- 1085 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Mümin Keler
MÜMİN KELER
Geleneksel din akaidi, kültürü, alışkanlıkları, ritüeller, inançlar nasıl oluşur?
Edebi eserler kurgudur. Yetenekli ve donanımlı kişiler bilgi, görgü, algı, hayal ve belagat yeteneklerini ahenkli kullanarak şiir, roman, hikaye, drama, masal gibi sözlü veya yazılı edebi eserler üretirler. Bunlar güzel, eğlendirici, ibret verici ve yararlı örnekler oluşturur insanlara. Çoğu kez yaşananı, yaşandığı halde farkında olunmayanı, farkında olunduğu halde dile getirilemeyeni veya arzulandığı halde yaşanılamayanı gösterir, gelecekteki yaşama ışık tutarlar.
Eğer oradaki insanlar yaşadıkları çağın aydınlanma eşiğinin dışında kalmışlarsa, veya doğal yaşam gereksinimlerini sağlamakta zorlanıyorlarsa baskın akımın edebi eserlerini bir başka hatta ulaşılmaz görmeye başlarlar. Böylece birçok yapıt menkıbe, efsane giderek ilahların tarihi olmaya başlar.
Kurgu olan edebi eserler halk nezdinde kurgu olmaktan çıkıp gerçekler olarak algılanır. Destanlar, mitolojik öyküler, şiirler, masallardan seçmeler zenginleştirilmeye ve etkisi arttırılmaya gereksinim duyulan inanç öğelerine eklenir. Bu da inançların sistemleştirilerek dine dönüşmesinde payanda olur.
Yani birisinin kafasında ürettiğine kitleler (gerçekmiş gibi) inanır hale geliyor. Bunu dıştan gelen baskılar veya iç dürtüler, birey acizliği, zaafları da zorluyor.
Aşağıdaki örnek gibi. Kurgu bir hikaye/masal olduğu besbelliyken; yaşanmış bir anı, gerçekleşmiş bir mucizenin nakli olarak inanıldığında, edebi bir eser din mekanizması çarklarından biri haline getirilmiş oluyor.
**-**
Ömer bin Hattab anlatıyor:
“Resûlüllah (s.a.v.) ashâbıyla bir toplantı hâlindeydi. Benî Süleym kabîlesinden bir bedevî geldi. Bir keler (kertenkele) avlamıştı. Onu pişirip yemek için eşyalarının yanına gidiyordu. Topluluğu görünce,
— Bu kalabalık kimin başına toplanmış? diye sordu. Oradakiler:
— Peygamber olduğunu söyleyen zâtın etrafında, dediler. O bedevî kalabalığı yardı, Resûlüllah’ın karşısına geçti ve şöyle dedi:
— Yâ Muhammed, Lât ve Uzzâ’ya yemin olsun ki, senden daha yalancısını ve senden daha çok kendisinden nefret ettiğim birisini anneler karınlarında taşımadı. Eğer kavmim beni aceleci olarak isimlendirecek olmasaydı, seni öldürür ve bununla bütün insanları sevindirirdim.
Bunun üzerine Hz. Ömer,
— Yâ Resûlellah, bırak şunu öldüreyim, dedi. Resûlüllah
— Bilmez misin; halîm (yumuşak huylu kişi), nerede ise peygamber olacaktı? [Yani yumuşak huyluluk kişiyi neredeyse peygamber yapacak bir haslettir] buyurdu.
Sonra adam Resûlüllah’a
— Lât ve Uzzâ’ya yemin olsun ki sana îman etmeyeceğim, dedi.
Resûlüllah adama,
— Ey a‘râbî! Bu sözleri söylemeye, hakikat olmayan şeyleri konuşmaya, meclisimde bana saygısızlık etmeye seni iten sebep nedir? buyurdu.
Bedevî, Resûlüllah’ı küçümsemek için,
— Hâlâ benimle konuşuyor musun sen? Lât ve Uzzâ’ya yemin olsun ki, şu keler, sana îman etmedikçe ben de sana îman etmeyeceğim! dedi. Sonra da koynundan keler’i çıkarıp Resûlüllah’ın ( önüne bıraktı.
Resûlüllah
— Ey keler! diye seslendi.
Keler, oradaki herkesin anlayacağı fasih bir Arapça ile,
— Buyur, emrine âmâdeyim, ey âlemlerin Rabb’inin Resûlü! dedi.
Resûlüllah
— Sen kime ibâdet ediyorsun? diye sordu. Keler,
— Semâda Arş’ı, yerde saltanâtı, denizde yolu, cennette rahmeti, cehennemde azâbı olana ibâdet ediyorum, cevabını verdi.
Resûlüllah
— Ey keler, ben kimim? diye sordu. Keler,
— Sen âlemlerin Rabb’inin Resûlü ve peygamberlerin sonuncususun. Seni tasdik eden kurtuluşa erer, seni yalanlayan da hüsrâna uğrar! dedi.
Bunu işiten bedevî şunları söyledi:
— Ben şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Sen de Allâh’ın Resûlü’sün. Allâh’a yemin ederim ki; sana geldiğimde, yeryüzünde kendisine senden daha çok kızdığım bir kimse yoktu. Ve yine Allâh’a yemin ederim ki, şu anda sen bana, canımdan ve babamdan daha sevimlisin. Ben sana cildimle, kılımla, içimle-dışımla, sırrımla-aleniyetimle velhâsıl bütün benliğimle îman ettim.”
*büyükharman*
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.