eli bizemi güldüreceksiniz gün öğlen oldu
Dışarda buz gibi bir hava vardı. Sırtımda kısa kollu bir gömlekten başka bir şey olmadığı için çok üşüyordum. Ellerimi ağzıma götürüp biraz ısıttıktan sonra kollarımı sıvazlayarak ortama alışmaya çalışıyordum. Güneş metmenin çaldan ilk ışıklarını salmış, hızla kara ağıl mevkiinin üstüne doğru geliyordu. Ben otobüsten ineli belki yarım saat olmuştu ama içimden eve gitmek gelmiyordu. Köyü en tepeden gören bu yerde bir sağa bir sola gidip geliyordum. Köyün üstüne sanki ölü toprağı serpilmişti. Kapıda bacada kimsecikler gözükmüyordu. Ben köyden ayrıldığımda ilkbaharın sonlarıydı. Kaysı ağaçları çiçeklerini dökmüş her taraf yem yeşildi. Şimdi ise ağaçların bir kısmı yaprağını dökmüş yerler gazellerle dolmuş, dökülmeyen yapraklarda sarı ile kırmızı ton arasında renk almış sanki bir kartpostal gibi görünüyordu. Vakit ilerledikçe güneş dahada yükselmiş ve tatlı bir son bahar Güründe o mevsimde olabilecek en güzel hava vardı. Güneşle birlikte bedenimde biraz ısınmış üşümem geçmişti. Evlerden insanlarda tek tük dışarı çıkmaya başlamışlardı. Kimi hayvanlarını sığıra katmak için uğraşırken kimide elinde ibrik abdesthanenin yolunu tutuyordu. Evlerin bacalarından çıkan ince dumanların yerini daha koyu dumanlar almıştı. Bulunduğum yerin hemen yan tarafından birtakım sesler gelmeye başlamıştı. Gürüne gidecek olanlar yokuşun başına çıkmaya başlamış olmalılar. Benim buradan acilen uzaklaşmam lazım çünkü her gören nerden geliyin canım deyip sorgu suale başlayacaklar. Onlara verecek cevabım yok. Çok duymuştum köylünün ağzından ”zamanın birinde yine bizim köyden birisi cebine üç beş kuruş koymuş Adanaya çalışmaya gidecek, Ceket omuzda bir fiyaka sormuşlar nere gediyin lan diye-Şöyle bir bakmış, Alçak dağları ben yarattım dercesine” Adanaya gardaş “demiş. Adanaya gitmiş iş bulamamış cepte olan üç beş kuruşu da bitirmiş zar zor kendini köye atmış. Görenler gözlerine inanamamışlar adamın başı önde omuzlar düşmüş perişan halde. Sormuş Ordan birisi “nerden geliyin ”adam zor zar Adanadan diye bilmiş. Benimkisi de aynı olacak. Selvi ağaçlarının önünden geçen çörten suyunun aktığı hark yolunu takip ederek koşar adım aşağı indim. Babamın asker arkadaşının kapısının önünden geçtim. Bıdık gilin eve giden yolu takip edip Namı değer Baytarların evinin yanından evin önüne vardım.İçerden sesler geliyordu. Rahmetli annem “Şehrize,münevver” isimleri peş peşe sıralıyordu. Haydin eli bize mi güldüreceksiniz öğlen olmuş “O mevsim bizde ceviz dökme mevsimi erken gidilecek ki cevizler döküle ve eşeklerle eve getirile, cavlatılıp damda kurutula ve satıla. Kapıyı çalmaya cesaretim yok. Öylece kapının önünde bekliyorum. Annem siz aşağı kapıdan çıkın ben şu Gülenlerin eşeğini de alıyım alan olmadıysa demesiyle kapıyı açması bir oldu. Beni görünce Ekrem canım deyip boynuma sarılmasını asla unutamam. Bana çok kızardı okumayacak diye ama ana yüreği işte o sert acımasız görünüşünün altında bizler için çarpan altın gibi bir yüreği vardı. Eğilip elini öptüm sanki Ordan hiç ayrılmamışım gibi hep orada imişim gibi gidek şu cevizleri kargalar bitirmeden döküp getirek dedi. Baytara söyledim gelip dökecek sende yardım edersin.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.