- 942 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
BİRADERLE SUSMALAR
İnsan, nasıl susar birader? Kıyıya vurmuş bir çocuk gibi mi?
‘Sultan Aziz mühürü’ vurulu kalbimize, dudaklarımıza.
Hiç görmeyecek gözlerimiz var.
Ellerimiz birader; yarin ellerinden, kıyıya vurmuş çocuğu tutar gibi mi tutar?
Kafamızın bir yerlerinde ufuk çizgisi kırılmış, taa! Yok artık. İçimize dolmuş bütün uzaklık.
Çocuk ölülerinin dolduğu gibi gözlerimize. Gözlerimize mil çekileli çok zaman oldu.
Aşkları nasıl kuşatırlar birader?
Bu bir şehir değil ki. Soğutucusunda bir annenin yüreğini sakladığı.
Aşkları kuşatamazlar. Her yürek atışında yeniden su olur; atların pınar başına gelişini bekler.
Bir yangını nasıl söndürürsün birader?
Üzerine su serpsende içten içe yanmaz mı? Toprağı yarıp gelen mağma gibi,
Bir gün patlamaya hazır kor olmaz mı?
Yer kürenin tam ortasında toplar kendi olanları , kendi olmayanları.
Ben yine de bir sorayım istedim. Susmak cinayet midir, cinnetlerin cinayetleri işlediği topraklarda?
Sus payı alanlar daha az mı katildir sence?
Biz neye susuyoruz birader, biz? Neye susulur, hatır gönül işimi bu?
Cebimde ayna var, ellerim var birde. Onlar özgürlüğü hiç bilmedi. Çıksalar cebimden bir ağaç gölgesinde ; şaşıracak dalında kuşlar, bu eller öylesine köleydi. Bir de hafıza var birader. Hiç bir şeyin hatırlanmadığı.
Unutulur mu herşey, titrek bir alzheimer telaşında?
Gözlerinin maviliği; gözlerin gökyüzünü hatırlatıyor, gökyüzü hepimizin. Neyin telaşesi bu? Bir çığlık kaplar mı gökyüzünü? Eğer kaplarsa, o çığlık hepimizin çığlığı olmaz mı birader? Sağır kulaklarımızı açmaz mı? Yavrusunu yitiren bir serçenin çırpınışı, pır pır etirmez mi içimizde bir şeyleri?
Durup, dinlemeye durma, yürürken konuşalım bu mevzuları. Durursak ayaklarımız bir kurşun kadar ağır olur.
Bir de Karadeniz var birader; Sovyetler zamanında, öbür tarafında ‘Moskoflar’ın olduğu Karadeniz. ‘Moskof’; Moskovalı demekmiş, bin parçaya bölününce öğrendik. Karadeniz işte; bir deniz niçin kara olur? Kan mı karışmış ki rengine? Hırçınlığı da o yüzden mi?
Eskici pazarından uzun bir palto al. Bütün eskimeyen aşkları, çocukluğunu,babanın annene sevgisini, ablanın gelin gidişini, annenin gözyaşlarını doldur ceplerine, soğukta kalmasın. Bu memleketin zemherisi biter mi hiç birader. Dört mevsim, on iki ay, içimizin donması için hep bir sebep var. Paltonun yakalarını kaldır, öyle havalı olacağından falan değil, görünce tanısın uzaktan geçen.
Bir vapurun yolu, bir yolcusunun iç dünyasına yaptığı yolculuktan daha mı çalkantılıdır? Kendi iç fırtınasında batmış gemileri de çıkarırlar mı birader? Gösterirler mi yeniden güneşi, gökyüzünü, ağaçları, dallarında kuşları?
Kuşlar şarkı söylesin penceremde sabahları. En neşeli en hüzünlü aşk şarkılarını, taşısın hamakta yatan tembel uykularıma.
Yaşadığımız her gün, korkarak dinlediğimiz ajanslar gibi. Kapatıyoruz kapıyı, pencereyi , gelip buluyor yine de akşam yedi ajansından yayılan havadis bizi. Kulaklarımız niye var? Karatahtanın önünde muallim ucundan asılsın diye mi? Ceza mı bu bize? Gözlerimiz kör. Vicdanlarımızı sürüklüyor bir panzer. Görmüyoruz işte. Kulaklarımız niçin ağlamıyor gözlerimizin yerine?
Kulaklar ağlamaz birader. Kulaklar isyan etmez.
‘Bu meydan, kanlı meydan’ türküsüne halay çekilir mi birader? Haydi halay çekildi diyelim. Ki onlar, yani halaylar artık sadece sevinç ifadesi değil. ‘omuzdan tutulmanın, kavgaya katılmanın’ ritüeli oldular. Halay çekenlere karşı bomba patlatılır mı? Söz bitmez mi? Bombanın basıncında havaya uçan canlarla birlikte sözde uçmaz mı?
Bilmiyorlar tabii ki, biz Anadolu’ da başka bir şey görmedik zaten; oluk oluk aktı kanımız toprağın taa derinlerine, yeniden yeşerip gelelim diye. Burada ki tarihimiz hep katledilişlerimizin tarihi. Her defasında yeniden doğup geldik.
Yaşıyor olmaktan utandığımız günler geçiyor önümüzden. Utanır mı insan yaşamaktan birader? Nasıl bir ölümdür böyle? Yaşamı utandırır. Güneşe mi saklar kendini yoksa, kuşların kanadına mı? Yaşam utanmazdı ölümden de, ah! Şu masum gülücükler takılı kalmasaydı gökyüzünde.
Elbise mi bu birader? Bir gülücük nasıl takılır gökyüzüne, ağaçlara dallara?
Nasip nasıl alınır birader? Fırında ekmek mi, yoksa manavda maydanoz mu bu? Vermezlerse söke söke mi alacağız? Maden mi bu? Kalmayalım sonra ocakta mahsur, üzerimize beton dökerler mazallah sonra.
Biz nasibimizi hep alnımız terleyerek arıyoruz ya; alnı terlemeden nasiplenenler, insanlıktan nasiplerini almış mıdır? İnsanlıktan nasip alamamışlarsa nasıl yönetirler insanları?
Hangi kitaptan okuyup öğrenmişler birader,bir mezar yerini bile çok görmeyi insana? Yürekleri kararmış kinden. Akşam oldu bugün de birader. Yazıda ki karamsarlık bu yüzden.
Artık biraz büyüdük mü ne? Ninemin masalları uyutamıyor, bir yerim acıyınca gerçekten acıyor. Belki bin yıl oldu, belki daha da fazla; tamam Hülagu’dan bu yana aha da bu topraklarda eylenmişiz. ‘Uyursun uyanırsın sabaha güneş doğmuştur.’ Hikayelerini dinlerken rüyalarımızda , bir de baktık ki uyuyunca uyanılmayan bir uykudayız. Uyuyan gözlerin güneşi görmemesi gibi.
Uyuyan gözler gerçekleri görebilir mi ?
Uyandığını nasıl anlarsın birader? Yüreğine bir ağırlık çökünce mi? Yaptıklarından çok yapamadıkların içini acıtınca mı?
Mezar taşı gibi suskunum. Mezarının başındaki taştan bile suskun. O birşeyler söylüyor. Biz ne görüyoruz gençliğini, ne de duyuyoruz inatçılığını. Mezar taşı gibi susmak nasıl olur birader?
Niye sussun ki insan içinde söylenecek sözü varsa?
Niye susulur birader?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.