- 760 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KAZAKİSTAN GÜNLÜĞÜ / İBRAHİM ERYİĞİT
Kazakistan Cumhuriyeti’nin ünlü şairlerinden olan Kalijan Bekhojin’in 100. Doğum yılı münasebetiyle Kazakistan’ın Pavlodar eyaletinin aynı adı taşıyan şehrinde düzenlenen etkinliklere katılmak üzere, Avrasya Yazarlar Birliği’nin beni önermesi dolayısıyla, Ankara-İstanbul-Astana-Pavlodar uçuş hattını izleyerek, 8 Ekim 2013 Salı sabahı Pavlodar’a geldim. Azerbaycan’ın ünlü şairi Fikret Qoca ile Pavlodar havaalanında karşılaştık. Bizi sıcak bir şekilde karşılayan arkadaşlarla konaklayacağımız otele gittik. Otelde de bu etkinliği düzenleyen komitenin başkanı Cemile hanımın titizliğini burada anmak istiyorum.
Öğlene kadarki istirahat sonrasında şehirde bulunan Etnografya müzesine gittik. Müzedeki görevli memurun güzel sunumuyla Kazakistan tarihini canlı olarak yaşadık adeta. Kazakistan’ın ve özelde de Pavlodar’ın tarihi hakkında görsel olarak bilgiler edindik. O günün akşamında, Eyalet Valisi Sayın Yerlan Arın’ın etkinliğe davet edilen şairler adına verdiği yemeğe katıldık. O akşamdan itibaren benim tercümanlığımı Abdurrahman Demirci üstlendi. Hayli zengin ve çeşitli bir menüye sahip olan yemeğin ana yemeği at etiydi. Kazakistan’da at etinin sadece saygın misafirlere ikram edilen bir yemek olduğunu Abdurrahman beyden öğreniyorum. At eti yemenin ülkemizde yaygın olmadığından hareketle doğrusu ben at etini yeme konusunda tereddüt ettim. Bu tereddüdümü, Abdurrahman bey iştahlı yemesiyle gidermeye çalıştı. Bana at etinin çok lezzetli olduğunu ve mutlaka tadına bakmam gerektiği konusundaki ısrarı sonucunda tam yemeğe ikna olmuştum ki hemen sağımda oturan Fikrat Qoca’nın da yemediğini görünce, ondan cesaret alırcasına, ona neden yemediğini sordum. O da kendisinin at eti yemediğini söyledi ve ardından ekledi: “At, insanın en yakın dostudur, insan hiç dostunu yer mi?” şeklindeki sözüne, Abdurrahman beyin, “Hocam, dostluk başka, alış-veriş başka” şeklinde cevap vermesi son zamanlarda yaşadığım en güzel espriydi. Esprinin verdiği rahatlıkla ilk defa at eti yemeyi orada tecrübe ettim, Abdurrahman beyin dediği gibi gerçekten çok lezzetliydi. Zaten Orta Asya’daki eski atalarımız ve şu anda yaşayan Kazaklar yanılmış olamazdı(!). Kuzu etine alışkın biri olarak, at eti bana biraz sert geldi tabi. At etinin tamamlayıcısının kımız olduğunu belirten Abdurrahman beyin tavsiyesine uyarak kımızın da tadına bakmış oldum. Yılların verdiği alışkanlıkları değiştirmenin ne kadar zor olduğunu burada bir kez daha yaşamış oldum. Özellikle yemekle ilgili olan alışkanlıklar değiştirilmesi en zor olan alışkanlıklar olsa gerek. Yemek sonrasında Eyalet Valisi Yerlan Arın, konuk şairlere ve diğer davetlilere oldukça samimi bir konuşma yaptı. Arın, edebiyata ve özelde şiire ve şairlere verdikleri önemden bahsetti. Vali Arın, bu sözlerini üç gün boyunca yoğun şekilde gerçekleştirilen bütün etkinliklere katılımıyla ispatlamış oldu. Onun konuşmasının ardından katılımcı şairler tanıtıldı ve her şair kısa konuşmalar yaptı. Yaptığım konuşmada sima olarak kazaklara benzediğimi belirterek, yabancılık çekmediğimi söylemem, başta Yerlan Arın olmak üzere salondaki herkesin gülmesine neden oldu. Katıldığım bütün etkinliklerde kazaklara benzerliğim yüzünden katılımcıların samimi ilgisine muhatap olmak benim adıma onur vericiydi. Zaten tanımayanlar beni kazak bir şair sanıyordu, çünkü ben çoğu kazak şairden daha çok kazağa benziyordum.
Pavlodar’da ikinci gün:
Sabah kahvaltı sonrası saat dokuz civarlarında, Kalijan Bekhojin’in heykelinin açılış töreni için şehrin merkezindeki küçük bir meydana gittik. Havanın çok soğuk olmasına rağmen, halktan ve öğrencilerden oluşan oldukça kalabalık denilebilecek bir topluluk vardı. Vali Arın yaptığı kısa bir konuşmanın ardından heykelin açılışını yaptı. Açılıştan sonra, Kalijan Bekhojin’in eşi Zayda Bekhojin hanımefendinin yaptığı konuşma, duygusal olduğu kadar aynı zamanda coşku doluydu.
Törenin ardından Pavlodar Üniversitesine geçildi. Üniversitenin hayli geniş olan konferans salonunda yapılan etkinlikte, protokoldeki bürokratların ve şairlerin konuşmaları üniversite öğrencileri tarafından dikkatlice ve ilgiyle izlendi. Öğle yemeği yemek için, şehrin en büyük camisinin altında bulunan yemekhaneye gidildi. Protokol masasında Eyalet valisinin yanında cami imamının yer alması bizlerin alışık olmadığı bir görüntü olarak hafızamda yerini aldı. Yemek sonrasında da Vali Arın ve Zayda hanımefendinin ve katılımcı şairlerin yaptıkları konuşmaların ardından, ben, Özel Türk Kız Lisesindeki öğrencilere “Şiir ve Matematik” konulu konferans vermek üzere Abdurrahman beyle beraber okula gittik. Oradaki yaptığım konuşma lise öğrencileri tarafından ilgi ve coşkuyla izlendi. Konuşma sonrasında gerçekleştirilen soru-cevap şeklindeki bölüm, şiir ve matematik arasındaki kurduğum bağın, öğrenciler tarafından daha da net anlaşılmasına vesile olduğu kanaatindeyim.
Akşam yemeğinde İrdiş nehrinin kenarında yer alan güzel bir restaurantta idik. Yemek sonrasında Vali Arın, Zayda hanımefendi ve biz şairlerin yaptıkları kısa konuşmaların ardından, Kazakistanlı ses sanatçıların seslendirdikleri türküler ve gösteri sanatçılarının sundukları birbirinden güzel danslar misafirler tarafından büyük bir ilgi ve zevkle izlendi. ( Burada, valiye hediye edilen Kazak milli kıyafeti olan Çapan’ı bana hediye etmesinin beni hayli sevindirdiğini ve aynı zamanda duygulandırdığını belirtmek istiyorum.)
Abdurrahman ve Ali beylerden aldığım bilgilere göre, Pavlodar, İrtiş askeri hatlarının karakolları olarak 18. yüzyılın başlarında ortaya çıkmış bir tarihi şehirmiş. 1720 yılında kazaklar İrtiş müstahkem hattına bir bağlantı olarak bugünkü Pavlodar yerinde Koryakovsky karakolu kurmuşlar. 1861 yılında, yerel tüccarların girişimiyle köy şehir rütbesine yükselmiş ve yeni doğan Prens Paul şerefine Pavlodar adlandırılmış. Şehrin elverişli konumu, iskele bulunması, tuzun endüstriyel üretimi - bütün bunlar kentin hızla büyümesine yol açmış. Şehri iskan eden tüccarlar, yeni bir görünüm vermişler, çok iyi kalitede ahşap evler, kilise ve camiler ortaya çıkmış. Bu binalar hala Pavlodar’ın eski şehir kısmını süslüyor. Şehir statüsü aldıktan yaklaşık 100 yıl sonra, Pavlodar en hızlı büyüme yaşamış. Pavlodar Traktör ve alüminyum tesislerinin inşaatı nedeniyle şehir bir sanayi merkezi haline dönüşmüş. Günümüzde Pavlodar şehri Pavlodar eyaletinin merkezi, Kazakistan’ın başlıca sanayi merkezlerinden biriymiş. 20. yüzyıla gelindiğinde, Pavlodar İrtiş’in en büyük kentlerinden biri haline gelmiş. Pavlodar - modern bir sanayi ve kültür şehri. Modern Pavlodar İrtiş kıyısında 16 km boyunca uzanıyor. İrtiş’in genişçe yeşil sahili var. Pavlodar’ın alanı 267 kilometre kareymiş. Şehrin içindeki caddelerin genişliği ve yoğun trafik dikkati çekiyor. Yaklaşık bir hafta boyunca hiç klakson sesi duymamak ta bana ilginç geliyor.
Pavlodar’da üçüncü gün:
Otelde yapılan kahvaltı sonrasında sabah sekiz civarında, Pavlodar’a yaklaşık 250 km uzaklıkta bulunan Bayanavul şehrine doğru yola çıktık.
Yaklaşık üç saat süren bir yolculuk sonrasında Bayanavul şehrinin dışındaki geniş ovaya kurulmuş bir sahne ve izleyiciler için geniş çadırlarla karşılaşmak beni hayli şaşırttı. Çünkü böyle bir organizasyonu gerçekleştirmek, son derece büyük bir emek ve masraf gerektiren bir çalışmanın sonucudur. Bayanavul şehrinden çok şair ve yazar çıktığını öğreniyorum orada. At sporlarının yapılacağı geniş düzlüğe bakan bu platformun sahnesinde yapılacak olan etkinliklerin açılış konuşmasını Pavlodar Vali Yardımcısı Beyimbet Bayjanov yaptı. Ardından sırayla şairler söz aldılar. Halk ozanlarının söyledikleri türkülerden sonra gösteri sanatçıları yer aldı sahnede. Bir yandan kar atıştırıyordu. Bu kadar soğuk bir günde halkın geniş katılımına şahit olmak doğrusu beni şaşırttı. At yarışlarını izleyen heyetin ve halkın coşkusu görülmeye değerdi doğrusu.
Söz konusu platformun yakınında yer alan otağlar, tarih kitaplarından okuduğum eski Türklerin yaşantılarının gözümde canlanmasını sağladı görür görmez. İçerisi geniş bir odayı andıran bu otağlar, üç masa ve çevresinde oturan sekizer kişiye hizmet edenleri, kopuz çalan sanatçıyı ve sunucuyu da eklersek yaklaşık 30 kişiyi rahatlıkla alıyor. Kalın keçelerden yapılmış otağın içi dışarıdaki soğuğa rağmen insan nefesiyle kolayca ısınıyor. İçinde üşütmeyecek bir soğuk var yine de doğal olarak. Daha çok mahalli yiyeceklerle donatılan masada ana yemek at eti. Masa, çeşit çeşit salatalarla, meyvelerle, kuruyemişlerle,… sofrada yok, yok dedirten şekilde. Soğuktan olsa gerek, kâse içinde sunulan sütlü çay içmek daha çok tercih ediliyor. Bu arada, ‘bir türkün soğukla imtihanını’ başarıyla verdiğimi belirtiyorlar Kazak şair dostlar bana (!).
Pavlodar’da epey kazak şairle tanışmak ve onlarla sohbet etmek benim için çok ufuk açıcı ve keyifli oldu. Qalim Jaylibay, Serik Aksunkaruly, Nesipbek Haituly, Ulugbek Yesdaulet, Temirhan Medetbek, Qulnar Salykbaikyzy ve Baurjan Jakyp adlı şairlerle Türkiye ve Kazakistan şiiri hakkında yaptığımız sohbetler güzeldi.
Pavlodar’da dördüncü gün:
Cuma günü öğlene doğru Cuma namazı kılmak üzere camiye gittik. Şehir coğrafi olarak düz olduğu için çok uzaktan bile görünüyor cami. Modern mimarisiyle ve tatlı yeşil rengiyle hemen dikkati çekiyor. İçi oldukça geniş ve sade olan caminin minberinin mihrabın üstünde olması ilk kez gördüğüm bir tarzdı. Hocanın verdiği kazakça vaazdan tek anladığım kardeşlik bağlarımızı güçlendirmemizin gerekliliği oldu. Cemaatin çoğunlukla gençlerden oluşması dikkat çekiciydi.
Akşam yemeğinden sonra Pavlodar’da yaşayan Türk esnaflarından Erkan Usluadam, Orhan Balcı, Orhan Şahin, İlham Çetkin ve Cem beylerle çay eşliğinde sohbet etmenin keyfini anlatamam. Samimiyetleri doğrusu beni çok duygulandırdı. Güzel ve sağlam dostlukların temelleri atıldığı Pavlodar’dan ayrılmak bu yüzden daha zor oldu benim açımdan. Sabah saat sekizde uçakla başkent Astana’ya geçtim. Beni havaalanında Abdurrahman Demirci’nin öğrenci velisi Davlet Han karşıladı. Ona bir de buradan teşekkürlerimi sunuyorum. Onunla birlikte Astana’nın eski ve yeni yüzünü gezdik akşama kadar. Yaklaşık 700 bin nüfusu varmış Astana’nın. Yeni Astana oldukça modern ve yüksek yapılaşmasıyla dikkatleri çekiyor. Arazinin düz olması yapılanmayı kolaylaştırıyor tabi. Akşam sekizde İstanbul’a hareket edecek olan uçağa binmek üzere havaalanına geliyorum. Türkiye ile Kazakistan arasında üç saat farkın avantajını yaşıyorum bu kez. Beş saat süren yolculuk sonunda normalde gece ikide inmem gerekirken gece 11 de iniyorum İstanbul’a bu sayede.
Türkî cumhuriyetlerle birlikte oluşturulan Turksoy adlı kuruluşun başkanı Fırat Pürtaş’a, Turksoy Kazakistan Müdürü Askar Turganbayev’e ve Avrasya Yazarlar Birliği başkanı Yakup Ömeroğlu’na bu yazı vesilesiyle tekrar teşekkürlerimi sunuyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.