. Değindiğiniz konu hakkında birazcık da olsa bir şeyler söylemek istiyorum. Umarım söyleyeceklerim kafanızdaki bazı soru işaretlerinin çözümlenmesine yardımcı olacaktır. Bu vesileyle hem yazılarıma hem de özellikle sorularınızdan anladığım kadarıyla ilginizi esirgemediğiniz dilimizin kuralları konusunda gösterdiğiniz özen ve hassasiyetinizden dolayı teşekkür ederim.
Dil sizin de takdir edeceğiniz gibi -kimilerinin aksini iddia etmesine rağmen- kendini yenileyen, yaşayan bir olgudur. Kendi adıma rahatlıkla şunu söyleyebilirim: Yaşayan, yaşamasından yana olduğum sözcükleri ve kuralları kullanmaktan çekinmem; kullanırım ve kullanılmasını da öneririm. Zorlamayla dilden sözcük atılmaz ve dile sözcük kazandırılamaz. Kurallar da böyledir. Zamanında yerleşmiş çok düzgün kurallar vardır ki kimse bunları elleyemez, değiştiremez, aksini iddia edemez. Ama bunun yanı sıra bazı kurallar vardır ki dildeki sürecin işlemesi doğrultusunda yeni bir yöne doğru kayma sergiler. Örneğin bazı kişilerin özne yüklem konusunda ısrarcı olduğu nokta: Evet zamanında özne çoğul olursa yüklem de çoğul olur, ya da özne insan dışında bir varlıksa şöyle olur, aksi takdirde böyle olur vb. açıklamalar dil bilgisi kuralları olarak yazılmış, öğretilmiş. Bunlar tamamen süreç içerisinde yerini bulmuştur. Bütün dil bilimcilerin ve Türkologların bildiği ve kabullendiği bazı kurallar vardır. Bu kuralları hiçe saymak bilime ters düşmektir. İşte bunlardan biri de "Dilde ekonomikleşme." Adı verilen kuraldır. Bu genellikle günlük yaşamda, halk dilinde, daha doğrusu konuşma dilinde kendini gösterir. Daha sonra da yazın dilini etkiler ve yer edinir. Başka diller için fazla bir şey söyleyemem, ama Türkçede çok geçerli ve gerçekçi bir uygulamaya sahiptir. Kural gereği eş anlamlı sözcükler ya da ekler (ya da ek-sözcük ilişkisi) aynı cümlede yer almaz. Almamasında yarar ve güzellik vardır. Basit bir örnek verelim: "2 kalem." deriz de "2 kalemler." demeyiz, yanlıştır. Bu söylemi dil de benimsemez zaten, yadırganır. Söyleyeni de duyanı da rahatsız eder. Bu basit örneğin aksini kimse söyleyemez. "2" çoğul kavramı karşıladığı için onunla ilgili kalem sözcüğüne "-ler" ekini getirmemiz gerekmiyor. İşte bu ilkeden yola çıkarak "Çocuklar okula geldiler." cümlesindeki son sözcükteki "-ler" ekinin de gereksiz olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü gelenler zaten çoğuldur, 2, 3, 5 veya daha fazla rakam göstergesi gibi. Bu cümleyi şöyle yazabilir miydik? "4 çocuk okula geldiler." Elbette yazamaz ve diyemezdik. Oysa bu cümleyi "Çocuklar okula geldi." şeklinde kurduğumuzda hiçbir şekilde anlam kaybına uğrama söz konusu değildir. Kimseler de yadırgamaz. Böylece dil kullanımı, önceki ve en sondaki aynı görevi üstlenmiş eklerden birini atarak yukarıda adı geçen kuralı devreye sokmuş ve son halini almıştır. Bunun aksini iddia etmek ve ısrarla kalıpçı olmak dilin yaşam sürecine baskı yapmak, önünü kesmektir. Yukarıda da dediğim gibi bu bir süreçtir. Saplanıp kalmak, kurallarda ısrarcı olmak gerekmez. Zaten zaman içerisinde yetkili kişilerce (dil bilimciler ya da Türkologlar) gerekli düzenlemeler yapılacak, kurallardaki bu esneklik yeni uygulama şekliyle açıklığa kavuşturulacaktır. Ondan sonrası da iş, başta öğretmenler olmak üzere dilini seven herkesin bu kurallara uymasına ve uygulamasına kalacaktır. Ama siz hâlâ dediğim dedik derseniz işte o zaman bu yaptığınız dile hizmet değil eziyet olacaktır.
Fakat şunu da unutmamak gerekir. Öyle cümleler vardır ki vurgu amacıyla size bu kuralı görmezden gelmeye zorlar. Üstelik çok da yerinde olur. İşte güzel bir örnek:
"Edebiyatla uğraşanlar çok iyi bilir ve özellikle dikkat ederler."
Gördüğünüz, okuduğunuz ya da duyduğunuzda bu cümlede iki defa kullanılmış olan "-lar" eki sizi kesinlikle rahatsız etmeyecektir. Buradaki vurgu, bu tekrarla çok daha etkili olmaktadır. Oysa şimdi vereceğim örnekte bunun ne kadar yersiz ve anlamsız olduğunu rahatlıkla göreceksiniz:
"Bilindiği gibi dil adları, ulus adları özeldirler."
Görüldüğü gibi kısacık cümlede "adları" sözcüğü aynı değerlerle iki defa yazılmış. "-lar" eki ise kurallara uyma (!) kaygısıyla bol keseden serpiştirilmiş. İşte esas sorun buradadır. Güzel yazı yazmanın temelinde ve kurallarının başında da bu konu dikkati çeker. Edebiyatla uğraşanlar bunu çok iyi bilir ve bunun işleyişine özellikle dikkat ederler. Çünkü işi budur. En güzelini yazmak zorundadır. Aksi halde okuyucusuz kalacaktır. Bunu göze alamazlar. Dikkat ederseniz koyu renkli cümleler tekildir. Oysa bütün içinde değerlendirildiğinde hitap edilen kesim çoğuldur. Ama yazının akışı ve anlam yitmesi söz konusu değildir. İş, altı çizili son cümleye kalmış ve orada düğümlenmiştir. Bu cümle kendinden önceki cümlelerin de ağırlığını sırtlanmıştır. Son cümledeki "-ler" eki daha önceki cümleler için de geçerlidir. Yazar adeta işin kaymağını sona bırakmıştır. Tek düzelik ve rahatsız edici fazlalıklar ustaca eritilmiş yok edilmiştir. Tabii bu başarıda en baştaki cümlenin katkısı da unutulmamalı ve onun açtığı yol göz ardı edilmemelidir. Hepsini bir bütün olarak görmek ve özümseyebilmek gerekir. Eğer bunu başarabiliyorsak yaşayan dilin tadına fazlasıyla varabiliriz.
Şimdi tekrar örnek cümlemize dönelim.
"Bilindiği gibi dil adları, ulus adları özeldirler."
Soruyorum size! Bu cümle sizi rahatsız etmiyor mu? Diliniz sizi uyarmıyor mu? Eğer göğsünüzü gere gere "Hayır!" diyebiliyorsanız size söyleyecek sözüm yok derim. Ama eminim. Adını koyamasa bile bu cümleyi okuyan ya da dillendirenler mutlaka bir tedirginlik hissedecektir. İşte o da "dilde ekonomikleşme" kuralına uyulmadığının yansımasıdır. Eğer yazar bu kuralı bilse ve uygulasaydı bu cümleyi şöyle yazardı:
"Bilindiği gibi dil ve ulus adları özeldir."
Şimdi lütfen iki cümleyi arka arkaya tekrar okuyun! Size daha sıcak gelen, duygularınızı yansıtırken sizi ve dilinizi zorlamayan, kulağınızı gereksiz yere tırmalamayan cümle hangisidir?
"Bilindiği gibi dil adları, ulus adları özeldirler."
"Bilindiği gibi dil ve ulus adları özeldir."
İşte sonuç ortada. Bundan sonrası size kalmış. Karar sizin. Siz bilirsiniz. Gözünüzün, kulağınızın ve dilinizin vereceği karara uymanız ve dilimizi değişmesi söz konusu olabilen kalıplara hapsetmemeniz dileğiyle.
***
HARFLERLE İLGİLİ BAZI KURALLAR:
- Türkçedeki sessiz harflerin seslendirilişinde SADECE "e" sesi geçerlidir. Dolayısıyla özellikle "h ve k" harflerinin seslendirilişinde bilinçli ya da bilinçsiz yapılan "ha, ka" söylemi kesinlikle yanlıştır. Diğer sessizlerde olduğu gibi bunların seslendirilişi de "e" harfi yardımıyla gerçekleşir. Dolayısıyla doğru seslendirilişleri "he, ke"dir.
- Türkçe sözcüklerin sonunda "b, c, d, g" harfleri bulunmaz. Alıntı sözcüklerin tamamı (hac, şad, yad hariç) bu kurala uyar. Böyle olmasına rağmen bazı benzer sözcüklerin kullanımında karışıklığı önlemek adına asıl sesler korunmuştur. Örneğin: ad (isim) - atod (ateş) - ot (bitki) / sac (yassı demir) - saç (kıl) (binek hayvanı) /
- "Bir çok" değil "birçok". Bunu defalarca hatırlattığım halde alışkanlık sonucu hâlâ ayrı yazanları görüyorum. Şimdi bir ipucu vereceğim. Eminim bundan sonra artık bu iki sevdalıyı ayırmazlar. Bir şey aynı anda hem "bir" hem de "çok" olabilir mi? Tabii ki olamaz. Eee, o halde biz neden oluruna zorluyoruz. Eğer bu söylediğimi unutmazsanız bu sözcüğü bir daha yanlış yazmayacağınıza eminim.
- "Hiç bir" değil "hiçbir". Yine aynı şekilde "birçok" sözcüğü için unutmamamız gereken ipucundan yola çıkalım. Bir şey aynı anda hem "hiç" hem de "bir" olabilir mi? Hayır. O halde bu da birleşik yazılmalıdır.
Sonsuz saygılarımla
Tahsin MELAN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.