- 1072 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
NAZARLI BUZDOLABI
Sabah uyanmaları hep ağır gelmiştir. Yatakta bu gün işe gitmesem diye çok nazlanmışımdır. Bazen on, on beş dakika bitmesin diye fıtri bir duaya sığındığım çok olmuştur. Bugün iç dünyamda ki çelişkilerden kurtulmadan kapı çalındı. Zil sesine rağmen kalkmaya pek niyetim yoktu. Israrla çalmaya devam eden zil sesine karşı içimden ne var, çatlama diyordum. Verdiğim tepkiye rağmen saatin kaç olduğuna bakmadan kapıyı açtım. Karşımda kim olduğunu bilmediğim bir adam vardı.
"Buyurun hayırdır bu saatte kimsiniz” sorularını peş peşe sorduğum adam son derece güler yüzle konuşmaya başladı. Ya Rab Bir güler yüz bu kadar mı tesir eder.
“Kusura bakmayın ben alt komşunuzum. Her gün aynı saatlerde işe gidiyoruz. Bu gün sizi gecikmiş görünce zilinizi çalmak istedim. Cüretimi bağışlayın.”
“Siz bir altta mı oturuyorsunuz? “
“Evet, iki yıldır.”
“Tamam, beyefendi teşekkür ederim. Galiba değdiniz gibi geç kaldım.”
“Tekrar günaydın.”
Adam; adeta ruhani bir varlık gibi beni uyandırıp gitmişti. Hani çay karıştırmalarımızı bile duyabilecek kadar yakında olan bir komşuma ne kadar da uzaktım. Gün boyu sorguladım kendimi. Mütemadiyen suçumu atabilecek birilerini aradım. Kim kim kim ?
Hani hep geçmiş, geçmiş der iç çekeriz ya. Bir hatıra depreşti beynimin muzip yanında. Kolay kolay unutulacak gibi de değil.
Yetmişli yılların sonu, evlerde buzdolabı da pek yaygın değil. Eve yeni buzdolabı almış olan Kaya ailesinin sevinci bütün mahallede yankılanır. Hani geçmiş deyince gözlerimdeki buğu, o saf komşuluk, paylaşmanın lezzeti. Hiç büyümeseydik diyorum ama olmuyor işte. Ahh diyorum derinden, ne oldu da bu kadar değişmeye mecburduk. Aynı zaman dilimine nasıl bu kadar farklı duygular katabildik.
Komşu buzdolabı aldı ya. Artık görmeye gelenler mi dersiniz, kalan yemekleri getirip buzdolabına koymak isteyenler mi dersiniz. Akşam çat kapı buz isteyenler mi dersiniz. Tam bir şenlik havası. Yine de hallerinden memnun, şikâyet etmeden komşuluk vazifelerini yerine getirmek için çırpınıyorlardı. Paylaşmanın verdiği ol lezzetle, Hiç nazlanmadan kafalarını yastığa koyabiliyorlardı. Neticede onların buzdolabı vardı ve zengin bile sayılabilirdi.
Fatma Hanım her gün buzdolabını temizler, su dolu tasları buzluğa düzenli bir şekilde koyar, sonra komşularının getirdiği su dolu kapları da yerleştirirdi. Üstünde kocaman bir nazar boncuğu, el emeği göz nuru işlemeli örtüsüyle, genç bir kız edasıyla salon ve mutfak arasında dururdu. Daha ilk taksitine çok vardı ama nasıl olsa ödenirdi.
Evin küçük oğlu Ali o sıralarda on yaşında ilkokul öğrencisidir. Okuldan gelmiş ve ilk işi buzdolabının kapağını açmak olmuştu. Ne bulduysa ekmek arası atıştırırken, mahalle sakinlerinden bir kedi Ali’nin etrafında turlamaktaydı. Ayaklarıyla kediyi kovmaya çalışan Ali bir hayli zorlanır. Adeta kediden ekmeğini kaçırırcasına aralarında bir savaş başlar.. Zavallı kedicik bir hayli acıkmış olmalı ki Ali’nin üstüne atlar. Ali ekmeğini kediye kaptırmamak için hayli uğraş verir. Sonunda sabrı tükenen Ali, kediyi tuttuğu gibi buzdolabına koyar. Hayvanlardaki şu rızık endişesinin olmayışına hep hayran kalmışımdır. Ne yiyeceğini düşünmeden yaşamak çok keyifli olsa gerek. Kedi bir süre bağırır, çağırır ama nafile. Ali buzdolabının yanından çoktan ayrılmıştır.
Kısa bir süre sonra Pazar alışverişinden dönen evin hanımı, derinlerden gelen kedi sesini fark eder. Ses öyle güçsüz ve derindir ki dışarıdan geliyor diye önemsemez. Pazardan aldığı yiyecekleri yerleştirmek için buzdolabının kapısını açar açamaz üzerine anlam veremediği bir canlı üzerine atlar. Zavallı kadın; ani gelişen olay karşısında can havliyle kendini kurtarmak isterken kapıya çarpar ve oracıkta bayılır. O halde orada ne kadar kaldığı bilinmez. Hastanede kafasına atılan dikiş esnasında uyanır. Müdahaleden sonra taburcu edilir.
Akşamüstü evin içi geçmiş olsun ziyaretine gelen komşularla dolar taşar. El ayak çekilince Fatma Hanım yaşananlardan dolayı eşine dertlenmeye başlar.
“Bey biz bu dolabı aldık ama başımız dertten kurtulmadı. Korkuyorum bizim üzerimizde nazar var ve iki yakamız bir araya gelmiyor. Bir mevlit okutalım mı dersin?”
Ne zamandan beri iki yakamız bir araya gelmiyordu. Ve ne çok zamandır, hatırını sormadığımız, unuttuğumuz, unutturulduğumuz, mezara koyup da başında Fatiha okuduğumuz kaç değerlerimiz var. Şimdi hangisine yas tutsak bilemedim. O günleri bu günlere kim takas etti. Beni bana yabancı eden bir toplumun ferdi olmak benim tercihim miydi? Bir televizyonda aynı filme bakan üç beş komşuya ne oldu. Şimdi ise bir evde üç beş televizyon. Bu mu medenileşmek?
Durdurun zamanı… Bana, beni unutturanlardan alacağım var.
YORUMLAR
O günleri bu günlere kim takas etti. Beni bana yabancı eden bir toplumun ferdi olmak benim tercihim miydi?
......
derler ki, şeytan Ademin kulağına fısıldadı, yasak meyve için suçlu şeytan; mamafih ademdede fısıltıyı duyan,
kanan bir kulak varmış....
çok güzel bir yazı. aynı zaman diliminde neler yaşadık neler. olmaz dediklerimiz oldu.......
selamlar
Alacaklari toplarken benim alacaklara da bir el atsaniz Mustafa kardesim :)
Cok yerinde tesbitler ve serzenisler.
Eski, coook eski bir film gözümün önüne geldi;
Amerikan filmiydi. Akilli, kurnaz -her zamanki gibi- Amerikali, aptal, saf, cahil rolünde de bir KIZILDERiLi! Cezaevinden kacarken sigindigi o KIZILDERiLiYE verdigi ayna karsiliginda incilerini aliyordu.
Televizyon, video, Laptop, bilgisayar, atariler v.s. derken altimizdan bizi biz yapan HASLET HALIMIZ cekildi maalesef. HALININ yerinde ACINACAK HÂLiMiZ var bugün.
Hersey gönlünüzce olsun.
Selam ve muhabbetle...