- 605 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
RUHUMUZUN KEPENKLERİ...
Sadece ve sadece yaşamaya çalışıyorum gölgelerin çok çok uzağında kalmak adına çabalarken.
Soluklandığım satırların nezaretinde sığındığım imgelerin yalın tezahürü delip geçen: bazen bir ok bazen sessizlik en derine saplanan.
Amaçsızlığın hegemonyasında türetilmiş çaresizliğin imgelem gücünde seğirten bir kar tanesiyim altı üstü: birazdan eriyip yokluğa karışacak. Yokluğun yoksunluğu mademki yalın dokunuşu hayat denen zafiyet yüklü zaman yığınının belli ki hiçlik katsayım tüm edilgenliğime gölge olmuş bir devinim ben kırılganlığı bir meziyet bellemiş salkım saçak dolanırken ortalık yerde. Hayır, demek düşse idi payıma tüm tedirginliğime rest çekip avaz avaz bağıracaktım. Ne malum çığlık atmadığım ya da kimin umurunda mı demeliydim?
Mana yüklü anlamsızlık tüm devingenliğinde saklı iken mizacımın yol vermişim vermemişim pek de önem arz etmiyor ne de olsa bariyerlerin arkasında çıkış noktası arıyorum. Farkındalık seviyesine bir gösterge mi yoksa tepkisizliğin zıt düştüğü hayat yolculuğu: seğirten serçeler gibi ne yiyecek peşindeyim ne de… Sahi, sizce o minnacık kuşların tüm derdi ekmek kırıntısı mı? İşte ayrıştığımız tek nokta zira daha dün avucumdaydı o küçük serçe yavrusu üstelik bomboştu elim ama dolu hissettiği gibi dolmuştu gözlerim o sığındığında avuç içime.
Bir kuş bile güvene hasret iken…
Tüm yalıtılmışlığımızla ruhumuzun kepenklerini indiriyoruz ve karşılaşıyoruz tam da yolun ortasında tüm tutarsızlığımızla muhalif bir benliğe rest çekip aynı şarkıyı söylüyoruz ister istemez hatta yüksünmeden ezberliyoruz baştan sona dile pelesenk olmuş sözcükler bile sırt çevirmişken hala bekliyoruz neye mal olacağını bilmeden. Zoru kolay kılan mı kolayı zora sokan mı? Ya anlam yüklü anlamsız yarılarımız heder olmuşken konuşlandığımız benliğimiz mi bedenimiz mi sırra kadem basan soruların cevabını merak dahi etmezken…
Sözcükler boş aslında çünkü içimizden geçenleri yansıtmıyor: anlık bir dokunuş nüksederken türetiyoruz ardı ardına ve tüketiyoruz tüketilmişliğimizi hesaba katmadan amaçsızca soluklanıyoruz birbirimizin gölgesinde: sevmediğimiz ruhumuz kilit vurmuşken sevmediğimiz kim varsa gözyaşı yüklüyoruz hicap yüklü bekleyişine sonlandırırken hikâyesini kendi hikâyemizi yazıyoruz bir avazda. Sadece mutlanacağımız tümceler kuruyoruz zafiyet yüklü egolarımızı baş tacı edip…
Sıradanlıkların nezdinde sıra dışı yüklemleri yine yok ediyoruz öznesiz birlikteliklerini görmezden gelip. Edilgen ruhların coğrafyasında sadece etkin ruhlar gövde gösterisi yaparken soluklandığımız her kıtada eşlik ediyoruz güftesiz şarkıya…
Bir edim ve bir izlek derken sonuçsuz bir rabıta kısacık ömürlerin nezdinde uzun çok uzun hayat hikayeleri. Aşkların dirayetini sınayan adamlar ve kadınlar, hakkaniyet bilmeyen sorgu hâkimleri ve sığıntı ve göstermelik mahkemelerde hak ve adalet arayan insan öbekleri…
Ne güzel usul usul sevmek hatta dokunmadan, görmeden yeter ki teğet geçmesin o izafi varlığı.
Müşkül kılan mı mağdur eden mi? İkisi de değil sadece mutlandıran bir o kadar keyfi, telaşı tüm o durağanlığın.
Kutsallığı ve imkânsızlığı aslolan yine de istisnalar kaideyi bozmaz yeter ki ayrı kalmayın özümsemekten ve hissetmekte aşk damarlarınızda dolaşırken her ne kadar görünmez ve ulaşılmaz olsa da…
Ölümün şekillendirdiği, isyanın günah kılındığı ve nimetlerin değerini bilmeyenler ile sınırlandırılmış iken cennet duvarları pür-neşe masumiyet ilk kez anlaşılmanın vermiş olduğu o huşu belki de saflığın meleklerdeki izdüşümü.
Zafiyetlerin doğurganlığı mı başarı odaklı çağrışımlara verdiğimiz tepki yoksa asılsız bir söylence mi o izafi gölgelerin çağrıştırdığı umutsuzluk ve derken pekişen yaşama sevincimiz bir ölümlü olmamıza rağmen başarıyı peşkeş çekerken ruhumuza. Tedirgin mizaçlar, yoksun bedenler ve zaafını görmezden gelip mutlu kılmak için evreni mutsuzluğu çağrıştıran bir pekiştirece anlam yüklemek: Bir devinim yaşam tüm muhalif tınısını duymazdan gelip hala evet hala odaklandığımız büyülü bir hikâye kahramanını ellerimizle biçimlendirdiğimiz yeri geldi mi yok saydığımız daha doğrusu yok sayıldığımız.
Kolektif bilincin bir tepkisi belki de görsel hafızaya yüklediğimiz ve o esrikli mizaçlar tozutmuş hatta coşmuş ama yok olmaya aday.
Gizemi sağaltan ne varsa ve mutluluğu çağrıştıran: Bir edime sahip çıkmak mı geride kalan son izlek mi bizi biz yapan ama görmezden gelinen. Hele ki o benmerkezci ve yadsımaz tavırlarıyla görmezden gelindiğimiz ve sığıntı mizaçlarımız özgüvenimizin kaybolduğu ama yine de umutların saklı tutulduğu…
YORUMLAR
Gülüm Çamlısoy
Ne mutlu bana sizleri gönül otağımda ağırlamak.
Çok çok teşekkür ederim.
Gerçeklerin varlığı acı verse de biz yine payımıza düşeni yapmakla mükellefiz: inanmak, sevmek ve umut etmek ve tabii ki de gönülleri hoş tutmak.
En derin saygı ve hürmetlerimle kıymetli hocam...
Ömrünüz çok olsun.
Gülüm Çamlısoy
Kayıp bir duygu adına güven denen yine de canhıraş peşindeyim.
Yürek dolusu sevgimle...
Gülüm Çamlısoy
Saygılarımla...
Çok sağ olun.