- 416 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 18 a
Bu bölüm 300 Word sayfalık "Kurtuluşun felsefesi" yazım içeriğinde olukta yayınlanmayan kısımlardandır.
Ömrü, Yıldırım orduları komutanlığında, Derne de, Tobruk ta, Cihan savaşın da, Çanakkale’de, Kurtuluş savaşı içinde de Anafartalar’da geçmiş biri, şahin olacak yerde şaşılacak şekilde; "Yurtta barış Dünyada barış" diyerek barış güvercini oluyordu.
Yurtta barış ve Dünyada barış denilen ortamın rehaveti içinde karanlık tezgâhlarda yetişmiş birileri de; "benim dinimle, benim kinimle tanışın ve "benim dinimle, benim kinim içinde yarışın" diyordular. Ol nedenle derin ve değerli bir yalnızlık içindeydiler!
İlk çekirdek kadro: Kurtuluş Savaşı öncesini, Kurtuluş Savaşı esnasını ve Kurtuluş Savaşı sonrasını; oluşacak olmanın tüm zamanlarını ve genel zamanlarını oluşmanın kadrosu değildi. Sadece yurdun düşmandan kurtarılması gerektiğine inanmış, dava adamlarından oluşan süreç kadroydu.
Bu kadro da, Kurtuluş Savaşı sonrasının ufku yoktu. Bu ufku beklemekte abes olabilirdi. Yurdu kurtarıp "yurdu padişah efendilerine teslim etmek" dışında amaçları olmamakla bu adımları Kurtuluş savaşı bağlamında son ve nihai bir adım oluşla kurtuluş sonrasının ikinci ve hitamı bir adımı olacaktı.
Hiç biri de bu muzafferlikleri nedenle saray yapıp, içine girmeyi düşünmeyen, bunun telaffuzunu dahi etmeyen dürüst, samimi yetenektiler.
Oysa Sevgili Atatürk’ümüz de hitam bulacak olan bu ikinci adımı, atma niyeti; hiç yoktu. Bambaşka genellik arz eden eylemlerin tezahürleri Gazi’nin düşüncesi içinde kıvılcımlaşışları adeta firari oluşla fikri bazda belirip kayboluyordu. İşte ikinci, üçüncü beşinci kadrolar bu önsel firari belirimlerini veren alanlarda oluşacak kadrolardan; olmak zorundaydılar.
İlk kadro içinde; kurtuluş savaşı sonrasında gelişecek sürece dek ufuk, bu kadro zihninde zaman içinde oluşacaksa da; bu hiçbir zaman sürekliliği olan bir tavırla süreci kavramaları olmayacaktı.
Bunlar daha ilk batında süreci hiç anlamamış olacaklardı. Ki; yeni süreçle ulus devlet, üreten ilişkiler üzerine inşa olup, aitlik tanımlaması bu ilişkiler üzerine kuruluyordu.
Oysa bu kadrodan yetenekler, bindiği dalı keserek adeta cumhuriyete nispet yapar gibi dini aitleşme üzerinde kumar oynuyorlardı. Ulus devletlerin ve demokrasinin vaz geçilmez unsurlarından olan partileri, teokrasinin vaz geçilmez unsurundan olan dini anlama üzerindeki ihyası için uğraşıyorlardı!
Sevgili Atatürk’ün genel baktığı, geneli kavrayıp; geneli inşa ettiği felsefesine kadrolar hep özel bakıp, özel olanı inşa ediyorlardı. Hâlbuki kurulacak Türkiye ve yeni Türkiye değer yargıları saltanattan büyüktü. Bu nedenle önder olacak insan, önünün tıkanmasından değil daha işin başında günceli tarihsel diyalektiğin yolunu tutuşundan belli oluyordu. Mustafa Kemal’in önü açılmış mıydı?
Kadro; duruma hep din, iman, hilafet, saltanatın bekası, ecdat mirası vs. gibi özel bağıntı olan yerden bakıyordu. Ve işin tuhafı bu özel durumu genel durum; ya da manzarayı umumiye gibi yansıtmanın yanılgısında boğuluyorlardı.
Kurtuluş savaşının kadrosunda olan kahramanlar; vefa borçlusu olduğumuz kabiliyetler; genel halin sıralı parçalı süreçlere dönüşeceğini kavrayamıyorlardı. Genel durum bu parçalı haliyle özel durum ve yeteneklerin üzerinde akacaktı. Özel durum ve bağıntıları, sürecin kendi kısmının inşacısıydı. Ve bu alanlar, genel durum stresini üzerlerinde akıtmak için kâfi derecedeki yeterliliktiler.
Günümüz aydın zırvasından birisi de bu özel bağıntılı durumların önünün tıkandığı konusudur. Yani genel içinde bir özel durum olan o özel durumun, genel durum yapılmadığının zırvalığıdır. Bu tarih ve diyalektik bilmezliktir ya da tarih ve diyalektiği bilmezden gelmişliktir. Aynı mandacılar gibi durumu tersten okumaktır.
Bu özel durum, inşacılarının önünün tıkanma nedenlerinde birisi; bunların kendi alanı dışında yetersizlikler olmalarından ötürüdür. Eğer siz matematik biliyor ve kimya bilmiyorsanız; sizin matematik biliyor olma yeteneğiniz kendilikten bir kimya bilmezlik, atom mühendisi olmazlık oluşla zaten önünüzü tıkayacaktır.
Özel olup ta genel gibi davranamazsınız. Denizde damla olup ta (özel bağıntılı durum olup ta), deniz gibi transatlantik yüzdüremezsiniz. Kadrodan olacak olan özel durum temsilcisi yeteneklerden hemen hemen tümü işgale karşı. Ve kadrodan olan kimileri de savaş sonrasının yeni olan gelişmelerine karşı oluşuyla savaşçı ruh olan bu özel durumlarını, yeni durumların karşısına engel olarak çıkarmalarıydı.
Ve kadrodan olan kimi kişiler, kendi özel durum başarılarını; ancak genel durumla sağlanmanın başarısını hak etmişler türünden görüntü ve muzafferiyeti oluşla, kendilerini her halle sunmalarıydı.
Ulus devlet, emek yoğun aitlik üzerinde toplumsal kimlik tanımlaması oluşturma gayretiyle laiklik ihsasını ortaya korken kadrodan olanlar hala eskiyi ve eski kimliklime eksenini ihya edici dini istismar ve dini aitlik üzerinde partileşmelerini ihsas ediyorlardı. Daha teokratik yapıdan kurtulamamışlardı.
Özel alan başarılarıyla çok büyük yetenek olan bu kişiler; olup biten süreci ve konjonktürü hiç kavramamışlardı. Ardılları da aynı konumla aynı dini tandanslı, insanı insana ve insanı toplumuna yabancılaştıran süreci; insan hakkı, demokrasi adı altında ihya ediyorlardı.
Oysa Sevgili Gazi’nin genelce hareketi, devir alınan Osmanlı yapısında günceli insanı, günceli insana yabancılaştıran ne varsa; bunları toplumun dışındaki sosyal alanın içine göndermişti.
Bu dini aitleştirme ve yabancılaştırma üreten ilişkilere, üreten ilişkiler üzerindeki sürecin süreç sel işlerliğine bilim ve teknolojiyle değil de; takdir, fıtrat, hamdolsun türü jargonlarla bakıp süreci, işin içinde çıkılmaz bir kör döğüşüne döndürüyordu. Oysa bir düğme bismillah deme ile yapılmıyordu ve o düğme bismillah ile çalışmıyordu. Maden ocağı da fıtratla göçmüyordu.
İşte bilime, bilgiye, emeğe, akıl erdirmeye, sorumlu olmaya ve sorumlu kılınmaya yabancılaştırma buralarda başlıyordu. Kadrodan olup ta önü tıkanan şeyler bu türden şeylerdiler. Günümüzde bunları demokrasi tramvayına bindiriyoruz. Ve demokrasi insan hakları adına bol bol kullanıyoruz. Ne diyeyim hayırlı olsun!
Oysa dinler üreten ilişkilerin inşacı ideolojisi, değildirler. Dinler ön ittifakları köleci sisteme geçirmeyi meşrulaştırmanın geçiş dönemi öznel mana ilişkileriydiler.
Tarihsel bilinçten ve tarihsel back grounddan yoksun geniş kesimlerde bunları alkışlıyordu. Böylece geniş kesimler; kendinden ve bu kesimlerin varlığından, bilincinden bağımsız oluşla var bulunan genel durumu; sanki genel durum kendileriymiş gibi davranıyorlardı.
Örneğin Kurtuluş savaşının nüveleri oluşurken acilen verilecek olan bir kurtulma savaşı nedenle daha çok savunma ve müdafaa amaçlı iyi kadroların bu felsefe içine absorbe edilmesi önemliydi. Bu bağlam içinde ve bu acilci aşamanın süreçlediği bu kadronun içinde; milli eğitimi, bilimi, teknolojiyi, ekonomiyi vs. temsil eder olan özel yetenekli kişilerin var bulunması yoktu.
Yani nüveyi oluşan genel durum içinde ve komuta kademesi dışında, özel bağıntılı durumlar oluşuyla davranan ve duruma; özel bakan söz gelimi eğitimci kabiliyetler de yoktu. Savaşçı, mücadeleci orduya kadro olmakta finansçı vs. unsurlar ağırlıkla, öndeydiler. Devrim gerektiren kadrolarda farklı olacaktı.
Ki bu kurtuluş savaşını vermenin acili yeti aşamasında bunlara gerek te yoktu. Kurtuluş savaşından sonrada, milli eğitim, ekonomi, bilim ve teknoloji; tarım ve sanayi gibi unsurlar öne çıktı. Bunlar acili yet kazandı. Muzaffer ordu geri planda oluşla devrimci inşacılığın ilk gündem maddesi değildi. Kadro muzafferleri acili yet kazanan yeni durumlara karşı, aynı muzafferiyet edasıyla her durumda müdahil oldular.
Durumu genel salınımı içinde göremeyen kimi askeri kökenli yurdu kurtaran muzaffer yetenekler; bu muzfferlik kesbiyetiyle durumları aksatır oldular. Bu yeni alanlarda söz sahibi ve eylem sahibi olmakta haliyle bunlara ihtiyaç yoktu.
Nasıl yurdu kurtarıcı çekirdek kadro içinde bir öğretmen belirleyici söz ve eylem sahibi olamamışsa ve bu eğitimcilerin önünün tıkanması oluşla görülmemişse; eğitimdeki başarısıyla da eğitimciler; elbette asker disipline hiza vermeyeceklerdi. Bunu da, kendi önlerinin tıkanması oluşuyla görmeyeceklerdi. Ulusçuluk, kurumların hukuki bağıntılı oluşla bağımsızlıklarının inşasıydı.
Kadrodan olan kimileri kurtuluş sonrasında bir arıza oluşlarıyla yurdun kurtarılması içindeki kendi paylarının haklı kıvancını, genel durumun söz ve davranışı, yaptılar. Tatlı yalpalamaları nedenle milli eğitimci, tarımcı, sanayici vs. türünden eda ile davranmalarından ötürü tıkaçlandılar. Yani, tarımcı, ekonomist vs. olmamalarından ötürü, önleri kesiliyordu. Değilse ikinci, birinci adam ya da önder olacaklarından Atatürk bunları kıskanıp ta önleri tıkanmış değildi.
Kısaca savaş sonrası olan şimdi milli eğitim, tarım, sanayi, bilim ve teknoloji alanında devrimlerin zamanıydı. Kadrodakilerin kendileri bu yetenekte olmamaları nedenle zaten önleri kendilikten tıkandı. Bunu anlamak için illa kafaya saksı mı düşmeli? Kaldı ki bu muhteremlerin bu alanlarda devrim ve başarı gibi pek bir dertleri de yoktu. Dedik ya duruma hep özel açıdan bakan ( yurdu işgalden kurtarıp, yurdu saltanatı şahaneye yeniden teslim etmeyi düşünen) değerli şahsiyetlerdi.
Bu tavırları yeni alanda yetenek olacaklara duyulan ihtiyaçları ve gayretleri de engeller durum oldular. Başlangıçta sürecin akışına ivme olanlar; şimdiki eğitim, ekonomi gibi parçalı alanlarda akış yapacak durumların da kendi üzerlerinde tıkacı olup, akış yapması gereken süreçlere, engel ve arıza olmuşlardı
Üstelik nasıl kurtuluş savaşı arifesindeki oluşan savaşçı kadro nüvesi içinde eğitimci, ekonomist, bilim teknik uzmanı kişiler yoksa ve çekirdek içinde olmayanlar bizim önümüz tıkandı dememişlerse; kadro şimdiki süreçte de bayrağı bunlara teslim etmesi gerektiğini anlayamadı. Bu diyalektik karşısında lider olmamızın önü tıkandı vs. demeleri hem boşunaydı, hem berhavaydı.
Günceli yobaz aydınlar olan karanlıkçılar da; ikinci cumhuriyetçiler de bunlara ve Atatürk’ün inşasına evet ama bugünkü şartlarda artık bunlar yeterli değil; bunun üzerine günceli inşalar gerekli demek yerine; Atatürk düşmanlığını bu bilmezi aldatan put noktalarında, cumhuriyet öncesine götürmenin alkışçı lığını yapmakla, cumhuriyetle olan kazanımları karşıt devrimci güçlere virite ettirmektedirler.
Kurtuluş savaşından çok sonraki 25 yıl sonrasının durumu içinde geçmişi deruni kavrayan; Atatürk’le ters düşüp önü tıkanan yeteneklerden biri bu durumu şu gerçekçi ifadelerle anlatacaktı. "Biz olmasak ta Atatürk bunları yapardı. Ama Atatürk olmasaydı biz bunları yapamazdık" deyişi durumun "genel" bağlamda kavranmasını hayli zaman sonra idrak etmiş olmaktadır.
Bırakın diyalektik bilmeyi; bu sözden yapılacak çıkarsamayla dahi, aşağıda bir kaçı belirtileceklerden; önü tıkananların özel başarısının hiç bir işe yaramayacaklarını kestirmek olasıdır.
Sevgili Atatürk, genelin; özel durumlar üzerinde akışıyla inşa edileceğini biliyordu. Bu nedenle kadrodaki özel durum inşacılarını bu alanda özel durumları inşa ettirişiyle, bu alanda paye ve rütbelendirişçi yetkilendirmeleriyle, genel durumu oluşturuyordu.
Kurtuluşun felsefesinin; güncel konjonktürel durumu da içeren ve ancak genel durum içinde kavranabilen konu durumları da özenle takip edişi ve ettirişleri de vardı.
Özel durumun inşacı erbapları sözgelimi; saltanatçı lığı genel durum yapma gafleti ile davranmakla asla genel kabiliyetli önder, lider özellikli değillerdi. Özel kabiliyetli yetenek olmakla beraber; alanları dışında konjonktürel (güncel) bile değillerdi.
Bu nedenle "Atatürk şunun önünü kapadı, bunun önünü kesti, çünkü lider olmalarını istemiyordu" demek kadar halt emek olamaz. Atatürk’ün onun önünü kesmesine, bunun önünü kapamasına dahli olduğunu görmesem; bilmesem bile; anlarım ve yapmış olması da diyalektik gereği doğrudur da. Ama bunu onların lider olacaklarını sezmesinden ötürü yaptığını söylemek, kocaman bir yalancı aptallıktır.
Bir kere liderlik sizin onun önünü açıp açmamanızla ve sizin isteyip istememenizle ilgili tam bir yeterlilikle oluşacak gerekli bir neden değildirler. Ve şartlar oluşmadıkça ortamda varsa bile lider renk veremez. Ve bilinemezler de. Şartlar doğduğunda da kolay kolay engellenemezler. Engellenirse yaktığı meşale devir alınır. Şimdi sizler lider kadrosunda olmakla sadece o kadroyu (alan devinmesini) işgal edişle, kadroyu iştigal etmiş olursunuz. Vahdettin gibi.
Herkesin manda talep ettiği ve mevcut sürece daha özel baktığı yerde sadece mandaya karşı oluşun genelliği bile, Atatürk’ü; o şartların kendi seçme ayıklaması yaptırasıyla; Atatürk bu özel durumların üzerine yükselten bir genelleştirilme, olacaktı.
Başka bir deyişle Atatürk hilafeti ve saltanatı korusaydı, kendisine saray yapıp içine çekilseydi; eğitim, sanayi, ekonomi ve tarıma değin devrimleri yapmasaydı; Atatürk’ün bu tutumu eskinin himayesi olurdu. Bu himaye Atatürk’ün genelliğini (kadrodan olmayıp önder olmasını) güme götürürdü.
Duruma Atatürk nefreti ya da Atatürk sevgisi gibi daha özel durumda bakmamak gerekir. Duruma Atatürk nefreti üzerinde özel bakıp; bu özel durumu genelleştirmek isteyişle; "Atatürk’ü meclisin önünde ayaklarından asacağım" diyen Çapanoğlu’nun önü açılsaydı ve Atatürk’ü kinci nefreti söylemindeki menfur emeli dahlinde assaydı; Çapanoğlu önder mi olacaktı? Yurt mu kurtarılacaktı?
Ya da kimi kadrodan olacak kişilerin (Çerkez Ethem, Enver Paşa’nın) önü kapandıysa; bu kapanmada onlarında genel anlamda Lider olamamasının genel sistemi kavrayamamalarının size bir desteği olmakla; sürecin bunları elimine etmesindeki kolaylıklardırlar da. Söz gelimi padişaha bağlılığını irat eden düşüncenin, genel olmayacak olan “başarısı”; olduğu yerdeki tam bir başarısızlığı olacaktır.
Yani Sevgili Mustafa Kemal’in Çapanoğlu tıynetti hareketle ekarte edilmesindeki olası özel BAŞARISI, sevinç naraları ve zaferini kutlayan top atışlarının alkışlarıyla; "genel bağlamıyla" tam bir hüsran ve başarısızlık olmaya mahkûm olacaktı.
Bunu size; tarihin dili, tarihin diyalektiği, tarihin bilinci ve var oluşun kaide kural olan eytişim selliği söylemektedir. Bilim ve bilimsel felsefe söylemektedir. Bilim ve bilimsel felsefe size isim vermez. Bilimsel felsefenin günceli olan yol ve yöntemini tutanların başarısı da kaçınılmazdır. Emperyalizme karşı olan Gazi, bu adımıyla ÖNDER olmuştu. Emperyalizmle kol kola olması onu küçültürdü.
Değilse tarihi diyalektiğin kapadığı yolları; demokrasi, insan hakkı, kimliğim, din kardeşlerim; büyük adam olmak, dünya lideri olmak gibi ifadelerle, emperyalizme referansla açıp; ülkeye Ortadoğu cehennemini ithal etmenin; bırakın siyasetçi olma, yönetici, aydın olma türü sıfatlarını; bu tutumları tarihin a, b, c’sini okuyan insan bile olamamaktır.
"Emevi camisinde cuma namaz kılacağım" diyen abukluklaralar; sizin kendinize ait meşruiyetlikle söylediğiniz sözdür. Karşı tarafın da "Ayasofya camiinde bu pazar, pazar ayını yapacağım" deme abuklaşması da; kendisine ait bir meşruiyetlikle size karşılık etmenin sözlerine dönüşü verir. Sen demokrasi götüreceğim derken; birisi de; "senin de sınırını koruyorum" diye semalarınızda cirit atar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.