- 735 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DEDİKODU
Öyle insanlar var ki, ancak başkalarını üzdükleri zaman sevinirler. Andre Maurois
Gündelik insan ilişkilerine baktığımız zaman ne kadar çok dedikodu yaptığımızı görürüz. Dedikodu yapmayı âdeta alışkanlık haline getirdik. Hatta tüm sohbetlerimizin, konuşmalarımızın ana tema’sı haline geldi.
Dedikodu yapmayı nasıl bu kadar olağan hale getirdik?
Bize, dedikodu yapmayı anne, baba, dede ve ninelerimiz öğretti. Çocukluk yıllarında, evdeki büyüklerin sürekli dedikodu yaptıklarına şahit olduk. Her gün, her akşam, evdeki konuşmalarda olsun, misafirler geldiğinde olsun, tanıdığımız veya tanımadıklarımız hakkında yapılan dedikoduları dinleyerek büyüdük. Biz çocuklar da, dedikodunun, normal olduğuna inandık.
Dedikodunun bizi birbirimize yaklaştırdığını gördük. Sanki dedikodu, bizi birbirimize çeken magnetik bir güçtü. Dedikoduluk bir bilgi edindiğimiz anda, dedikodunun çekim gücü devreye girmekte; ve derhal bizi birileri ile iletişime geçmeye zorlamaktadır. Bu mag-netik çekim gücü o denli kuvvetlidir ki, sınır tanımaz. Kapsama alanı da tahminleri aşar genişliktedir. İşin ilginç tarafı, dedikodu bilgisinin yayılma hızıdır.
Bilgisayara virus bulaştığı zaman, bulaşan bu virus bir sure sonra bilgisayarın çalışmasını engeller, bazen de tamamen durmasına yol açar; bu kadarla da kalmaz, virüsü diğer bilgi-sayarlara göndererek, onlara da virüsün bulaşmasına neden olur. Bilgisayarla virüs aynı dili konuşmaktadır: Zaten virüsün bulaşmasının nedeni de budur. Dedikodu da aynı prensibe göre faaliyette bulunur; bizimle aynı dili konuşur. Bundan kurtulmanın yolunun, bu virüsü başkalarına göndermek olduğu yanılgısına düşeriz; ve de başkalarına bulaştırırız. Dedikodu-luk bilgiyi, başkalarına gönderemezsek eğer, bu bilgi içimizde şişer, şişer, bir balon gibi patlar en sonunda. Bu nedenle balonun havasını indirmek gerekir. Bunun tek yolu da, dedikodu ile içimizdeki bilgiyi dışarı göndermekten geçer.
İşin en kötüsü, dedikoduyu bilinçli şekilde yapmaktır. İnsanlar bir kişiye kızdıkları za-man, genellikle intikâm almak isterler. Hemen, o kişi ile ilgili olumsuz fikirlerini; veya o kişi hakkında, o kişinin hatalarına ait olan bilgileri, çevresindeki herkese anlatmaya başlarlar. Amaç kızdığımız kişinin kendisini kötü hissetmesini sağlamaktır. Dedikodunun, o kişinin kulağına ulaşması ve onun üzülmesi tek amaçlarıdır: ”Öyle insanlar var ki, ancak başkalarını üzdükleri zaman sevinirler.” der Andre Maurois. Yaydığımız bu dedikodu, o kişinin iyi zamanlarımızda bize verdiği bir sır; gördüğümüz olumsuz bir davranış veya tamamiyle bir iftira olabilir. Descartes’in “ Başkalarını kötülemek için yapılan dedikodudan duyulan zevk, başkalarını düşürdüğümüz ölçüde, kendimizi yükselttiğimizi sanmaktır. “ sözü yukarıda an- lattıklarımızı özetler niteliktedir. Gerçekten, başkalarını kötülerken, kendimizi yücelttiğimiz sanısı benliğimizi sarmalar.
Bir araya gelen arkadaşlar, dostlar biraz havadan sudan konuştuktan sonra, birisinin gi-rizgâh/giriş yapması beklenir. Yani ilk kurşunu kim atacaktır? Herkes bu anı bekler. Ne zaman ki ilk kurşun sıkılır, artık gerisi gelir: Herkes eteğindeki taşları dökmeye başlar. İnsanlar kendilerini o kadar kaptırırlar ki, heyecan doruk noktasına çıkar. Dedikodu tadından yenmez hâle gelmiştir artık. Her dedikodu, orada olmayan biri hakkında yapılıyorsa, inanılmayacak kadar tatlı değil midir?” diyen Goethe ne kadar haklı. Zaten dedikodunun bu tatlılığı değil midir ki herkesi kendine çeken. Dedikodu kadın, erkek asla ayırdetmez. Nedense bayanlar bu hususta biraz daha aktiftirler. Ancak erkekler de az dedikoducu değildirler hani!
Çocukluktan beri dışarıdan gelen bilgileri sorgulamadan almayı öğrendiğimizden; her türlü dedikoduyu almaya açık durumdayızdır. Çocukken dedikoduyu bilinçsizce yaparız. Ama yetişkin iken planlı bir davranış sergileriz. Aynı zamanda, bu kişinin, bunu hak ettiğini söyleyerek, vicdanımızı rahatlatmaya çalışırız. İşin ilginç tarafı, dedikodu özellikle arkadaşlar arasında yaygındır: Birbirini tanıyan kişiler arasında yapılabilir dedikodu. Yoksa, hiç tanımadığımız birisi hakkında ki bilgi, bizi o kadar ilgilendirmez.
“İnsanlar seninle konuşmayı bıraktığında, arkandan konuşmaya başlarlar” diyen Pablo Neruda’da, dedikodunun özellikle tanıdıklar arasında yaygın olduğuna dikkati çekiyor. Yani hepimiz dedikoducuyuz bir anlamda; ister kabul edelim, ister etmeyelim. “ Ama bizim yaptığımız sadece bilgi alışverişi, kimseye bir zararı yok,” savunması ne kadar geçerlidir acaba? İslâm dininin kutsal kitabı olan “ Kurân-ı Kerim” de de dedikodu (Gıybet) kötülendiği, günah olduğu yazıldığı halde, kimsenin pek umursadığı görülmemektedir.
Haklı çıkmak uğruna kaç kez sevdiklerinizi başkalarına çekiştirdiğinizi, şikâyet ettiğinizi düşünün. Bizim gibi milyonlarca insanın zincirleme bir şekilde yalan yanlış haberleri yaydığı zaman tüm iletişim hatları âdeta kirlenmiştir: Tüm bilgiler çarpıtılmış durumdadır. “Şehir efsaneleri, “ bu tür yalan yanlış dedikoduların eseri değil midir?
Durumun korkunç boyutunu hissedebiliyor musunuz. Çözüm ise çok basit: Sadece dik-kat ! Ağzımızdan çıkan her sözcüğe dikkat! Sözlerimiz asla geri getirilemez.
YORUMLAR
Duyarlı yüreğinize sağlık değerli yazarım. Çok güzel irdelemişsiniz konuyu ve gerçekten de hep doğru noktalara temas etmişsiniz.
İnsanlar seninle konuşmayı bıraktığında, arkandan konuşmaya başlarlar.
Yalnızlık bir seçim mi bir zorunluluk mu bu bağlamda?
Saygılarımla dost kalem...
Sedat yalçın
İlginize teşekkür ederim. "Yalnızlık bir seçim mi zorunluluk mu bu bağlamda?" diye sormuşsunuz. "Yalnızlık büyük bir zeka ve cesarete gereksinim duyar" der Krisnamurti isimli yazar. İnsanlarımızın dost canlısı görünmelerinin altında yatan ana neden bu kanımca. Kendimizden kaçış yoludur kalabalıklara karışmak. 60 seneyi devirdikten sonra anladım ilişkilerin kökenini. Kitaplarım ve kalemim beni asla terk etmedi ve de bana ihanet etmedi. Bu nedenle, insanlarla konuşmak zorunda kaldığım zaman en fazla on dakika onlara zaman ayırıyorum. Yadırgayacaksınız belki. Çok laf yalansız, çok mal haramsız olmazmış. Ben seçimim yaptım.
Selam ve sevgilerimle.
Gülüm Çamlısoy
Ve size tüm yüreğimle katılıyorum: Kitaplar ve yazdıklarımız ki ben yazma edimine vakıf olalı topu topu üç sene geçti. Kitaplar zaten ilk günden beri vazgeçilmezim. Yazmadığım ve okumadığım günü yaşanmamış sayıyorum.
Öyle masumane bir dokunuşu var ki okuyup yazdıklarımızın. Ömür boyu her anlamda kendimi ifade etmeyi bir türlü başaramadım bu bağlamda bu denli haşır neşirim yazma fiiliyatıyla.
Yazdıkça kendimi daha iyi tanımaya başladım. Ve hocam en son yazdığım yazımda da bahsettiğim gibi ki Pessoa'nın bir söylemi:''Acılar bizi büyütüyor.''
Ele aldığınız konunun başlığını görür görmez hemen sayfanıza uğradım. Ve bir o kadar da yakın buldum kendime.
Yüreğinize, emeğinize sağlık efendim.
Sonsuz selam ve saygılarımla değerli hocam...
Akşamınız ve ömrünüz aydınlık geçsin efendim.