- 618 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BİZİM SOKAKTA SABAH
MAZİYE YOLCULUKLAR–30
Sabahın ilk saatleri…
Bulutlar örtmüş gökyüzünü…
Gözlerini ovuşturarak öğrenciler geçiyor sokaktan.
Taranmış saçlarının ıslaklığı geçmemiş iki kız öğrenci, tatlı bir sohbete dalmışlar…
Üstünde yılların eskittiği, soldurduğu, takım elbisesiyle bir memur sokağa girdi.
Sağ elini ceketinin yan cebine koydu. Yarılanmış Samsun paketini çıkardı. İçinden bir sigara çekti. Ağzına götürdü. Aynı cepten çakmağını çıkarıp, sigarasını yakarken durdu.
Derin bir nefes çekti. Kırlaşmış bıyıkları duman içinde kaldı. Sokaktan aşağı doğru yürüdü, gitti.
Yaşlı bir dede sokağa girdi.
Siyah, kalın paltosunun üzerine düşen bembeyaz, uzun sakalları ve tertemiz kasketi ile usta bir ressamın özenle yapılmış tablosunu andırıyordu.
Güçsüzleşmiş dizlerini, elindeki bastonun yardımı ile sürükledi gitti.
Sıvası dökülmüş, kerpiçleri eskimiş, yaşlı bahçeli evlerin bacalarından, tek- tük dumanlar çıkmaya başladı.
Tül perdelerin üzerindeki kalın perdeler, görevlerini tamamladı.
Siyah beyaz tüyleri, güzel gözleri güneşin ilk ışıklarında parıldayan bir kedi, çöp tenekesine çıktı.
Ön ayaklarıyla sabah kısmetini aramaya başladı. Fazla yorulmadan bir şeyler buldu. Tenekenin dışına attı. Kendisi de tenekeden çıkarak, sabah kahvaltısını yapmaya başladı.
Sekiz, dokuz yaşlarında bir çocuk, koltuğunun altında gazeteye sarılmış ekmeklerden koparıp yiyerek girdi sokağa.
Sağ ayağı ile bir küçük taşa vura vura ilerledi.
Küçük taşın yuvarlana yuvarlana çıkardığı ses, çok hoşuna gitmiş olacak ki, evlerinin önüne kadar taşı getirdi. Dış kapıyı açıp avluya girdi.
Beyaz bir minibüs hızla girdi sokağa.
Maviye boyanmış, demir kapılı avlunun önünde durdu.
Genç bir çocuk minibüsten atladı. Demir kapıyı yumrukladı. Yaşlı bir kadın, genç bir kızla dışarı çıktı. Ellerindeki poşetleri arka koltuğa koyduktan sonra, minibüsün ön koltuklarına oturdular.
Delikanlı direksiyona geçti.
Gaza basıp geldiği hızla sokaktan ayrıldı. Yerdeki sararmış yapraklar, arabanın arkasından uçuştular.
Sokağın üst kısmında, odun yüklü üç merkep göründü.
Hayvanların ayak sesleri sabahın sessizliğinde, kulağa trampet sesi gibi geliyordu.
Sesler uzaklaşmadan, on beş yaşlarında, başlarını puşu ile sarmış, ellerinde yün eldivenleriyle iki genç göründü. Uzak yoldan geldikleri, yorgunlukları, adım atışlarından belli oluyordu.
Odunları satmaya götürüyorlardı.
Sokağın aşağı tarafından polis arabası göründü...
Yavaş yavaş yukarı doğru çıkmaya başladı.
Arabanın önünde iki polis vardı.
Direksiyondaki polis, avucundaki çerezi tek tek ağzına atıyordu.
Yanında oturan polis, kapanmak üzere olan gözlerle gazete okumaya çalışıyordu.
Arabanın arka tarafında iki polis uyuyordu.
Sağ kapının önünde oturanın başı geriye kaymış, ağzı açıktı.
Sol kapının önündeki polisin başı önüne düşmüştü.
Kim bilir kaç saatten beri görevdeler…
Kimlerin peşinde koşturdular…
Nöbetlerinin son dakikalarıdır…
Bakkal Sabri ile manifaturacı Emin karşı karşıya olan evlerinin kapısından aynı anda çıktılar, önceden anlaşmışlar gibi…
Bakkal Sabri, kendisinden daha yaşlı olan manifaturacıya “ Hayırlı sabahlar Emin amca” dedi. O da “ hayırlı sabahlar yeğenim” dedi.
Birlikte çarşıya doğru yürümeye başladılar.
Hamit Evci, tertemiz ütülü elbiseleri, yeni boyanmış ayakkabıları, özenle taranmış saçları ile göründü.
Efendiliği, kültürü, yürüyüşünden belli oluyordu. Sokaktan aşağı doğru yavaş yavaş indi.
Nazife Abla, evlerinin kapısında eşinin gidişini izliyordu.
Hamit Evci, caddeye girip köşeyi dönünce Nazife Abla içeri girdi.
Belediyede kantar memuru olarak görev yapan Mehmet Çorman, sokağın üst tarafından giriş yaptı.
Uzun boyu ile heybetli bir yürüyüşü vardı. Belediyedeki görevine gidiyordu.
Caddeden demirci Mustafa sokağa giriş yaptı.
Odun yüklü iki merkep, merkeplerin arkasında elinde sopalı oduncu çocuk, demirci Mustafa’nın arkasından sokağa girdiler.
Demirci Mustafa’nın elinde gazeteye sarılı sıcacık pideler vardı.
Evinin önüne geldi.
Kapıya vurmadan babasının gelişini izleyen Mahmut, kapıyı açtı.
— Hoş geldin baba, dedi.
Demirci Mustafa:
— Sağ ol oğlum. Bu pideleri al. Annen bir beze sarsın. Soğumasın pideler. Odun aldım. Oduncu çocuk açtır, üşümüştür… Sobayı yakın. Çay da hazırlansın. Çocuk hem ısınsın, hem de kahvaltı yapsın. Annene söyle gel, odunları içeri taşıyalım.
Mahmut koşa koşa merdivenlerden çıktı.
Ekmeği annesine verdi. Babasının sözlerini aktardı.
Geri döndü.
Oduncu çocuk kapıda durdu. Birlikte odunların iplerini söktüler. Odunları aşağı devirdiler. Oduncu çocuk iplerini topladı.
Demirci Mustafa çocukla beraber merkepleri evin bahçesine (avlusuna) aldılar.
İki katlı kerpiç evin oturma odasına çıktılar.
Mahmut odunları içeri taşıdı.
Kapıyı kapattı.
O da yukarı çıktı.
Oda sıcacıktı. Sobadaki odunlar daha önceden tutuşturulmuştu.
Çay sıcacıktı.
Pideler sobanın üstünde ısıtıldı.
Birlikte kahvaltıya oturdular…
Büzülen, soğuktan titreyen oduncu çocuğun yüzüne kan gelmişti…
Sıcacık çay, sıcacık oda işe yaramıştı…
Onun yaşındaki çocuklar, şimdi okul sıralarında oturuyorlar…
Dağ köylerini yalnız oy deposu olarak gören beyler, bunların günahını çekersiniz…
Eğitilmiş beyinler, ülkelerini çağdaş uygarlık yarışında ileri götürürler…
Bu güzel ülkenin hiçbir çocuğu eğitimsiz bırakılmamalıdır…