HUZUR İSLAMDA
dinimle alakalı bir söz okurum zaman zaman, kimi bir arabanın arka camında, kimi sahibi muhafazakar bir ticaret işletmesinde, kimi internetteki islami sitelerin görsellerinde…
bu söz; “huzur islamda” sözüdür.
ben bunları yazarken bile içten içe bir huzursuzluk sarar beni ve bu huzursuzluğum nedendir bir türlü çözemem yıllar yılı.
ben dinimden bahsederken öncelikle nefsime, çeşitli ortamlarda, dinimle alakası olmayan, dinleri bir uydurmadan ibaret gören insanların arasında…
karşıma öncelikle, muhafazakar siyasilerin yaptıkları haksızlıkları sürerler tarih boyunca, adam kayırma, akrabalarına kul hakkını gözetmeden öncelik verme, devlet malını, yetim hakkını hesapsızca harcama veya kendi tarafından olanlara kullandırma, yedirme amiyane tabiriyle peşkeş çekme…
sonra, islami örgütlerin cihad adı altında işledikleri kötü fiilleri sürerler, öncelikle ortadoğu coğrafyasında meydan gelen baş kesme görüntüleri, canlı bomba eylemleri,
daha sonra islamdaki kadınların daima erkekler tarafından ezildiği, köle gibi kullanıldığı, kadınları mal gibi alıp satma, bunun yanında bir erkeğe dört kadının neden hak olarak görüldüğü..
ilk başta aklıma gelen bu tür söylemler ve karşıt görüşlerin dillendirilmesi…
içimde tufanlar kopar o durumlarda, anlatırım anlatırım bildiğimce dinimin güzelliklerini, insanın hatalarını, kusurlarını, insan hakkı, hayvan hakkını ihlal edenlerin dine mal etmenin yanlışlığı….
ancak bir arpa boyu gidememişimdir dinimi anlatırken bu durumlarda..
oysa dinin ana felsefesinin ahiret , ahiretin ise bu dünyada yapılan zerre kadar iyiliğin ve kötülüğün hesabının sorulacağı, iyiliklerin nihayetsiz ödüllendirileceği, kötülüklerin ise misliyle cezalandırılacağı yer olduğu anlatırım da anlatamam işte.
sonra kabe ve çevresi dillendirilir, haccın turizmden öte bir şey olmadığı, müslümanların ise araplara enayi gibi para yedirdikleri, kabenin de bir put olduğu neden eski binaya karşı secde edildiği…
sonra madem derler, allahınız bir, kitabınız bir, peygamberiniz bir… neden derler, bu bölünmüşlük, ve dinin gerçek olsa hiç kendi aranızda kavga edermisiniz, birbirinizi suçlar, hatta birbirizle neden savaşırsınız derler,
sonra namazınıza baksana derler, herkes farklı farklı şekillerde uygular, kiminiz üç vakit der, kiminiz beş vakit,
hatta derler ramazan ayında yani orucunuz başlama gününde bile anlaşamıyorsunuz derler ,
ancak hiç duymadım zekat konusunda dinimin eleştirildiğini, belki biraz daha düşünsem ve hatırlamaya çalışsam yaşadıklarımı, bu tür muhabbet ve tartışmalarada duyduklarımı zekat konusunda bir çok eleştiri gelir.
sonra tarikat ve cemaatlerdeki şeyhe veya öndere bağlılıkların, kulla kulluk olduğu dillendirilir..
hiç bitmez dinime karşı eleştiri getirenlerin söylemleri…
aslında haykırırım içimden dinin bir diğer felsefesinin ise insanın kendiyle mücadelesi olduğunu, içindeki bitmez kibre ve gurura karşı her daim savaş verilmesi gerektiğidir dinin asıl meselesi…
ne zaman bahsettiğim olumsuz söylemlere hak verecek olsam, bin bir türlü huzursuzluklar kaplar kalbimi,
gözümü semaya kaldırırım rabbim sanki semada gibi,
sonra toprağa bakarım, dağlara, tepelere, ovalarda gibi,
deryalar, ırmaklar, çeşit çeşit renge bürünmüş doğaya dalar giderim…
ister istemez abdest alır, namaza dururum sonra,
allahuekber derken iki elimi kulaklarıma götürdüğümde, ellerimin tersiyle önce dünyayı ardımda bırakırım, sonra ahiretteki hesap verme zorluğu ve imkansızlığını da …
ellerimi göbeğimin altında bağladığımda sübhaneke duasını okurum, kimi zaman birkaç defa, kimi zaman euzu’nun çeşitli söylemleriyle tekrar tekrar başa sararım sübhaneke duasını…
“allah’ım! sen eksik sıfatlardan pak ve uzaksın. seni daima böyle tenzih eder ve överim. senin adın mübarektir. varlığın her şeyden üstündür. senden başka ilah yoktur.”
sonra fatiha süresini okudukça ürperirim, okudukça da sevinirim, defalarca okurum, okudukça düşünürüm, kimi ıslanır gözlerim, kimi kapanır tüm duyularım, kalbim okur, kalbim dinler beni..
“alemlerin rabbi” derken bilebildiğim tüm alemler geçer düşüncelerimden, hücrelerimden…
atom altı parçacıklardan ,atomlar, moleküller, toprakta ve sularda yaşayan zerre zerre canlılar, kah kutuplardayım, kah ekvetorda, kah dağların zirvelerinde, kah uçsuz ve susuz çöllerde gezinirim.
rükuya eğilmemle birlikte sanki tüm kainat benimle birlikte şekil değiştirir, tüm kainat ve içindekiler eğilir benim gibi, sonra birden ben gelir aklıma, dikilir yeniden, kıyama kalkarım, ve ürperirim rükudan sonraki kıyamdan, korkarım hem de korkunun bile korkacağı şekilde, rüku ile secde arasında ki o kıyamada sanki bütün yanlışlarım, ve müslüman aleminin yaptığı tüm yanlışlar, hatalar, kusurlar, riyakarlıklar benim üzerimde toplanır.. kendimi nasıl secdeye atacağımı şaşırırım, şükür ederim sonra nedensizce rükunun her rekatta sadece bir defa oluşuna, eğer derim iki defa olsaydı bir rekatta rüku nasıl dayanırım ben bu işkenceye diye şükrederim kendimi bile unutmuşçasına… lakin yine o kısacık anda kılmadığım namazlar geliverir aklıma, dünya telaşına, dünyevi meşgalelerle terk ettiğim namazlarımdan utanırım, utancın bile utanacağı şekilde..
secdeye vardığımda hak veririm işte ilk başta bahsettiğim o söze…”huzur islamda”
secdeyi anlatmaya bildiğim kelimeler yetmez ki..
iki secde arasındaki anı nasıl anlatabilirim, hele hele tahiyyat duasını okurken ne kadar sevinçli, mutlu olduğumu nasıl anlatabilirim ki…
sonra yalanlarım gelir aklıma, hiç anlattığım gibi bir namaz kılamadığım, ancak kılmış gibi anlatmaya çalıştığım yalanlarım gelir aklıma…
ve tüm eleştirele ve dinim hakkında söylenen, dimine tabi olan kardeşlerim hakkında söylenen olumsuz düşünceler yapışır kalır başımdaki milyonlarca saç telinde ayak parmaklarıma kadar simsiyah üzerime…
kabenin rengi gelir aklıma, sığınırım işte kapkara bir şekilde simsiyah olan örtünün altına..
kimse beni göremezsin diye..
o an hangi ayet gelir aklıma bilmem, hangi hadis fısıldanır kulağıma bilmem, ne düşünürüm, ne duyarım bilmem…yok olmak ister gibi kaçarım tüm varlığımdan…
hani derler ya, taş olsaydım..bir taş olarak yaratılsaydım derim, sonra taşların bile beni suçladığını duyarım, taşlardan bile utanırım o an…utanmanın bile utandığı o anda…
rahmet edilivermek derim, benim de hakkım olamaz mı rabbim derim.
rahmet edemez misiniz bana derim ve dua halinde olduğum düşüverir karanlığın içinde düşen bir nur parçası gibi… dualar huzurdan huzura alır sanki beni..
işte yeniden anlarım o an, huzur islamda.
YORUMLAR
Keşke güzel dinimizi kaynağından tam olarak öğrenebilseydik, çok küçük yaşlarda beynimize nakış nakış işlenseydi hiç bir değişikliğe uğramadan bu güne kadar gelen güzel dinim, ben gurur duyuyorum böyle güzel dinimdan Rabbim kendisine gerçekten kul, Alemlere Rahmet olarak gönderilen yüce Peygamberimize gerçekten ümmet eylesin, biz dinimizi tam olarak yaşamasak yerini batıl düşünce ve inançların alması kaçınılmazdır. Rabbim bizleri af eylesin.