- 642 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
YORUMLAR
Dört dörtlük bir öykü okudum. Zaten üslubun konusunda söylenebilecek tek şey: Her daim özgün ve ilham verici olman. Niye yalan söyleyeyim, içeriklerde bir doyumsuzluk hissediyordum son zaman öykülerinde. Belki de bu demode bir adam olmamdandı.
Bu öyküyü bugün iş yerinde okudum. İnanılmaz hoşuma gitti. Ve gece, zaman bulduğum anda tekrar girdim Defter'e, bir daha okudum. Finalle içime öyle bir doygunluk geldi ki, bu duygu öykü hastalığımın tatminiydi kuşkusuz.
Kahramanın girişte, misafirliğe gidilmeye karar verilen evle ve ahalisiyle ilgili duygularındaki ikircilik öyle sahici ki, bir an için aynı huzursuzluk benim de içimi doldurdu. “İlla onun evine gidelim, dedi.” “Israrlarına dayanamayıp bir gece onun evine gittik.” Gitmesinler istedim, belki de iyi ettiler, dedim. Sonra bu duygu, tıpkı kahramanda olduğu gibi, onunla kurulan özdeşlikle uçtu gitti. Duygu aktarımı olağanüstü başarılıydı. Sanki kahraman yol gösteriyordu ama benim ardımdan yürüyordu.
Bir ara Demir Ökçe’de hissettiğim duygularla tartışmada taraf oldum. Bu kadar kısa olmasına rağmen oldukça heyecan verici bir tartışmaydı. Sahi “Çerkesler Puşkin’i sevmezler” mi? En azından ben seviyorum. Ya Che? Topluca inanılan yalanlardan kurtulmak her babayiğidin harcı olmasa gerek!
Final, hakikaten göz kamaştırıcıydı. Oldukça sıradan ama çok çarpıcıydı. Hem sıradan hem çarpıcı, sanırım bu oksimoron buraya; finale çok yakıştı. Zira “Geyik Avcısı” filminin, o “geyik muhabbetinden” sonra aniden Vietman’da savaşın içine düşen seyircisi gibi oldum.
Böylesi güzel, hatırı sayılır kıymette bir öykü okuttuğun için teşekkür ederim.
Sağlıcakla,
HakkınSesi
Özlemişim yazılarınızı...
Tebrik ederim...