- 445 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Parmak Uçlarında Aşk
Bazen umarsız dikkatime rağmen kendimi diğerleriyle karıştırıyorum. Fakat diğerleri de bendim ne garip. Belki de karışıklığın asıl nedeni buydu. Çünkü ben tek değildim.
Hayatım boyunca diğerleri peşimden ayrılmadı. Ne yalan söyleyeyim, hoşuma da gitmiyor değildi hani. Bazen biriyle, bazen de bir diğeriyle yaşanılan hayat her ne kadar zor olsa da, aslında bir o kadar da eğlenceliydi tabii. Küçükken doktorum anneme çift karakterli olduğumu söylemişti, ne acı. Bu tabii ki de yanlış bir tanıydı. Çünkü bir başka doktoruma göre şizofrendim. Aslında bana göre bu da doğru değildi. Bence, ben yalnızca bir insandım. Basit bir insandım. Salçasız makarna gibi. Nedense çevremdekiler hep bunu unutmayı tercih ettiler. Ki zaten bu durum benim açımdan hiçbir zaman önem teşkil etmedi. Çünkü ben gerçekten mutluydum. Ve bu mutluluğu bahse varım kıskananlar bile vardı. Bu aslında tarifi imkansız bir durumdu. Bazen, sabahları ben olarak uyandığım yatağımdan bir başkası olarak kalkabiliyordum. Kimi zaman kendimi bir erkek gibi hissediyor, kimi zaman da aynaya baktığımda kırmızı kapaklı bir tencere görüyordum. Mesela bu sabah kendimi küçük bir ülkenin büyük bir prensi zannettim. O denli büyüktüm ki iki küçük adımımla koridorun sonundaki banyoya rahatlıkla ulaştım. Minik diş fırçam koca koca dişlerimi fırçalamada yetersiz kaldı. Macun tüpünü ağzıma boca ettim. Ama yine de temizlemeye yetmiyordu. Sırılsıklam yüzümü dört beş havluyla anca kuruladıktan sonra, yine bir iki adımla mutfağa ulaştım. Hazırlanan kahvaltı dişimin kavuğuna yetmezdi. Bütün bir ekmeğin içine reçel kavanozunu boca ediyordum ki annemin ağzıma vurduğu kırk iki numara ev terliğiyle kendime geldim. Çok da büyük olmadığımı işte o zaman anladım. Belki de tahmin ettiğim kadar büyük değildim. Galiba kendimi büyük gördüm; banyonun buğulu aynasında, kısık gözlerimle. Aynı diğer insanların yaptığı gibi.
Bence sorun çok karakterli olduğum değildi. Şizofren olduğum da. Bence asıl sorun; tek bir duyguyu bile muhafaza edemeyen çoğu insana rağmen, inatla bir duygu buhranı içine girişim ve karakterimin değişken olmasıydı. Belki de diğer insanlar gibi tek bir karakterim ve tek bir duygum olsaydı, diğer benlere rağmen ortaya bir sorun çıkmazdı.
Çoğu zaman diğerlerinin seviyesiz tartışmalarına şahit oluyordum ister istemez. Saç baş kavgaya giriştiklerini bile gördüm. Ne kadar ayıp. Ne yapsam, ne desem bu huzursuz ortamın içinden çıkamıyordum. Çünkü iş, tam da bende bitiyordu.
Sonra bir gün kendime aşık oldum. Aynaya baktığımda karşımda duran kişi bana tüm içtenliği ile gülümsüyordu. Gözlerinin içi gülüyor ve insana hadsiz güvenler vaad ediyordu. Aslında pek tipim değildi. İlk zamanlar bunun yalnızca bir hoşlantı olduğunu düşünmüştüm. Ama gün geçtikçe hayranlığım artıyor ve bu durum korkunç bir aşka dönüşüyordu. Çünkü bir insanın kendisine aşık olması gerçekten çok zordu. Bir bakıma ise de keyifli. Tutuklu olduğum kişi benden biriydi çünkü. Doğrusunu, yanlışını biliyordum. Eksiğini, fazlasını. Geçmişini, bugününü. Kısaca her şeyini. Bilmediğin tek şey ise geleceğiydi. Ama bu da birlikte şahit olunabilecek bir şeydi sanki. Önemli değildi.
Sonra bir gün, kendime olan aşkım da bitti, her şeyin bittiği gibi. Ayrılığımız diğer ayrılıklar gibi zorlu olmadı elbet. Medeni bir şekilde karar verdik. Karşılıklı konuştuk, hallettik. Ama nedense içim bir buruktu. Hala aşk kırıntılarım vardı içimde bir yerlerde, kendime karşı. Ama bu imkansızdı. Çünkü bir insanın kendini sevmesi, sallanan idam sehpasının üstünde ileride yaşayacağı güzel günleri arzulamak gibiydi, umutla.
Aslında, mantıklı düşünüldüğünde insana kendinden başka hiçbir kimseden fayda yoktu. Ama aşkı da olanaksızdı. Çünkü insanın kendisine aşık oluşu kör bir insana kırmızı rengin kevaşeliğini anlatmak gibiydi, imkansızdı.
İçimdeki acı ile bir müddet yaşamaya mecburdum. Sıkıntımı anlatacak, acımı paylaşacak kimsem yoktu. Her defasında olduğu gibi diğerleri de ortadan kayboldu. Çoğu gece uyuyamadım, unutamadım kendime olan aşkımı. Ne düşünsem, ne söylemeyi planlasam sanki her defasında haberi varmış gibi davranıyordu. Oldukça akıllıydı. Aklının karşısında ezildiğimi hissediyordum. Sonra birden sessiz sessiz fısıldadı küçük; küçücük akşam sefası. Sağırlaşan kulaklarıma çığlıklarıyla. Yavaş yavaş gösterdi küçük; küçücük akşam sefası. Körleşen gözlerime parmaklarıyla. Bunca zaman duymadım bağırışlarını, görmedim uzattıklarını. Her vakit ruhunun olmadığını düşündüm, yaşamasına sebep. Dilinin olmamasını, duygularının, kalbinin, isteklerinin, ihtiyaçlarının… Sıkıntılarının olmadığına adım gibi emindim. Hakkı olmadığının.
Aşk bana göre mecburiyetti, ona göre ise bir görev. Her görevin bir mecburiyet olduğunu öğrettiler; ispatını mümkün kılamadığım kişiler. Tek aşkımın akşam sefası olduğunu gün ağarınca anladım. Geçti artık. Tekrarı için yeminler etmeye. Vakit de öyle, geçti artık. Kapandı akşam sefası olup bitenin farkına varana kadar. Yeni bir gün ve karanlığı aydınlatmaya yetmeyen bir güneş. Gözyaşları döktüm, fakat ıslatmaya yetmedi kapanan, kuruyan akşam sefasına. Elimde kalan tohumlara da. Kadınlığımdan utandım.
Dilenci gibi avuç açmış gönlüme düşmeyi bekliyordu bunca zaman. Üstelik hiçbir ezana rağmen orucunu da bozmadan. Doğrusu, anlamak epey zamanımı aldı. Boş vakitlerimden tomarlarca saatlerimi çaldı, utanmadan ve sıkılmadan. Ve belki de umursamadan üstelik. Anlamak, doğruyu yanlışı. En gerçekçi gerçeklerin bile gerçek olmadığını. Anlamak, artık anlamadığını.
Çanlar kimin için çalıyordu bilinmez Müslüman mahallelerde ve acep okunan ezanlar kimin içindi gavur sokaklarda ?
Gözlerimi dört açmış onu dinliyordum, hızla koşuyordum ona doğru oturduğum yerden. Bu benim için okunan son ezan, üstelik hala ona rağmen. Ve bu benim için son atak, hala bana rağmen.
Hakan Gülçay
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.