- 671 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
-1980'LERDE ERGENLİK ÇAĞINDA OLMAK-(2)
Öğrencilik yıllarımızın temel bir unsuru hiç kuşkusuz öğretmendir. Canıımm! Öğretmenlerim benim derim de; tüm okul yaşamımda sempati duymadığım öğretmenler de olmadı mı? Elbet oldu. Ancak sevdiğim öğretmenler çoğunluktadır. Bunda anne baba öğretmen çocuğu olmam da azımsanmaz bir etken olmalıdır. Her şeyden önce saygıyı katladığı şüphesizdir. Yine de şimdilerde sonsuz rahmetle andığım bu iki insanı o dem az bizar etmezdim. Ben de emekleri çoktur elbet. O zamanlar bu histen yoksun muydum? Değil ama tatbikat hak getirecektir.
Öğretmenlerimiz derim de; hiç şüphe yok ki Atatürk Türkiye’sinin öğretmen kavramına yüklediği derin manadan da söz etmek gerekir. “öğretmenler! Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” Sözü kulaklardadır. Eski kuşak öğretmenler bu söylemle paralel yetiştiler diye düşünürüm. Bir öğretmen kutsiyetinden söz edilir de eski nesillerin uyandırdığı bir izlenimdir bu. Gerçi yine bir eski öğretmenden farklı bir görüş aldığım da aklıma gelir. Yıllar önceydi, tanıştığım bir öğretmenle çayımızı yudumluyoruz da; öğretmenlik mesleğinin kutsiyetinden söz açıldı bir an. Hocamız kutsal olan emektir meslek değil demez mi? İlk an da yaşanan derin bir hayal kırıklığı olabilir de düşününce yabana atmakta çok zor. Peki, şu husus düşünülmez mi? Tüm meslek erbabını çocukluk ve gençlik dönemlerinde yetiştirenler kimler, öğretmenler değil mi acep? Bu hususu değerlendirirken kanımca günümüze bakarak ölçüm yapmakta yanıltıcı olacaktır. Öğretmenlik mesleğinin giderek erozyona uğradığını düşünürüm ne hikmetse.
Yine Bursa Erkek Lisesine dönecek olursam; benim okuduğum dönemde de öne çıkan bir okuldur lisemiz. Açıkçası, eğitim ve öğretmen kalitesi bana bu hissi verecektir. Gerçi, kendi öğrencilik seviyem açısından ele aldığımda tam anlamıyla sudan çıkmış balığa döndüğüm yıllardır lise dönemim. Bugün bile ortaokulda okuyan çocuklara veya bunların ailelerine lise birin zorluğundan söz etmemde öğrencilik yıllarımdan gelen bir psikolojinin rolü yok mudur? Matematik, Fen Bilgisi, Edebiyat, İngilizce gibi derslerde yalpaladığım bir dönemdir lise bir.
Şüphesiz, özel dersler vasıtasıyla kendime gelir ve giderek toparlarım. Bu özel ders furyasında özellikle İngilizce’nin yeri ayrıdır ben de. Bu farklılığın hocadan kaynaklandığını belirtmeliyim. Lise birde sabahçı idim. Pazartesi günleri okul çıkışı Marmara dershanesine İngilizce dersi almaya giderdim. Babam beni okulun öğle yemeğine de yazdıracaktır. Pazartesi günleri de okulun yemek menüsünde -kuru pilav cacık- yer almaktadır. Oldum olası çok sevdiğim bu üçlüden ikişer tabak yer ve derse öylece giderdim. Hocanın karşısında gözlerimi açmak için azami gayret gösterir fakat her seferinde de aynı hatayı tekrarlamaktan geri durmam. Sevgili hocam bana bir de çay söyler ya bütün bu zorluklara rağmen geriye dönüp baktığımda rahatlıkla söyleyebileceğim bir husus, İngilizce’nin gramer konularında ne öğrendiysem bu hocamıza borçlu olduğumdur. Açıkçası uykuyla uyanıklık arasında öğretmek hafif kalır adeta beynime girerek bilgileri yerleştirdiği söylenebilir. İnci gibi yazısı da olan bu hocamız sayesinde Tenseler, Active Passive, Direct İndirect gibi konuları o dönemde netleştiririm.
Lise birde Fen bilgisi en zorlandığım ders olacaktır. İlk yazılıda bir alınca papucun pahalılığı belli olur. Yine özel ders almanın yanı sıra ders veren hocanın kullandığı yardımcı kitaptan çok faydalanırım. Yıllar sonra izlediğim bir Kemal Sunal filminde Şaban’ın filmdeki oğlunun ders çalıştığı esnada elinde görünce şöyle bir eskilere uzandığımı söyleyebilirim.
Orta okulun Türkçe derslerini ancak oturtmuşken Edebiyat dersiyle Divan şiiri ve Aruz veznine geçilmesiyle birlikte çuvalladığımın resmidir. Bazen düşünürüm de; lisede okul tiyatrosunda oynasaydım çuvallayan adam ya da sudan çıkmış balık tiplemelerinde rol yapmam gerekmezdi. Tekrar Edebiyat dersine dönersem; ne zaman televizyonda Hababam Sınıfı filmlerini izlesem “tiz-i reftâr olanın pâyine dâmen dolaşır” Sözünü Güdük Necmi’nin “teyzesi defterdar olan faytonla damda dolaşır” Şeklinde okuması beni lise yıllarımın Edebiyat derslerine götürür ve o derslerde karşılaştığım zorlukları hatırlatır. Şüphesiz, Hababam Sınıfı öğrencilerinin tavırları bizim öğretmenlerimize karşı yaklaşımlarımıza rahmet okutacak cinstendir. Ancak bizlerin de muziplikleri yok değildir. Sözgelimi Edebiyat öğretmenimiz Emil Zola’dan söz ederken, bize Naturalizmin en ünlü temsilcisi kim diye sorduğunda Emine Zola diye cevap verenleri hatırlarım.Tabi hocânım Emil Zola evladım diyerek düzeltmektedir.
Lise bir ve üçte İngilizce dersimize giren hocanım sosyal kişiliğiyle ben de ayrı yer edecektir. Erkek lisesi dönemimin en güzel olaylarının başında bir okul gezisi gelir. Lise birde yıl sonunda bir İzmir-Kuşadası-Ayvalık gezisi düzenlenir. Geziyi düzenleyense İngilizce dersimize giren hanım öğretmendir. Ben bu durumu rahmetli anneme söylediğimde annem boş ver oğlum ne gerek var bir sürü masraf demez mi? Ben de öğretmenimize geziye katılmayacağımı bildiririm. İngilizce hocamızın babamı bulup; teessüf ederim hocam sizin oğlunuzu geziye göndermeyeceğiniz aklıma gelmezdi demesiyle birlikte babam konudan haberdar olur. Ve tabi bu sayede geziye katılırım. Çok da güzel bir gezi olur. Ancak İzmir fuarında ilk kez bindiğim balerine defalarca binmem beni mahvedecektir. Ha bu bana ders olsun dediğimden dolayı o gün bugündür defalarca binmiyorum. Tabi latife yapıyorum da o gece yattığımız yerde tavan başımın üzerinde dönmektedir. O saye de döner dolaba da bindiğim aklıma gelir de gülümserim en tatlısından.
Bu gezi de en ilgimi çeken olaysa İngilizce öğretmenimizin İzmir fuarında biz öğrencileri serbest bırakıp şu saatte toplanın demesidir. Bu yaklaşımın büyük bir cesaret gibi görünmekle beraber akılcı bir tavır olduğunu da düşünürüm. İlk bakışta o çağdaki öğrencileri istediğiniz gibi gezin, serbestsiniz diyerek bırakmak mantıklı görünmeyebilir. Ya başımıza bir şey gelse, kimimiz saatinde toplanma yerinde olmasak. Ancak gruplar hâlinde gezmemiz başımıza bir şey gelme ihtimalini neredeyse ortadan kaldırır. Artı bize sınırsız güvenen bir hocaya karşı sınıfta ortak bir saygı ve sempati olduğunu da söylemeliyim. Hani deyim yerindeyse en zırzop bir öğrenci bile öyle bir hocaya karşı yanlış yapmaz diye düşünürüm. Acaba çok mu iyimserim. Kendi hesabıma öğretmen olsam böyle bir cesaret gösterir miydim bilinmez.Ancak şunu da söyleyebilirim; en azından o olayda hiçbir öğrenciye bir şey olmaz ve vaktiyle toplanma yerinde bir araya geliriz.
Lise yıllarımda Fen dersleri bende problemlidir de, biri hariç. Lise üç’de Kimya dersinden garip bir biçimde haz duyduğumu söyleyebilirim. Açıkçası hocamızın bir dönem rapor almasıyla beraber Kız Lisesinden bir öğretmen dersimize girecektir. Bu öğretmenimizin ders anlatma şeklini hatırlarım da; yer yer fıkra anlatan, nükteli üslubu olan bir hocamızdır. Hatta bir derste sülfürik asit formülünü sorup H2SO4 diyen öğrencilere Hasan2salakOsman4 şeklinde yanıt verdiğini hatırlarım. Daha da ilginci sınavda bu şekilde yazana not vereceğini söylemesidir. Hocamız günümüzün kimya öyküleri başlıklı kitaplarının ceddidir adeta. Bu tarzın benim üzerimde hatırı sayılır olumlu etkisi olacaktır. Lise yıllarımda çalışmaktan zevk aldığım yegâne fen dersi lise üç kimyadır dersem mübalağa etmem. Tâbiri caizse bende fobi hâline gelen fen dersleri son anda hobiye dönüşür. Üniversite birinci basamak sınavında fen bilgisi, fizik ve biyoloji sorularında neredeyse sıfır çektiğim hâlde kimyada hemen tüm soruları yapmam mânidar değil midir?
Öteden beri düşündüğüm bir husustur. Eğitimde öğretmen ve materyal öncelikli unsurlardır. Bir öğretmenin yanı sıra ders kitabı veya yardımcı kitabın sevilmeyen bir dersi sevdirmesi ya da tam tersi sevilen bir dersi sevilmez kılması mümkündür.
-DEVAM EDECEK-
L.T.
YORUMLAR
Keyifli bir yazı olmuş ve keyifle okudum..Okurken kendi öğrencilik yıllarımı da güzel bir yad etme oldu benim için ve yazının birçok yerinde kendimi gördüm:) Fen derslerini sevmediğim halde kimya dersine düşkündüm ve severdim kimya dersini..Lisede edebiyat bölümündeydim ve öğretmenler bir dersin sevilip zevkle öğrenilmesinde en büyük etken bence de..Ben lise 2'deki edebiyat öğretmenim sayesinde hem dersi hem de edebiyatı çok sevdim..onun güzel sesiyle harika şiir okuması bende şiire olan ilk ilgiyi başlattı ve bu devam etti.Sevmediğim öğretmenler de vardı tabii özellikle bir fizik öğretmenimiz vardı adeta bizi hayattan yıldırmıştı..hala fizik konularından nefret ederim..demem o ki yazınızda değindiğiniz konularda haklısınız..Öğretmen bir dersin sevilmesinde ve öğrenilmesinde en büyük etkendir..Kaleminize sağlık saygılar
levent taner
Yalnızca kıymetli varlığınız bile başlıbaşına bir değer
Saygı ve selamlarımla...
pek tabii de doğru öğretmenini sevmeli öğrenci ; coğrafyacı ile her sınav sonunda takıştığımızdan o dersi astığım çok olmuştur ;
işin en kötü tarafı ise ' eve gelince coğrafyacı ile ' her akşam sabah yemek masasında burun buruna gelmemizdi .babamda olsa coğrafyacı idi sonuçta:) şaka bi tarafa öğretmen ve öğrencinin ilginç bir şekilde içsel bir temas bağ kurulduğuna inanırım ve her öğrtmen biraz çocuk biraz baba biraz anne duygusu taşımalı ..eğitim kurumları sadece öğrenci çıkışlı birer kurum olmaktan çok hayata ve topluma daha duyarlı kişilik haklarını bilen ve uygulayan bireyler olmalılar..
çok yerinde bir yazı olmuş ..sevgilerim ile.
levent taner
Katılım ve katkınızdan dolayı onur duydum
Saygı ve selamlarımla...
Eğitimin ilk koşulu bence, eğitilecek tarafla eğitecek tarafın aynı dili konuşmasıdır...
Bu memlekette bu noktada zorlanılıyor...
Çünkü, genel bir eğitim anlayışı kültüre sindirilememiştir...
Evdeki anlayış ile okuldaki anlayış, bir çok planda ters düşerler...
Evdekiler, öğretmeni "sen bir ana! Sen bir baba!" diye algılarlar ve kendi anlayışlarının devam ettirilmesini beklerler... (Bir nevi ilkellik!...)
Öğretmenimiz bu vizyon çerçevesinde yetişir...
Zaten, çoğu da köylü, kasabalı çocuğudur...
O da aynı kısırdöngüden ötesine geçemez...
Dinlemez, sormaz, merak etmez, araştırmaz, fikir alış verişi terbiyesi yoktur...
Neyi ezberletmişlerse onu tekrar eder...
Önyargılıdır, tavizsizdir, 'Murtaza'dır...
Himmete muhtaç dede, kaldı ki himmet ede...
Siyaset anlayışımız da tüy diker üstüne...
Tabii ki Nobel'i de Amerika'da yetişirse alır...
Selam ve saygılarımla.
levent taner
Yine karaciğeri yoklamışız
Boşlukları olduğu gibi ortaya koymuşuz
Katılım ve katkınızdan şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...
Derslerin sevilmesinde, öğretmenin sevilmesi en büyük etken.
Çünkü onu üzmemek ve de sevdiğiniz biri tarafından mahcup olmamak
için azami gayreti gösteriyorsun...
Benim sadece sevmediğim bir tek öğretmenim oldu. Sevmediğim ne kelime nefret etmiştim
kendisinden. Hatta burada da kısa bir anı olarak bu öğretmenden bahsetmiştim öğretmenler
gününde.
Evet... Takibindeyim 80'ler yazınızın...
:)
levent taner
Katılım ve katkınızdan dolayı onur duydum
Saygı ve selamlarımla...