- 1507 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
TÜRK DEYİPTE GEÇME TANI
Türk Adı ve Türk Soyu En eski ve köklü kavimlerden biri olan Türkler aşağı yukarı 4 bin yıllık mazileri boyunca, Asya, Avrupa ve Afrika kıt‘alarına yayılmış bir millettir.
Orta Asya’daki Anayurttan etrafa yaptıkları sürekli göç hareketleri Türkler’in aynı zamanda nüfusça kalabalık olduğunu da gösterir.
Türkler bu nüfus çokluğu ve faal durumları dolayısıyla dünya tarihinde mühim rol oynamışlardır.
“Türk” Adı:Türkler’in eski bir millet oluşu araştırıcıları Türk adını en eski tarih kaynaklarında aramağa sevketmiştir.
Geçen asırdan beri birçok bilgin tarafından ileri sürülen görüşlere göre, Heredotos’un doğu kavimleri arasında zikrettiği Targitalar, veya “İskit” topraklarında oturdukları söylenen “Tyrakae” (Yurkae) veya Tevrat’ta adları geçen Togharmanlar, veya eski Hind kaynaklarında tesadüf edilen Turukhalar (veya Turuşka), veya Thraklar, veya eski ön Asya çivi yazılı metinlerde görülen Turukkular, veya Çin kaynaklarında M.Ö., 1. bin içinde rol oynadıkları belirtilen Tikler ( veya Di) ve hatta Troialılar vb. bizzat “Türk” adını taşıyan Türk kavimleri oldukları kuvvetle muhtemeldir.
İslâm kaynaklarında teferruatlı şekilde nakledilen İran menşeli Zend-Avesta rivayetleri ile, İsrail menşeli Tevrat rivayetlerinde de “Türk” adı aranmış Nuh’un torunu (Yafes’in oğlu) Türk’de, veya İran rivayetindeki Feridun (Thraetaona)’un oğlu Tûrac veya Tûr (Tûran, buradan geliyor) da Türk adını taşıyan ilk kavim olarak gösterilmek istenmiştir.
Tevrat rivayetlerinde Nuh tufanından sonra Nuh peygamber dünyayı üç oğlu arasında pay etmiştir. Yafes’e Orta Asya ve Çin ülkeleri düşmüş, Yafes ölürken tahtını sekiz oğlundan biri olan “Türk”e bırakmıştır.
Türk kelimesinin yazılı olarak kullanılması ilk defa MÖ 1328 yılında Çin tarihine “Tu-Kiu” şeklinde görülmektedir.
Türk adının tarih sahnesine çıkışı MS. VI. yy’da kurulan Gök-Türk Devleti ile olmuştur. Orhun kitabelerinde yer alan “Türk” adı daha çok “Türük” şeklinde gösterilmektedir. Bundan dolayı Türk kelimesini Türk Devleti’nin ilk defa resmî olarak kullanan siyasî teşekkülün GÖK-TÜRK İmparatorluğu olduğu bilinmektedir.
Gök-Türkler’in ilk dönemlerinde Türk sözü bir devlet adı olarak kullanılmışken, sonradan Türk milleti’ni ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır.
MS.585 yılında Çin İmparatoru’nun GÖK-TÜRK Kağanı İşbara’ya yazdığı mektupta “Büyük Türk Kağanı” diye hitap etmesi, İşbara Kağan’ın ise Çin imparatoruna verdiği cevabî mektupta “Türk Devleti’nin Tanrı Tarafından Kuruluşundan Bu yana 50 Yıl Geçti” hitapları Türk adını resmîleştirmiştir.
Gök- Türk yazıtlarında Türk sözü daha çok “Türk Budun” şeklinde geçmektedir.Türk Budun’un ise Türk Milleti olduğu bilinmektedir.Dolayısıyla Türk adı bu dönemlerde bir topluluğun veya kavmin isminden ziyade, siyasî bir mensubiyeti belirleyen bir kelime olarak görülmektedir.Yani Türk soyuna mensup olan bütün boyları ve toplulukları ifade etmek üzeri millî bir isim haline gelmiştir.Türk Kelimesinin Anlamı Türk adına gerek kaynaklarda, gerek araştırmalarda türlü mânalar verilmiştir:
T’u-küe (Türk) = miğfer (Çin kaynakları); (Türk) = terk (İslam kaynakları); Türk = olgunluk çağı; Takye = deniz kıyısında oturan adam, cezb etmek vb. gibi mânalar ve tefsirler. Geçen asırda A. Vambery’nin ilmî izaha doğru ilk adım kabul edilen fikrine göre, “Türk” kelimesi “türemek”den çıkmıştır. Z. Gökalp adı “türeli” (kanun ve nizâm sahibi) diye açıklamıştır. W. Barthold’un düşuncesi de buna yakındır. Fakat “Türk” sözünün cins ismi olarak “güç-kuvvet” (sıfat hâli ile: güçlü-kuvvetli) manasında olduğu bir Türkçe vesikadan anlaşılmıştır. Buradaki “Türk” kelimesinin millet adı olan “Türk” sözü ile aynı olduğu A. V. Le Coq tarafından ileri sürülmüş ve bu, Gök-Türk kitabelerinin çözücüsü V. Thomsen tarafından da kabul edilmiş (1922), daha sonra aynı husus Nemeth’in tetkikleri ile tamamen ispat edilmiştir.
İran kaynaklarında Türk sözü “Güzel İnsan” karışlığında kullanılırken, XI. Yy’da Kaşgarlı Mahmut “Türk adının Türkler’e Tanrı tarafından verildiğini” belirterek, “Gençlik, kuvvet, kudret ve olgunluk çağı”demek olduğunu bir kez daha belirtmiştir. Tarihçiler ise Türk kelimesinin “Güçlü- kuvvetli” anlamına geldiğini kabul etmektedirler.
TÜRK= güçlü-kuvvetli,
İYE=sahip,
CUMHUR=halk!
TÜRİYE CUMHURİYETİ;
Güçlü,Kuvvetli,
Sahip,
Halk Sahip!
RUKİYE:
RUK=sağdan sola okununca KUR ,
İYE=sahip
TAM BAĞIMSIZ ,
LAİK VE ÜNİTER BİR HUKUK DEVLETİ OLARAK KURULAN
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NE SAHİP ÇIK!
T A M B A Ğ I M S I Z, L A İ K V E Ü N İ T E R
B İ R H U K U K D E V L E T İ D İ R
T Ü R K İ Y E
U
Y
G
C U M H U R İ Y E T İ
Millet İsmi Olarak “Türk” kelimesini Türk Devleti’nin resmî adı olarak ilk kullanan siyâsî teşekkül “Gök-Türk imparatorluğudur (552-774). Bütün bunlar, “Türk” adının aslında belirli bir topluluğa mahsus “etnik” bir isim olmayıp, siyasî bir ad (bütün Türk soylu halkları kucaklayan üst kimlik olarak) olduğunu ortaya koymaktadır. Gök-Türk Hakanlığı’nın kuruluşundan itibaren önce bu devletin, daha sonra bu imparatorluğa bağlı, kendi hususî adları ile de anılan, diğer Türk’lerin ortak adı olmuş ve zamanla Türk soyuna mensup bütün toplulukları ifade etmek üzere millî bir ad payesine yükselmiştir.Türk Kelimesinin Coğrafi Ad Olarak Kullanılması Coğrafî ad olarak Turkhia (= Türkiye) tabirine ilk defa Bizans kaynaklarında tesadüf edilmektedir. VI. asırda bu tabir Orta Asya için kullanılıyordu. 9-10. asırlarda Volga’dan Orta Avrupa’ya kadar olan sahaya bu ad verilmekte idi (Doğu Türkiye = Hazarlar’ın ülkesi, Batı Türkiye = Macar ülkesi). 13. asırda Kölemen Devleti zamanında Mısır ve Suriye’ye “Türkiye” deniliyordu. Anadolu ise 12. asırdan itibaren “Türkiye” olarak tanınmıştır.Türk Soyu, Türk Irkının Özellikleri:Tarihte Türk ırkı hakkında yapılan tanımlamalar oldukça karışıktır. Gerek Çin yıllıklarında, gerek Latin ve Grek kaynaklarında Türkler daha çok Moğol tipinde tasvir edilmişlerdir. Eski çağlarda Türklerin “mongoloid” gösterilmeleri, o zamanın Türk devletlerinde Moğol unsurunun çokluğu ile açıklanabilir. Türkler’in tarih boyunca en sıkı temasları, yakın komşuları olan Moğollar’la olmuş, kalabalık Moğol kütleleri Türk idaresine alınmış (Asya Hunları’nda, Tabgaçlar’da olduğu gibi) ve on binlerce Moğol, Türkler’le birlikte uzun göçlere katılmıştır (Batı Hunları’nda olduğu gibi).Ayrıca sıkı temasların mümkün kıldığı bazı ırkî karışmalar da düşünülürse, yabancıların dıştan yaptıkları gözlemlerine hayret etmemek gerekecektir. Aslında son yarım asır içinde yapılan ilmî araştırmalar Türkler’in beyaz ırka mensup bulunduklarını ortaya koymuş ve yeryüzünde mevcut üç büyük ırk grubundan “Europid” adı verilen grubun “Turanid” tipine bağlı olan Türkler’in kendilerini başta “Mongoloid” Moğollar olmak üzere diğer topluluklardan ayıran antropolojik cizgilere sahip oldukları anlaşılmıştır (hakim vasfı beyaz renk, düz burun, değirmi çehre, hafif dalgalı saç, orta gürlükte sakal ve bıyık).Ayrıca, bilindiği üzere Tevrat’ta nakledilen eski ananelerde ve Türk soyu (Hâm ve Sâm’dan değil, Yafes’den türemiş olarak) beyaz ırktan gösterilmiştir. Turan tipine örnek olan Orta Asya, Maveraünnehir ve diğer Yakın-Doğu Türkleri beyaz tenli, koyu parlak gözlü, değirmi yüzlü (“ay yüzlü, badem gözlü”), endamlı, sağlam yapılı erkek ve kadınları ile (Gök-Türk Prensi Kül Tegin’in büstü) Ortaçağ kaynaklarında güzelliğe misal olarak gösterilmiş, hatta İran edebiyatında “Türk” sözü “güzel insan” manasında alınmıştır.Türklerde kadının yeri ve önemi:Eski Türk toplumlarında aile en önemli sosyal birlik olduğundan, ailenin temelini teşkil eden kadın, Türk destanlarında ve Türk felsefesinde öyle yüce bir mertebeye kurulmuştur ki kadını öylesine yüce bir varlık haline getiren töreye ve kültüre hayran olmamanın imkanı yoktur. Kadın, erkeğin biricik yoldaşı ve çocuklarının anası olmak gibi önemli bir vazifeyle görevlendirilmiştir. Daha da önemlisi Türk Milleti’nin tek bereket kaynağıdır. Kendisine verilen bir takım haklardan dolayı hanların, hakanların, cengaverlerin önünde saygıyla eğildikleri bir şeref abidesidir.Türk destanlarında kadın ilahi bir varlık konumuna gelmiştir. Öyle ki erişilip dokunulması, koklanması, kısaca beş duyuyla algılanmasının imkanı yoktur. Yaratılış Destanı’nda, Allah’a insanları ve dünyayı yaratması için fikir ve ilham veren "Ak Ana" adında bir kadındır. Oğuz Kağan’ın ilk karısı, karanlığı yararak, gökten inen mavi bir ışıktan, ikinci karısı ise kutsal bir ağaçtan doğmuş insanüstü varlıklardır. Yakutlar’da "Ak Oğlan" ağacın içinden çıkan nurlu bir kadın tarafından emzirilmiştir. İlk Türk yazıtlarından olan Bilge Kağan kitabesinde Kağan: "Sizler anam hatun, büyük annelerim, hala ve teyzelerim, prenseslerim..." hitabıyla söze başlar.En eski Türk inancına göre, "Han ile Hatun" gök ile yerin evlatlarıdır. Kadın burada yedinci kat göktedir. Kadına, böylesine bir kutsallık veren törede kadının dövülmesinin, horlanmasının imkanı yoktur. Zaten Türk kültüründe ve destanlarında böyle bir durum göze çarpmamaktadır. Türk destanlarında kadın erkeğin daima yanındadır. Onların güç ve ilham kaynağıdır.Dede Korkut hikayelerinden olan "Deli Dumrul"da, Dumrul canının yerine can bulma çabasına girince bunu kadınından bulmuş, kadın ona hiç çekinmeden canını vereceğini söylemiştir. Yine Türk kültüründe destan kahramanları iyi ata binen, iyi kılıç kullanan, iyi savaşan kadınlarla evlenmek istemektedir. Nitekim, Dede Korkut’taki Bamsı Beyrek hikayesinde yer alan "Banu Çiçek" bunun en güzel misalidir.Kırgızların Manas Destanı’nda kadın, evin namusunun koruyucusudur. Kazaklar’da kadına verilen değer şu atasözüyle ne güzel anlatılmıştır: "Birinci zenginlik sağlık, ikinci zenginlik ise kadındır."Tüm Türk destanlarında sarsılmaz bir saygı, sevgi ve sadakat vardır. Gerdeğe girdiği gün murad alıp vermeden yalnız kalan kadın kocası ölünceye kadar onu bekleyeceğine ve üzerine bir erkek sinek bile kondurmayacağına and içerdi. Kadınların savaşta düşmanın eline geçmesi büyük bir zillet sayılırdı. Oğuz Kağan Destanı’nda ırza tecavüz edenlerin öldürüldüğü veya gözlerine mil çekildiği ifade edilmektedir.İranlı bir tarihçi olan Gerdizi de "Malumdur ki Türk kadınları çok iffetlidirler." derken Türk kadınının ahlaki temizliğini övmektedir. Bu övgü boşuna değildir. Nitekim kadın adları arasında temiz, faziletli manasına gelen "Hun, Sabir, Arig, Arık, Uygur Silink, Kazan Silu" gibi adların bulunması sebepsiz değildir. Aynı şekilde İbni Batuta Şehnamesi’nde Kırım’daki hatıralarını anlatırken söyle demektedir. "Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki o da Türkler’in kadınlarına gösterdiği hürmetti. Burada kadınların kıymeti ve derecesi erkeklerinden daha üstündür."İslamiyet öncesi Türk toplumlarında kadınsız bir iş görülmezdi. Kadın erkeğin tamamlayıcısıydı. O sürekli erkeğin yanındaydı. Hakanın buyrukları yalnız "Hakan buyuruyor ki" ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul edilmezdi. Yabancı devletlerin elçilerinin kabulünde hatun da hakanla beraber olurdu. Tören ve şölenlerde kadın, hakanın solunda oturur siyasi ve idari konumlardaki görüşlerini beyan ederdi. Mesela büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Mete Han’ın hatunu imzalamıştır.Ebul Gazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime’de, Oğuz ilinde, yedi kızın uzun yıllar beylik yaptığını anlatmakta ve bu kızların isimlerini şöyle sıralamaktadır: "Boyu Uzun Burla, Barçın, Salur, Şabatı Hatun, Künin Körkli, Kerçe Buladı, Kuğatlı Hanım."Türk kadını, diğer toplumlarda olduğu gibi baskı altında tutulmuyor, aşağılanmıyordu. Kadının yüceliği Altay Dağları’nın en yüksek tepesine "Kadınbaşı" ismi verilerek, sanki çağlar sonrasına bir mesaj gibidir.İslam öncesi Türk topluluklarında kadına böyle bir bakış açısı var iken, Türk toplumu dışında kalan milletlerde kadının durumu acınacak bir haldedir.Cahiliye devri Araplarında, kadının kocası yanındaki değeri, alınıp satılan bir maldan farksızdır. Arap erkeği adet zamanında kadınla bir arada oturmaz, onunla yiyip içmezdi. Aynı dönemde yine burada kadının miras hakkı yoktu. Oysa, Türk kadını miras hakkına sahiptir. Mesela; Yakutlar’da kadının kendine ait mülkü mevcuttur. Buna "and" veya "nemse" adı verilir. Kadının bunu istediği gibi kullanma hakkı vardır. Ölen bir kocanın karısı var ise; bunun mirastan iki hali olur.1. Kocanın oğlu veya kızı, oğlunun oğlu veya kızı ile beraber bulunuyorsa sekizde bir, 2. Bunlardan hiç biri kadının yanında değilse dörtte bir miras alırdı.Aynı dönemlerde kadınların diğer toplumlardaki durumunu incelemeye devam edelim. İngiltere’de XI. asra kadar kocalar karılarını satabilirdi. Hıristiyanlar ise; kadına şeytan gözüyle bakmışlardır. Yine İngiltere’de kadın "murdar" bir varlık sayıldığı için İncil’e el süremiyordu. Kadınlar İncil’i okuma hakkına Hanry devrinde (1509-1547) sahip olmuşlardır. İngiliz piskoposu Dour’un 1888 yılında Westminster Kilise’sinde vaaz verirken söyledikleri tüyler ürperticidir.."Bundan yüz sene öncesine kadar kadın erkeğin sofrasına oturma hakkına sahip olmadığı gibi sorulmadan söze başlaması da caiz değildi. Kocası başının ucuna kocaman bir sopa asardı ve karısı ne zaman emrini tutmazsa onu kullanırdı. Kadının sözü kızlarına geçmezdi. Erkek çocuklar ise; analarına ev içinde bir hizmetçi kadından fazla paye vermezlerdi."Çin’de ise, boşanma hakkı sadece erkeğe mahsustu. Kadının böyle bir hakkı yoktu. Oysa Türk kadını tüm bu haklara sahipti. "Koca karısını, kadında kocasını boşayabilirdi. Koca karısının getirdiği çeyizinin bedelini verirken, kadın para vermek veya mihrinden vazgeçmek suretiyle kocasından boşanabilirdi."Budizm’in kurucusu Buda ise; ilk başlarda kadınları dinine kabul etmemiştir. Eski Türk kadını, Roma kadınından da fazla haklara sahipti. Roma hukukunda kadın, kendi malına hükmedemezdi, vasiyet yapamazdı. Roma hukuku kadını ergin kabul etmiyordu. Onu noksan akıllı sayıyordu. Romalı kadın Jüstinyen devrine kadar tam bir esir hayatı yaşamıştır. Roma’da dul kadının evlenmesi suç sayılıyordu. Yine Çin’de yeni doğan çocuk, erkekse pahalı kumaşlara, kız ise bez parçalarına sarılırdı. İran’da kendilerine eş olan kızlar günahkar sayılmışlardır. İran’da kanları bozmamak için yakın akrabalarla evlilik uygun görülmüştür. Bu sebepten anaları ve kızkardeşleriyle evlenenler ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde Cahiliye Araplarının kız çocuklarını diri diri gömmeleri acı bir gerçektir. Kız çocuğa sahip olmak şerefsizlik sayılmıştır.İşte bu dönemlerde, Türk kızları ve kadınları, toplumun şerefli bir ferdi olarak itibar görmüşlerdir. Türk kadınının böyle ihtişam içinde ve saygı görerek yaşaması Türk karakter ve kültürünün yüksek değerini ifade ederMaddeler halinde özetlersek 1) Türklerin en eski destanlarından biri olan Yaratılış Destanı’ ın da Yaratan ilham veren Ak Ana adında ki kadındır. 2) Oğuz Kağan Atamızın kutlu eşlerinden biri mavi bir ışıktan,diğeri kutsal bir ağaçtan doğmuş olağanüstü kadınlardır.3) Bilge Kağan kitabesinde Kağan Sizler Anam Katun,Büyük Annelerim,Hala ve Teyzelerim,Prenseslerim... sözleri ile hitabına başlar.4) Eski Türk inancına göre Han ile Katun gök ve yerin evlatlarıdır.Kadının yeri yedinci kat göktür. 5) Eski Türk destanlarında kadın erkeğinin her daim yanındadır.Kadın erkeğinin güç ve ilham kaynağı kabul edilirdi.6) Türk kültüründe destan kahramanları iyi ata binen,iyi savaşan,iyi kılıç kullanan kadınlarla evlenmek istemektedirler.Örnek olarak Korkut Ata’ ın Bamsı Beyrek hikayesindeki Banu Çiçek Katun verebiliriz.7) Eski bir Türk atasözü; Birinci zenginlik sağlık,ikinci zenginlik iyi bir kadın.8) Savaşta kadınların düşman eline geçmesi büyük bir utanç sayılırdı.9) Oğuz Kağan destanından öğrendiğimize göre ırza tecavüzün cezası ölüm veya gözlere mil çekilmesiydi.Arap gezgini Ahmed bin Fadlan,Türklerin tecavüz suçlusunun bacaklarından çapraz bağlanmış iki ağaca bağladığını ve ipin kesilmesi sureti ile bacakların ayrıldığını hatıralarında belirtir.10. ) Yine Arap gezgini olan İbn Batuta şöyle der "Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki o da Türkler’in kadınlarına gösterdiği hürmetti. Burada kadınların kıymeti ve derecesi erkeklerinden daha üstündür." 11) Kağanın buyrukları yalnız "Kağan buyuruyor ki" ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul edilmezdi. 12) Yabancı devletlerin elçilerinin kabulünde hatun da hakanla beraber olurdu. Tören ve şölenlerde kadın, hakanın solunda oturur siyasi ve idari konumlardaki görüşlerini beyan ederdi. Mesela büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Tanrıkut Mete Han’ın Katunu imzalamıştır. 13) Ebul Gazi Bahadır Han, Secere-i Terakime’de, Oğuz ilinde, yedi kızın uzun yıllar beylik yaptığını anlatmaktadır. 14) Kadının yüceliği Altay Dağları’nın en yüksek tepesine "Kadınbaşı" ismi verilerek yaşatılmıştır. 15) Eski Türklerde kadın miras hakkına sahipti. Kadının kendine ait mülkü mevcuttu. Kadının bunu istediği gibi kullanma hakkı vardı. 1) Eski Türklerde koca karısını boşayabildiği gibi,kadında kocasını boşayabilirdi.Şimdi de diğer toplumların kadına bakışına bir göz atalım.
1) İngiltere’de XI. asra kadar kocalar karılarını satabilirdi. Hıristiyanlar ise; kadına şeytan gözüyle bakmışlardır. Yine İngiltere’de kadın "murdar" bir varlık sayıldığı için İncil’e el süremiyordu. Kadınlar İncil’i okuma hakkına Hanry devrinde (1509-1547) sahip olmuşlardır. 2) İngiliz piskoposu Dour’un 1888 yılında Westminster Kilise’sinde vaaz verirken söyledikleri ;
"Bundan yüz sene öncesine kadar kadın erkeğin sofrasına oturma hakkına sahip olmadığı gibi sorulmadan söze başlaması da caiz değildi.Kocası başının ucuna kocaman bir
sopa asardı ve karısı ne zaman emrini tutmazsa onu kullanırdı. Erkek çocuklar ise; analarına ev içinde bir hizmetçi kadından fazla paye vermezlerdi." 3) Çin’de , boşanma hakkı sadece erkeğe mahsustu. 4) Budizm’in kurucusu Buda ise; ilk başlarda kadınları dinine kabul etmemiştir. 5) Roma hukukunda kadın, kendi malına hükmedemezdi, vasiyet yapamazdı. Roma hukuku kadını ergin kabul etmiyordu. Onu noksan akıllı sayıyordu. Roma’da dul kadının evlenmesi suç sayılıyordu.6.) Çin’de yeni doğan çocuk, erkekse pahalı kumaşlara, kız ise bez parçalarına sarılırdı. 7. ) İran’da kanları bozmamak için yakın akrabalarla evlilik uygun görülmüştür. Bu sebepten anaları ve kız kardeşleriyle evlenenler ortaya çıkmıştır. ( Özellikle Mazdeizm’ in popüler olduğu dönemde.)
8. ) Cahiliye Araplarının kız çocuklarını diri diri gömmeleri bir gerçektir. Kız çocuğa sahip olmak onursuzluk sayılmıştır.
Türklerin İlk Dini Tek Tengri (Tek Tanrı)
Atalarımızın inancı, Gök Tanrı = Kök Tengri inancıdır. Eski Türkçe’de Tanrı sözcüğü Tengri biçiminde söylenirdi. Eskiden Kök
olarak söylenen gök sözcüğü ise Eski Türkçe’de ulu, yüce, kutsal demekti. İşte Kök Tengri/Gök Tanrı deyiminde geçen kök/gök sözünün taşıdığı anlam ulu, yüce, kutsal’dır. Buna bağlı olarak da, Kök Tengri/Gök Tanrı deyimi Ulu Tanrı, Yüce Tanrı anlamlarına gelir. Tanrı asözcüğü, bütün Türk şive ve lehçelerinde ortak olarak vardır. Türkçe’nin temel sözcüklerindendir. En aşağı 2500 yıllık bir geçmişi olan öz Türkçe Tanrı kelimesi, Moğolca ile birlikte kimi Asya dillerine de yerleşmiştir.Söz konusu olan tek bir yaratıcı Tanrı ve bu tek Tanrı’ya yapılan saygı dolu bir sesleniştir.Fakat günümüzde Türk inancı genel olarak araştırmacılar ve bilimciler tarafından “Şamanizm” olarak adlandırılmaktadır. Yabancı kökenli “izm” ekiyle “Şamanizm” kelimesi, hem bu inanca mensup olan halkların diline hem de bu inancın mantığına ve felsefesine ters düşmektedir.Şaman, inanç önderinin adı olduğuna göre, din görevlisini merkez alan bu adlandırma, bu inancın özüne aykırıdır. Daha çok din görevlisi yani rahip merkezli dinlerin etki alanından gelen ya da bu dinlere mensup kişiler tarafından incelenen Gök Tanrı İnancı, kendi özüne ve işleyişine aykırı bir adlandırmaya maruz kalmıştır."Tanrı, Eski Türklerde manevi tek büyük kudret idi. Bizanslı tarihçi Simokattes, Göktürklerin yir-sub’lara (yer-su’lar; ırmak, dağ, orman vb doğa varlıkları) saygı gösterdiklerini ama yalnızca yerin göğün yaratıcısı bildikleri tek bir Tanrı’ya taptıklarını
bildirmektedir. 790 yıllarında Tiflis’li St. Abo, Hazar Türkleri’nin tek bir yaratıcı Tanrı tanıdıklarını söylemiştir. Yine Hazar İmparatorluğu’nun kağanı, Hıristiyanların teslis’e (Tanrı’yı üçleme) inanmalarına karşın kendilerinin tek bir Tanrı’ya inandıklarını kaydetmiştirTektir, eşi ve benzeri yoktur. Yaratıcıdır; bilinen ve bilinmeyen her şeyi O yaratmıştır. Savaşlarda Tanrı’nın iradesi ile zafere ulaşılır.Buyurur, iradesine uymayanları cezalandırır. İnsanlara kut ve ülüg (kısmet) bağışlar ama bunları layık olmayanlardan geri alır.Canlılara yaşam verir. Ölüm onun iradesine bağlıdır.Varlıklara yaşam verdiği gibi, dilediğinde de onu geri alır.Göktürklerden kalan Orhun Anıtları’na göre Tanrı, evrenin ilk nedenidir, yani yaratıcısıdır. Göktürklerin bir kağanlık kurması O’nun isteği ile olmuş, Türk milletine kağanını O vermiştir. Yani, yazıtlara göre Tanrı, Türk milletinin yaşamı ile yakından ilgilenmektedir.Arap gezgin İbn Fadlan’ın anlatığına göre o sıralarda İslam’a henüz girmiş olan Oğuz Türkleri herhangi bir zorluk veya sevmediği bir durumla karşılaşsa başlarını yukarı kaldırıp -Ey Allah’ım der gibi- “Bir Tengri.” derlermiş. İlginçtir ki aynı gelenek bugün de sürmektedir. Bugün de Türkler haksızlığa uğradıklarında benzer biçimde, "Yukarıda Allah Var" derler.Türkler Dua ederken de : "Tengri Türk budunu koldasıng." (Tanrı Türk soyunu korusun.) demişlerdir.Başta Kaşgarlı Mahmud olmak üzere İslami dönemin tüm yazarları Allah kasdıyla “Tengri” ismini kullandıkları gibi bütün kaynaklarda her işe; söze kutlu bir nitelik kazandırmak kasdıyla ilk önce “Ulu Tengri’nin adı” anıldıktan sonra başlanması gerektiğini bildirmişlerdir. Tek Tanrı inançına sahip Türkler , Ölümden sonra iyi insanların mükafat olarak gideceği yer olarak eski değimiyle Uçmağ (Uçmak, Ocmah, Uçmah) olarakda söylenir , bugünkü deyimiyle cennet’e inanırlardı.Uçmağ’ın Yeşilliklerle ve nimetlerle dolu olduğuna ve iyi insanların gideceği güzel bir dünya veya mekan olduğuna inanılırdı.Yunus Emre’nin dizelerinde sık sık rastlanırdı : Tutulmadı Yunus canı, geçti Tamu’dan, Uçmak’tan Yola düşüp Dost’a gider, ol aslına uyakmağa Cehennem ise Tamag derlerdi.Öldükten sonra suçluların cezalandırılmak üzere gittiği yer olduğuna inanılırdı. Tek Tengri (Tek Tanrı) İnancına sahip Türkler , kadınlı ve erkekli olarak aynı nehirde yıkanır ama birbirlerine yan gözle bakmazlardı.Yani islamiyetten önceki Türkler , Araplar gibi puta , ateş’e tapmamış , sapkınlığa düşmemiş ve İslamiyetten önce bile İslam ahlâkına yakın güzel ahlâklı bir yaşam sürmüşlerdir.Arapların Gözünden Yaradanın İsimleri-Sıfatları;Seyyid Muhammed Hakkı, Sırlar Hazinesi adlı eserinde şöyle diyor:“Bil ki Allahü Teâlâ’nın üç bin ismi vardır. Bin ismini sadece meleklere öğretmiştir, başkasına değil. Bin ismini de yalnız peygamberlere öğretmiştir. Üç yüz ismi Tevrat’ta, üç yüz ismi İncil’de, üç yüz ismi Zebur’da, doksan dokuz ismi de Kur’an-ı Kerim’de mevcuttur. Bir ismini de Cenâb-ı Hak kendine seçip ayırmıştır. Bahsedilen üç bin ismin mânası şu üç isimde toplanmıştır: BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM (Allah - Rahman - Rahim) kim bunu öğrenir ve söylerse, Allah’ın bütün isimlerini anmış gibi olur.” (Sırlar Hazinesi, s.318, Celal Yıldırım tercümesi, İstanbul 1977) ( Ruh”ul-Beyan Tefsiri – cilt: 1, sayfa: 8 ) Gerek özel ismi, gerek şahıs ismi olan "Allah" yüce ismi ile Allah’tan başka hiçbir ilâh anılmamıştır. ”… Hiç sen Allah’ın ismini taşıyan başka birini bilir misin?” (Meryem suresi/65) âyetinde de görüldüğü gibi, onun adaşı yoktur. Bundan dolayı Allah isminin ikili ve çoğulu da yoktur. O halde ancak isimlerinin birden çok olması caizdir. Hatta özel ismi bile birden çok olabilir ve değişik dillerde yüce Allah’ın ayrı ayrı özel isminin bulunması mümkündür. Ve İslam’a göre caizdir. . Büyük âlimlerden İmam Şarani bu konu da “Tabakatü’l Kübra” isimili eserinin 3. cild, 1053’ncü sayfasında şöyle buyurlaktadır: “İsm-i zât birdir, iki olmaz… Ama her dildeki tabiri başkadır” Elbette “ Esmaül Hüsna “ Allah (CC)’ın en güzel isimleridir. Ama Kur’an’da “ Güzel isimlerin hepsi Allah’ındır ...” ( A’raf suresi 180 ) diyen ve bütün isim ve dilleri yaratan bizzat Allah değil midir? Rum suresi 22. ayete göre insanların dillerinin ayrı ayrı olması Allah’ın varlığını, gücünü gösteren ayetleridir-delilleridir. Hangi dil ile olursa olsun Allah’ın yaratmış olduğu çeşitli dillere ait değişik sözcüklerle Allah’a hitap etmekte bir sakınca yoktur. Bununla beraber, Allah sözcüğü, yaratıcımızın en güzel ismi ve özel adıdır; en yaygın dillerde bile Allah ismine eşanlamlı bir isim bilmiyoruz.Bu konuda Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Fatiha suresinin tefsirinde aşağıdaki bilgilere yer verir:“Gerek özel ismi, gerek şahıs ismi olan "Allah" yüce ismi ile Allah’tan başka hiçbir ilâh anılmamıştır. "Sen O’nun bir adaşı olduğunu biliyor musun?" (Meryem, 19/65) âyetinde de görüldüğü gibi, onun adaşı yoktur. Bundan dolayı Allah isminin ikili ve çoğulu da yoktur. O halde ancak isimlerinin birden çok olması caizdir. Hatta özel ismi bile birden çok olabilir ve değişik dillerde yüce Allah’ın ayrı ayrı özel isminin bulunması mümkündür. Ve İslam’a göre caizdir. Bununla beraber, meşhur dillerde buna eşanlamlı bir isim bilmiyoruz. Mesela Tanrı, Hudâ (Farsça) isimleri "Allah" gibi birer özel isim değildir. İlâh, Rab, Mabud gibi genel anlam ifade eden isimlerdir. Hudâ, Rab demek olmayıp da "Hud’ay" kelimesinin kısaltılmışı ve "vâcibu’l-vücûd = mutlak var olan" demek olsa yine özel isim değildir. Arapça’da "ilâh"ın çoğulunda (âlihe); "rabb"in çoğulunda (erbâb) denildiği gibi Farsça’da "hudâ"nın çoğulunda "hudâyân" ve dilimizdetanrılar, ma’bûdlar, ilâhlar, rablar denilir. Çünkü bunlar hem gerçek, hem de gerçek olmayan ilâhlar için kullanılır. Halbuki "Allahlar" denilmemiştir ve denemez. Böyle bir kelime işitirsek, söyleyenin cahil olduğuna veya gafil olduğuna yorarız.” (E.M.Hamdi Yazır) ALLAH, kendisine ibadet edilen yüce varlığın özel ismidir. Özel isimler diğer dillere tercüme edilemezler. Hatta Arapça olan bir başka kelimenin onun yerini tutması da mümkün değildir. Bu sebeple bilginler ister Arapça olsun, ister diğer herhangi bir dilden olsun, başka bir kelimenin "Allah" isminin yerini tutamayacağı konusunda fikir birliği içindedirler. Ancak Kur’an’da, Allah kelimesinin işaret ettiği zât için ilâh, mevlâ, rab gibi isimler de kullanılmıştır. Bu sebeple Farsça’daki Hüda ve Yezdân, Türkçe’deki Tanrı ve Çalab... gibi isimler her ne kadar Allah özel isminin yerine geçmezse de ilâh, mevlâ, rab gibi âyet ve hadislerde geçen Allah’ın diğer isimlerinin yerine kullanılabilir.Eski Türkçe’mizde yeri göğü, her şeyi yoktan var eden Allah’ın adı yerine kullanılan “Gök Tanrı” sözcüğü de Türkçe’de özel isim olarak kullanılmıştır. “Gök” sözcüğü eski Türkçede ulu, yüce, büyük anlamlarına gelirdi. Türklerdeki mevcut inanç tek Tanrı inancıydı. Gerek Gök Türk kitabelerinde gerekse eski metinlerimizde “tanrılar” diye bir çoğul sözcüğün kullanıldığı hiç görülmemiştir.Nahiv âlimi tefsirci Endülüslü Ebu Hayyan diyor ki: Bilginlerin çoğuna göre; "yüce ismi hemen söylenmiş bir sözdür ve türememiştir. Yani ilk kullanıldığında yüce Allah’ın özel ismidir . İmam Fahreddin Râzî de "Bizim seçtiğimiz görüş şudur: Allah kelimesi yüce Allah’ın özel ismidir ve aslında başka bir kelimeden türememiştir. İmam Halil b. Ahmed ve Sibeveyh, usul alimleri ve İslam hukukçularının hepsi bu görüştedirler." diyor.Özetle "ALLAH"ismi türemiş veya başka bir dilden Arapça’ya nakledilmiş değildir. Başlangıçtan itibaren özel bir isim olarak kullanılmıştır. Ve yüce Allah’ın zatı bütün isimler ve vasıflardan önce bulunduğu gibi "ALLAH" ismi de öyledir. Allah ismi ulûhiyyet (ilâhlık) vasfından değil, ilâhlık ve mabudiyet (tapılmaya layık olma) vasfı ondan alınmıştır. Allah, ibadet edilen zat olduğu için Allah değil, Allah olduğu için kendisine ibadet edilir.Onun "Allah"lığı tapılmaya ve kulluk edilmeye layık olması kendiliğindendir. İnsan puta tapar, ateşe tapar, güneşe tapar, kahramanlara, zorbalara veya bazı sevdiği şeylere tapar, taptığı zaman onlar ilâh, mabud (kendisine tapılan) olurlar, daha sonra bunlardan cayar, tanımaz olur, o zaman onlar da iğreti alınmış mabudiyet ve tanrılık özelliklerini kaybederler. Halbuki insanlar, ister Allah’ı mabud tanısın, ister mabud tanımasınlar, O bizzat mabuddur. O’na herşey ibadet ve kulluk borçludur. Hatta O’nu inkar edenler bile bilmeyerek olsa dahi ona kulluk etmek zorundadırlar.İlk müslüman Türkler’in 14. yüzyıla kadar yazdıkları birçok eserde “Tanrı, Mevla, Hûdâ, İlah, Çalap, Allah, Rab” gibi Yaratıcı adları kullanılmaktadır. Bu adlardan “Mevla ve Hûdâ” Farsça kökenli, “İlah, Allah ve Rab” Arapça kökenli, “Tanrı ve Çalap” ise Türkçe kökenlidir. Bu adların hepsi, Yaratıcı’yı karşıladıkları için, Osmanlı‘nın kuruluş döneminde bile bu adların tümünün kullanılmasında sakınca görülmemiştir. Yunus Emre “Suyun akar yalap yalap, / Böyle emreylemiş çalap.” sözlerini 1300′lü yıllarda söylemiştir. Başta Yunus Emre olmak üzere Mevlâna hazretleri, Süleyman Çelebi gibi nica İslam alimleri ve evliyaları Tanrı Teâla- tanrı sözcüklerini eserlerinde, deyişlerinde kullanmışlardır. Kim İslam’ı bunlardan daha iyi yaşadığını ve anladığını söyleyebilir? O hâlde by yüce şahsiyetlerin bile sakınca görmediği “Çalap” “Tanrı” sözcüğünü kullanmanın günah olduğunu düşünmek akla sığar mı? Dahası Türkiye Türkleri gibi Müslüman olan Azerbaycan Türkleri bugün Allah sözcüğü yerine “Tanrı” adını kullanmaktadırlar. Tanrı adının kullanılmasının “günah” olduğunu söyleyen bazı cahil insanlar, “Allah’ın 99 adında Tanrı yoktur. Bunun için onu kullanmak günahtır.” diyorlar. Kargaların bile güleceği bu savunmayı çürütmek çok kolaydır. Nitekim “mevla ve hûdâ” sözcükleri de Allah’ın 99 adında bulunmadığı hâlde bunların kullanılmasında bir sakınca görülmemektedir.Allah’ın 99 adından olmayan Farsça kökenli “hûda“, “mevlâ” ve “yezdan” sözcükleri, Farslar’ın (İranlıların) binlerce yıl önceki “zerdüştlük” (ateşperestlik) inancına ait sözcükler olduğu hâlde, Türk düşmanları bu sözcükleri kullanmakta hiçbir sakınca görmüyorken, Türkçe kökenli “Tanrı” ve “Çalap” sözcüklerine asla tahammül edemiyorlarsa bunun adı düpedüz TÜRK düşmanlığıdır!
RUKİYE ,
TÜRKİYE İÇİN,
İKİ GENÇ KIZ YETİŞTİRDİ!
1- ÖZDEN
DUYGU,
NİĞDE ÜNİVERSİTESİNDEN MEZUN
JEOLOJİ MÜHENDİSİ
2-M E L İ S
T A N R I
S E V E R
ATILIM ÜNİVERSİTESİNDEN MEZUN
İNGİLİZCE MÜTERCİM/TERCÜMAN!
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK GİBİ ZEKİ VE DAHİ!,
BU NEDENLE ,
TÜRKİYE CUMHURİYETİ,
TAM BAĞIMSIZ,
LAİK VE ÜNİTER!
BİR HUKUK DEVLETİ OLARAK
İLELEBET PAYİDAR KALACAK!
Eyy Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini,
Türk Cumhuriyetini,
İlelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur.
Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir.
İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek,
Dahilî ve haricî bedhahların olacaktır.
Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen,
Vazifeye atılmak için,
İçinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin!
Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir.
İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar,
Bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin,
Mümessili olabilirler.
Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş,
Bütün tersanelerine girilmiş,
Bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi ,
Bilfiil işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere,
Memleketin dahilinde,
İktidara sahip olanlar ,
Gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler.
Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini,
Müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.
Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı!
İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen;
Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Havasına suyuna taşına toprağına
Bin can feda bir tek dostuma
Her köşesi cennetim ezilir yanar içim
Bir başkadır benim memleketim
Anadolum bir yanda yiğit yaşar koynunda
Aşıklar destan yazar dağlarda
Kuzusuna kurduna Yunus’una Emrah’a
Bütün alem kurban benim yurduma
Mecnun’a Leyla’sına erişilmez sırrına
Sen dost ararsan koş Mevlana’ya
Yeniden doğdum dersin derya olur gidersin
Bir başkadır benim memleketim
Gözü pek yanık bağrı türkü söyler çobanı
Zengin fakir hepsi de sevdalı
Ben gönlümü eylerim gerisi Allah kerim
Bir başkadır benim memleketim
Havasına suyuna taşına toprağına
Bin can feda bir tek dostuma
Her köşesi cennetim ezilir yanar içim
Bir başkadır benim memleketim
Anadolum bir yanda yiğit yaşar koynunda
Aşıklar destan yazar dağlarda
Kuzusuna kurduna Yunus’una Emrah’a
Bütün alem kurban benim yurduma
Mecnun’a Leyla’sına erişilmez sırrına
Sen dost ararsan koş Mevlana’ya
Yeniden doğdum dersin derya olur gidersin
Bir başkadır benim memleketim
Gözü pek yanık bağrı türkü söyler çobanı
Zengin fakir hepsi de sevdalı
Ben gönlümü eylerim gerisi Allah kerim
Bir başkadır benim memleketim
Baş koymuşum Türkiyemin yoluna
Düzlüğüne yokuşuna ölürüm
Asırlardır kıratımı suladım
Irmağının akışına ölürüm Türkiyem
Sevdalıyım yangın yeri bu sinem
Doksan yıldır çile çekmiş hep ninem
Pınarlardan su doldurur Eminem
Mavi boncuk takışına ölürüm Türkiyem
Düğünüm derneğim halayım barım
Toprağım ekmeğim namusum arım
Kilimlerde çizgi çizgi efkarım
Heybelerin nakışına ölürüm Türkiyem!
Milli Eğitim sistemi ve işlemi sergileyen Milli Eğitim Bakanı Yirminci yüzyılın ikinci yarısında bilim ve teknoloji alanında yaşanan süratli gelişmeler, günümüz dünyasının “Bilgi Çağı” olarak adlandırılmasını sağlamıştır. Bu dönemde; yenilikleri izleyecek, uygulayacak, daha da önemlisi yeni teknoloji ve bilgi üretecek eğitim düzeyine sahip olmayan bir toplumun ekonomik ve siyasi bağımsızlığını sürdürebilmesi mümkün görülmemektedir.Eğitim, yetişmiş insan gücünün yaratılmasında, toplumun çağdaşlaşması ve modernleşmesinde son derece önemli bir rol üstlenmektedir. Eğitim alanında güçsüz olan bir milletin gelişimini tam olarak sağlayamayacağı açıktır. Bir ulusun diğer uluslar arasında hak ettiği yeri alması, bağımsız ve uygar toplum ölçülerinde yaşayabilmesi eğitimde elde ettiği başarıya bağlıdır.Ulu önder Atatürk, kuvvetli önsezileri ile 1920’lerde gördüğü bu gerçeği yani, eğitimin milletlerin yaşamındaki önemini şu veciz sözleriyle ifade etmiştir.“Eğitimdir ki bir milleti ya hür, ya müstakil, ya şanlı, ya yüksek bir cemiyet halinde yaşatır, ya da bir milleti esaret ve sefalete terkeder.Büyük Atatürk’ün İstiklal Savaşı sonrasında çok zor şartlar altında başardığı Türk İnkılapları arasında en fazla önem verdiği şüphesiz “Türk Milli Eğitimi” olmuştur. Askeri sahada elde edilen başarıların ekonomik, sosyal, teknik ve kültürel alanlarda da sağlanarak tam bağımsızlığa ulaşılması eğitilmiş insan gücü ile mümkün olabilecektir. Diğer yandan yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını devam ettirebilmesi fikren, ilmen ve bedenen kuvvetli yetiştirilmiş, cumhuriyete bağlı nesillerle sağlanabilecektir. Bunun da yolu milli olan bir eğitim sistemidir.Atatürk, milli eğitimin ve öğretimin gerekliliğine öylesine önem vermiştir ki Kurtuluş Savaşı’nın yürütüldüğü ve ölüm kalım mücadelesinin verildiği Sakarya Muharebesi’nden kısa bir süre önce, 16 Temmuz 1921 tarihinde cepheyi bırakıp Ankara’ya gelerek 1’inci Maarif Kongresini toplamış ve açılış konuşmasında şunları söylemiştir:“Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin milletimizin tarihi gerilemesinde en mühim bir amil olduğu kanaatindeyim. Onun için bir milli terbiye programından bahsederken eski devrin hurafelerinden ve kendimize yabancı fikirlerden tamamen uzak, tarihi ve milli karakterimizle mütenasip bir kültür kast ediyorum. Çünkü milli dehamızın gelişmesi ancak böyle bir kültür ile temin olabilir” Bu sözleriyle Atatürk, devlet yapısındaki yaraları sarmak için gerekli çabaların eğitim alanında yoğunlaştırılması ve eğitimin milli değerlerimiz doğrultusunda yürütülmesi direktifini vererek cumhuriyet dönemi eğitimine esas olacak temel ilkeleri ortaya koymuştur. Atatürk’ün milli eğitim politikasına ve milli eğitim ilkelerine değinmeden önce, cumhuriyetin devraldığı eğitim mirasını hatırlamakta yarar vardır.Osmanlı devleti döneminde en önemli eğitim kurumu “Sıbyan Mektepleri” ve medreselerdi. Bu kurumlarda önceleri, dini bilgilerin yanısıra pozitif bilime de yer verilmişti. Bu haliyle medreseler başlangıçta değerli ilim adamları da yetiştirmiştir. Ancak Osmanlı Devleti’nin duraklama ve yıkılış dönemlerinde medreselerin bu özelliği bozulmaya başlamış ve buralarda pozitif bilimlere verilen değer yerini dini eğitime bırakmıştır. Dindeki esas kuralların yerini hurafe ve batıl inançların alması ile din, şahsi çıkarlar uğrunda kullanılmış, böyle bir ortam içerisinde de eğitim giderek yozlaşmıştı. Atatürk bu eski eğitim sistemi hakkında şöyle demektedir; “Hiçbir mantık kaidesine istinad etmeyen birtakım ananelerin ve akidelerin muhafazasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok geç olur, belki de hiç olmaz. İlerlemede kayıt ve şartı aşamayan milletler hayatı makul ve ameli müşahade edemez. Hayat felsefesini vasi gören milletlerin egemenliği altına girmeye mahkumdur.” Dönemin Avrupasında eğitim alanında başlayan gelişmelerle, iktisat ve sanayi sahalarında yapılan hamleler sonucunda ülkelerin güçlenmesi ve halkın refah seviyesinin yükselmesi, Atatürk’ün bu görüşünde ne kadar haklı olduğunu ortaya koymaktaydı.Osmanlı devletinin çöküş nedenleri araştırılıp çözümler aranırken eğitim alanında da birtakım yeniliklere başlanmıştı. Tanzimat döneminde özellikle ordunun ihtiyacı olan subay, teknik eleman ve hekim yetiştirmek amacıyla modern okullar açılmış, Avrupa’ya öğrenciler gönderilmişti.Yapılan çalışmalar askeri alanın dışına da taşmış, dini eğitimi esas alan sıbyan mektepleri ile medreselere ilave olarak rüştiye, idadi ve sultani adı altında genel eğitim kurumları ile teknik ve meslek okulları açılmıştı. Böylece dini ve dünyevi görüşe ağırlık veren iki
tür eğitim sistemi ortaya çıkmıştı. Bunların yanı sıra dış ülkelerin misyonerlik faaliyetlerinin bir uzantısı olarak ülkede yabancı okullar da açılmaya başlamıştı.Cumhuriyet öncesinde bu genel yapı kapsamında verilen eğitim geniş halk kitlelerine ulaştırılamamış, başta kırsal bölgeler ve kadınlar arasında olmak üzere koyu bir cehalet dalgası yayılmıştı. Öyle ki, halkın % 90’ından fazlası okuma yazma bilmemekteydi.Osmanlı devleti sona erdiğinde Cumhuriyet Türkiye’si; nitelik olarak çok düşük, ikili yapıda ve cinsiyet bakımından ayrılık esasına dayanan, İstanbul ve birkaç büyük yerleşim merkezi hariç, okul binası ve hatta eğitimle ilgilenecek teşkilatı dahi olmayan bir eğitim enkazı devralmıştı.Ancak bu durum büyük önderin daha İstiklal Savaşı’nın ilk günlerinde eğitim savaşının meşalesini ateşlemesine engel olamayacaktı. Ateşlenen bu meşale ile Atatürk’ün oluşturduğu milli eğitim programı ve bu programın getirdiği yenilikler nelerdi?Mustafa Kemal’in, 1911 yılında Bingazi’de binbaşı rütbesindeyken arkadaşlarına söylediği: “Bir gün Türkiye’nin kaderinde rol alırsam, sosyal bir darbe yapacağım, ama ben halkın seviyesine inmeyeceğim. Onu kendi bilgi ve kültür seviyeme çıkaracağım.” sözleri, milli eğitim konusunda ileride yapacaklarının özünü teşkil etmişti.Atatürk, bağımsızlık ile milletin eğitim ve kültürünü daima ayrılmaz bir bütün olarak görmüştür. Bu fikrini, 1919 yılında Samsun’da bulunduğu günlerde söylediği: “İnsanlarımızı batı medenisi yapmadıkça İstiklal Savaşı bitmeyecektir” sözleri ile ifade etmişti. İşte o bu maksatla Kurtuluş Savaşı ile eğitim mücadelesini paralel yürütmeye karar vermişti.Yeni TBMM’nin 23 Nisan 1920’de açılmasından iki hafta sonra okunan hükümet programında eğitim işlerine önem verilmiş ve savaşın bitimiyle birlikte temel eğitim reformlarının yapılacağı belirtilmişti. Bu programda eğitimin; milli şuuru geliştirme, kendine güven duyma, girişim gücüne ve üretici fikirlere sahip olma, milli bünyemize uygun projeler geliştirme gibi temel prensipleri ortaya atılıyordu.Başarıya ulaşmak için sarsılmaz bir inançla başlayan milli eğitim mücadelesi 3 Mart 1924 yılında kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile büyük bir aşama kaydetmişti. Çünkü bu kanunla, mektep-medrese ikiliği ortadan kaldırılarak eğitim-öğretim birleştirilmiş ve okullarda dini eğitime son verilerek eğitimde laiklik ilkesinin uygulanmasına başlanmıştı. Nitekim Atatürk, 30 Ağustos 1925 yılında Kastamonu’da yaptığı bir konuşmada, laik eğitime ilişkin düşüncelerini şu sözleriyle ifade etmişti:“En doğru, en hakiki yol medeniyet yoludur.”Milli eğitim sistemini yeniden örgütlemek amacıyla 22 Mart 1926’da Maarif Teşkilatına dair kanun çıkarılmış ve bu kanunla tüm eğitim hizmetlerinin nasıl yürütüleceği bir esasa bağlanmıştı. Yine bu tarihten itibaren, modern yaklaşımlara göre hazırlanmış yeni öğretim Programları öncelikle ilkokullarda uygulamaya konmuştu.1926 yılından itibaren orta öğretim ücretsiz hale getirilmiş ve orta öğretim okullarında karma eğitim yapılması kararlaştırılmıştı. Böylelikle kız ve erkek öğrencilerin bir arada öğrenim görmeleri sağlanmıştı.1 Kasım 1928 tarihinde yeni harflerin kabulü ve Türk Alfabesinin oluşturulması ile eğitim-öğretimde yepyeni bir sayfa açılmış, 1929 yılında okullardan Arapça ve Farsça dersleri kaldırılarak yerine modern dünyada geçerli olan İngilizce, Almanca ve Fransızca dersleri konmuştu.Atatürk, zihninde oluşturduğu bir makro eğitim planını uygulamaya koyarak Türk eğitim sistemine yeni bir şekil vermiş ve böylece günümüz eğitim sisteminin temellerini atmıştı. Atatürk, milli davanın en başına milli eğitimi yerleştirmiş ve milletinin en kısa yoldan çağdaş uygarlık seviyesine ulaşabilmesinin, bu alanda elde edilecek başarılarla mümkün olacağını savunmuştu.Atatürk dönemi eğitim sisteminde gerçekleştirilen başarılar şüphesiz gelişigüzel bir çalışmanın veya tesadüflerin ürünü değildi. O, sahip olduğu tutarlı ve çağdaş eğitim anlayışı doğrultusunda Türk eğitim modelinin ilkelerini ortaya koymuş ve sistemin temel taşlarını yerleştirmişti.
Atatürk Orman Çiftliğine KAÇAK SARAY yaptırtan tirilyonlar harcayarak lüks hayat yaşayan Cumhur-başkanı olduğunu iddia eden Recep Tayyip ERDOĞAN ise Ahmet Sani Gezici Kız İmam Hatip Lisesi binası ve 2015-2016 eğitim-öğretim yılı açılışında ‘’Okulun arazisiyle ilgili ahlaksız iddiaları dile getirenlerin bugün utanç günü olduğunu geçmişte sırf imam hatip
-31-
okullarını bitirmek için tüm eğitim sisteminin adeta felç edildiğini ,fiziki mekanların önemi takdirlerin üstünde olmalı ki buralardan yetişenler de ‘işte ben şu okuldan yetiştim’ desinler. 490 puanı duyduğu zaman farklı yere de giderdi cici kızımız. Gitmedi, buraya geldi. Cazibe çok önemli, ülkemizdeki her güzel hizmet gibi bu okulu da dillerine dolayanlar, burası üzerinden bizi yıpratmaya, kendilerine rant devşirmeye çalışanlar oldu.’’Diyen ‘’ TAM BAĞIMSIZ LAİK VE ÜNİTER TÜRKİYE CUMHURİYETİ’Nİ’’ılık islam devleti yapmaya yeltenen , eyyyy Amerika Birleşik Devletlerinin BOB Eş başkanı ve şeriat mensubu Recep Efendi, İMAM HATİP OKULLARININ AÇILMASININ İKİ KANUN MADDESİNE DAYANDIĞINI BİLMİYORMUSUN?
1-Tevhid-i Tedrisat Kanunu (4. Madde),
2-1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu.
İmam hatip okullarının adının geçtiği 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 32. Maddesi şöyle der: “İmam-Hatip Liseleri İmamlık, Hatiplik ve Kur’an Kursu öğreticiliği gibi dinî hizmetlerin yerine getirilmesi ile görevli elemanları yetiştirmek üzere Milli Eğitim Bakanlığı’nca açılan ortaöğretim sistemi içinde, hem mesleğe, hem yüksek öğrenime hazırlayıcı programlar uygulayan öğretim kurumlarıdır...” İmam hatip ortaokulları, İHL’lerin hazırlık okulu olduğu belirtilerek bu kanunun 25. maddesine 2012’de 4+4+4 yasasıyla eklendi. Bu demektir ki ister ortaokul ister lise olsun imam hatipler, dinî hizmetlerini yerine getirecek din adamı yetiştirmek üzere din eğitimi ve öğretimi yapılan okullardır. Anayasa, din kültürü ve ahlak bilgisi dersi dışındaki dinî derslerin öğrencilere verilmesini tercihe bağlıyor. Oysa imam hatip okullarındaki dinî dersler zorunlu. Anayasa’nın 24. maddesi şöyle “… DIN KÜLTÜRÜ VE AHLÂK ÖĞRETIMI ILK VE ORTAÖĞRETIM KURUMLARINDA OKUTULAN ZORUNLU DERSLER ARASINDA YER ALIR. Bunun dışındaki din eğitimi ve öğretimi ancak kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır...” Anayasa, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi dışındaki “din eğitimi ve öğretimi”ni isteğe bağlamış. Maddenin son cümlesine göre din eğitimi ve öğretimi yapan imam hatip ortaokullarında zorunlu olan Kur’anı Kerim, Arapça, Hz. Muhammed’in Hayatı, Temel Dinî Bilgiler ile liselerinin Kur’an-ı Kerim, Temel Dini Bilgiler, Siyer, Fıkıh, Tefsir, Hadis, Akaid ve Kelam dersleri için öğrencilerin rızası alınmak zorundadır.Dolayısıyla imam hatip ortaokulu ve liselerindeki dinî içerikli zorunlu derslerin tümü Anayasa’ya aykırıdır.
-TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU ,
TÜRK KÜLTÜRÜNÜN HAMİSİ ,
BÜYÜK KUMANDAN, DEVLET ADAMI,
İNKILAPLARIN YARATICISI ,
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’E,
TOPRAKLARIMIZI KANLARIYLA SULAYIP YOĞURAN,
AZİZ ŞEHİTLERİMİZ VE ŞANLI ORDUMUZ’A
BİR GÜN BİLE BAYRAKSIZ VE DEVLETSİZ KALMAMIŞ ,
İFTİHAR ETTİĞİMİZ ŞANLI ATALARIMIZI YETİŞTİRMİŞ OLAN TÜRK MİLLETİNE,
GELMİŞ GEÇMİŞ TÜRK DEVLET VE HÜKÜMET BAŞKANLARI İLE BÜYÜK KUMANDANLARIMIZA,
DEVLET İŞLERİNDE ,
YURDA YARARLI ADAM SEÇMESİNİ BİLENLERE!
DEVLET MEKANİZMASINI ADİL BİR ŞEKİLDE İŞLETENLERE, DEVLET MENFAATLERİNİ KORUMAKTA EŞSİZ OLANLARA! ADALETİN BÜTÜN YURDA HAKİM OLMASINI SAĞLAYANLARA,
BÜYÜK TÜRK MİLLETİNİN,
BİRLİK VE BERABERLİĞİNİ KORUYANLARA
ARMAĞAN EDİYORUM! NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!
Tarih derslerinde size anlatılan bütün safsataları unutun. Gerçek Türk ve dünya tarihini yayınlıyoruz. Tarih bölümlerimize okutulan, ilköğretimde, orta öğretimde okutulan Türk tarihini kimler yazdı?Yazıyı Türkler mi buldu?Roma Hukuku Türklerin Ateş Kültünden mi gelmektedir?Türkler tek tanrılı bir dine mi sahiplerdi?Latin alfabesinin temellerini Türkçe mi oluşturuyor?Batıdaki medeniyetler Türkler sayesinde mi kuruldu?Mısır Piramitlerinin inşasında Türklerin payı nedir?Çin sınırları içerisinde Xion şehri yakınlarında gizlenen Beyaz Piramidi Türkler mi yaptı?Bu ve bunlar gibi birçok sorunuza yanıt olacak, hayretler içerisinde kalacağınız bilgileri içeren yazımıza başlayalım.Nazi Almanya’sından kaçıp senelerce Türkiye’de hocalık yapan Prof. Numark’ın söyleşisinden bir parça ile başlayalım.İstanbul üniversitesinde öğretim üyesi alman asıllı prof. Numark ile bir kısım öğrencisi Boğaziçi’nde geziye çıkarlar.Öğrencilerden biri Numark’a sorar.–Avrupalı bizi neden sevmez?Prof. Numark’ın cevabı: – Çok samimi olarak itiraf edeyim ki Avrupalı Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir.Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı Hıristiyanların hücrelerine sinmiştir.Sebeplerine gelince;1 -Müslüman olduğunuz için sevmez.Ama faraza laik şöyle durun, Hıristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam ederler. 2- Sizler farkında değilsiniz ama; onlar şu gerçeğin farkındalar :Tarihten Türk çıkarılırsa tarih kalmaz.Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa , bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir.3 -Avrupa’nın pazarı idiniz.Şimdi Avrupa’yı pazar yapmaya başladınız.4 -En az 400 yıl Avrupa’da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz.5 -Selçuklular Anadolu’yu Osmanlılar da Orta Avrupa ve Balkanları Haçlı ordusuna mezar ettiler.6 -Sizi silah ile yenemeyecekler.Sizleri kendilerine benzeterek hakimiyet sağladılar.7- Selçuklu ve bilhassa Osmanlı İslamiyet uğruna her şeyini feda etmeseydi İslamiyet belki bugün sadece Hicazda varlığını devam ettirirdi.Kaldı ki vehhabiliği kuranlarda ,İngiliz Dominyon Bakanlığın adamlarıdır.Batı her yerde İslamiyet’i sapık inançlara kanalize etti Ama Osmanlı asrı saadeti devam ettirdi.8 -Kilise size kin kusmaktadır.Ve sebepleri yukarıdadır.9 -Sizler gerçek hüviyetinize döndüğünüz an Avrupa’nın refahı ve medeniyeti yıkılır.10 -Yine sizler Avrupa’nın tarihi düşmanısınız. Ve daima düşman olarak kalacaksınız.Atatürk’ün şu sözünü hatırlayalım: “ Türk çocuğu atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır” (1930) Yil 1936 Atatürk diyor ki: “Tarih Kurumunun Alacahöyük’te yaptığı kazılar sonucunda bulunan 5500 yıllık maddi Türk Tarih Belgeleri Dünya Kültür Tarihini yeniden incelemeye sebebiyet verecek niteliktedir.Atatürk’ün kendi el yazısı ile yazdıklarına bakalım simdi de.“Bu memleket dünyanın beklediği, asla unutamadığı bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin yıllık bir Türk beşiğidir. Beşiği rüzgarlar salladı beşikteki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk tabiatın yıldırımlarından, şimşeklerinden, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra onlara alıştı, onları tabiatın babası olarak tanıdı. Onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu simsek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu. Türk budur, yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.”Atatürk “En asagi 7000 yillik bir Türk Beşiğidir, Anadolu” diyor. Bu durumda su an bilinen tarihe göre Türklerin 1071’de Anadolu’ya geldikleri varsayimi çöpe gitmiyor mu? Acaba neden Atatürk, 4000 demiyor 5000 demiyor da 7000 yil diyor?Atatürk’ ün bu güne dek nedensiz ve ciddi bir dayanağı olmayan hiçbir açiklamasi olmadigina göre?Atatürk’ten verdiğim örneği tekrar yazıyorum. Atatürk “En asagi 7000 yillik bir Türk Besigidir, Anadolu” demiş. Ataturk’un sözleri sık sık tekrar edilir bizim memlekette bunu hepiniz biliyorsunuz. Peki bu “en aşağı 7000 yıl” meselesini duyan kaç kişi var aranızda? Neden konuşulmuyor bu laf? 1950 lerde gizli anlaşmalar ile Türkiye’de eğitimi amerikalıların ele geçirdiğini herkes biliyor. O yıllardan sonra ancak avrupa ve amerikanın işine geldiği gibi eğitim verildi. O nedenle “Tarih
Türklerle basliyor, kâgidi Türkler buldu, Türklerin kökeni 16000 yil öncesine gidiyor, Latin Alfabesinin temelinde Türkler yatiyor.” diye biri size anlatsa ne düsünürdünüz? Bütün ögrenilenin aksine bu açiklamalar tatli bir sok olurdu herhalde. Size öğretilen şeyler o kadar kök salmıştır ki artık onu yıkıp yenisini ve doğru olanı inşa etmek imkansız gibidir. Einstein’in bir sözü var: “Bir ön yargiyi ortadan kaldirmak Atomu parçalamaktan daha zordur.” Belli ki ön yargi ve aliskanliklari degistirmek daha çok vakit alacak…Tarih bölümlerindeki profesorlere, doçentlere, yardımcı doçentlere vb sorun bakalım. Size öğrettiklerinin kaynakları neler? Hangi devletlerin kayıtlarından yararlanıyolar? Alman mı? Rus mu? İngiliz mi? Çinli mi? Bu kaynakların içinde hiç Türk olan var mı Avrupa uygarlığını kuranların Etrüksler olduğunu kabul eder avrupalılar. Batının dili kendine ait değildir, dili dışarıdan gelmiştir. Yazı da avrupanın kendisine ait değildir. Yazının Finike’den geldiği varsayılır oysa direkt olarak Orta Asya’dan yani Ön Türklerden gelmiştir avrupaya. Özetleyecek olursak avrupanın yazısı, dini, dili de kendisine ait değildir ve hatta böyle bir kökene de sahip değildir. Fakat bu aynı avrupa rönesans ile birlikte büyük atılım yaparak keşifler, icatlar yapmış ve oldukca ileriye gitmiştir. O ayrı bir konu. Bizim konumuz tarih. Kendi kökenini arayan avrupa 1780 yılında Etrüks yazıtlarını bulunca ” Bizim kökenimiz bulundu” deyip büyük sevinç yaşadı yazık Etrüksceyi batılılar hiç bir zaman okuyamadılar. Yazıtlarda Yunan uygarlığını bulacağını uman avrupa Ön Türkleri bulunca konuyu hasıraltı etti. Bunu yaparkende utanmadan yazıtlar için “bilinmeyen bir ırkın okunamayan yazısı” dediler. Yunanca bilindiği gibi 2700 sene öncesine ait bir dildir. Avrupa’nin tarihi çok genç! Fransa 1500 yilindan beri tarih sahnelerinde, tarihleri 501 yilinda baslar ki Atilla 452 yilinda ölmüstür. Ingiltere’nin de tarihi 1500 yildir. En uzun tarih Almanlarin ki olup 2100 yildir. Roma’nin kökeninde Etrüskler var, Etrüsklerin kökeninde de Ön-Türkler var bulgulara göre. Yunanistan’da da köken olarak Ön-Türkleri buluyoruz, Yunanistan’in adi da “Içiök” dür, krallik anlamindadır bu söz.Yunanlilarin bir bölümü Grek adi altinda üst Asya’dan gelmislerdir. ÖKERIK bunlarin ilk adi. Ökerik sikisarak Grek haline gelir.Ön Türklerin kurdugu ilk devletin adi BIR OY BIL dir, günümüzden 12500 yil önce. Bu devletin sona ermesiyle “TÜRKBIL” devleti ortaya çikmistir, bu devlette Türkçe konusulurdu. Türkleri tarih kaynaklari hep göçebe olarak niteler, oysa Türkler “göçebe” degil “göçmen” di ve yerlesiktiler. Düşünün Almanya’ya çalışmaya giden Türkler göçebe midir? Yoksa göçmen midir? Selçuklulari yok eden Osmanli göçebeleriydi, göçebe kültürüydü. Osmanlilarin dayandigi oymak KAYI asiretiydi.Sümerler 5000 yil önce yaziyi icat ettiler, bir nevi çivi yazisi seklindeki bu yaziyi Batililar söktüler. Bu yaziyi ilk söken Sir Henry C. Rawlingson “Bu Turani” bir dildir, demistir.Sümerce’de 1000 kadar Türkçe kelime oldugu saptandi, bundan 4–5000 yil önce Türkçe Sümerce olarak olusmaya baslamisken bu dil proto Türkçedir, yani ilkel bir Türkçedir.Macarlar, Bulgarlar ve Finler de Türk’tü, onlar Islamiyet’e girmedikleri için Türklüklerini kaybettiler. Bugün onlara hiç kimse Türk demiyor. Sadece 300000 Gagavuzlar hariç Müslüman olan tüm Türk irklari kimliklerini koruyabilmisler.167 milyon yil önce KRETASE dönemi vardir. o dönemde Orta Asya yok, dev bir deniz var sadece. Jeolojik çalkalanmalar sonucu bu dev deniz parçalara ayrilmis ve ortaya 5 tane deniz çikmistir. Bu bes deniz meydana getirdigi tropikal iklimde bir yeni uygarlik dogmustur. Bu uygarlik Ön Türk Kimliklidir.Ön Türk Kimliginin kurdugu ilk uygarlik ON UYUL’dur. Bu dönem 8500 yil öncesidir günümüzden.Su ilginçlige bakiniz o yillarda Taklamakan’da deniz vardi bunun ilk adi “UÇUGUY KÖL” dür. Kazan sehrinin o günkü adi ise “IZGINTI UKUZUN” dur. Gobi çölünün ilk adi “BIKLI ÇÖL” dür. ON UYUL dönemi yazitlarina bakildiginda (5000 yil öncesi) harflerin bir kismi örnegin C ve D Latin Alfabesindeki harflerin ayni, demek oluyor ki Ön Türklerde baslayan kelime ve sözcükler hem Latin alfabesinin hem de diger tüm dillerin temelini olusturmaktadır.“ATOYBIL” devleti konfederasyonun sona ermesiyle “TÜRKBIL” devleti ortaya çikiyor. Bu da milattan önce 879 yilina denk geliyor. Bu Türükbil devletinde Türkçe konusulur. Bu devlette tarih yazanlar vardir bu kisilere BOLBOLLAR deniyordu. Bugün bu kelime ilginçtir ki BALBAL olarak geçer. Ne yazik ki sadece Ingilizce, Fransizca, Almanca bilmeye özen gösteren günümüzdeki tarihçilerimiz genelde Orta Asya Türkçe’si bilmedikleri için Orta Asya kaynaklarini okuyamamislar ve çevirilerle tarih yazma durumunda kalmislar, dolayisiyla tarihimizi yabanci tarihçilerden ve de eksik yada yanlis ögrenmek durumunda kaldik.Sümerler Türk’tür ve Atatürk döneminde de Sümerlerin Türk olduğu kabul görmüştür. Bu nedenle Sümerbank ve Etibank gibi bankalar kurulmuş, bu bankalar bu isimler verilmiştir. 1000 kadar Türkce kelime mevcuttur Sümerce de, ayrıca 20 kadar da Arapca.Görünen o ki; 4-5000 yil önce Türkçe Sümerce seklinde olusurken dil bir tip Proto Türkçe’dir. Bu durumda Türkçe Sümerce’den baslamis ve gelismis zamanla Göktürkçe olmus ve sonrasinda Mahmut Kasgari’yle buralara kadar gelmis.Erken Türk Tarihi alaninda 36 kitabi bulunan Kazim MIRSAN bütün alfabelerin Türk Alfabesinden dogdugunu, Etrüsklerin de Türk oldugunu ve kagidi Türklerin buldugunu kanıtlarıyla ortaya koymuştur.Mirsan Floransa’ya gidip büyük Etrüskologlardan Camporealli ile konusur ve tartisir. Sonunda Camporealli Etrüsklerin Türk kökenli olduklarini kabul eder. Kazım Mirşan hakkında biraz bilgi vereyim.Mirsan Dogu Türkistan’da KULCA kentinde dogdu. Su an 83 yasinda, aile soyu Sibirya’ya uzaniyor. Ailesi Türkmen lehçesiyle konusuyor. 1935 yilinda ailesiyle birlikte Istanbul’a getirilir Mirsan. Bogaziçi Lisesinden sonra Istanbul Teknik Üniversitesini bitirir. Meslegi Insaat Mühendisligi’dir. O yillardan baslayarak eski Türkleri arastirmaya baslar ve bunu bir yasam biçimi
haline getirir. Üç Avrupa dilini bildigi gibi çok sayida Orta Asya Türk lehçelerini okur ve anlar. Bu konuda Mirsan’in 41 adet kitabi bulunuyor. Kazim MIRSAN Batili tarihçilerin birçok saptamalarinin yanlis ve eksik oldugunu israrla vurgulayarak Türk dilinin 2 grup, 8 dal ve 41 lehçeden olustugunun ve bunlarin tümünü bilmeyen hiçbir bilim adaminin yaptigi tarihi inceleme ve arastirmalarin dogru sonuç veremeyecegi seklinde. Bu arada kendisi 10 lehceyi mükemmel konuşmaktadır. Bu kadar bilgi yeter Yazımıza devam edelim. Bugün Islamiyet’i kabul etmeyen ve hala yasayan Türkler de var: Çuvas Türkleri, Karainler, Karaylar, Gagavuz Türkleri, Yakut Türkleri….Macaristan’i kuran 13 kabileden 9’u Türk boyudur. Kuman ve Peçenek Boyudur, 4’ü Pinegol boyudur. Devlete hakim olan Pinegoller oldugu için devletin resmi dili Macarca olmustur. 1000 yilinda Kral Istvan’i Hristiyanligi kabul etmesiyle Macaristan’da kullanilan Türk soylu yazi yasaklanmis, Türk Dini yasaklanmis, yasaklanan törelerle birlikte bozunma ve Macarlasma da olmustur.Öte yandan Misir Piramitlerinden 2000 yil önce Çin’de Türk boylarinin yasadigi bir bölgede gizli Piramitler var. Bugün Çin bu bölgeyi yasaklanmis durumda. Bahsi geçen bölgeye insan girmesi yasaklanmıştır. Misir Piramitlerinden 2000 yil önce yani günümüzden 7000 yil önce Türklerin yaptigi Piramitler ortaya çikarsa tarih yeniden yazılır. Tabi bu da bazılarının işine gelmez.Bugün Çin Halk Cumhuriyeti’nin sınırları içerisinde yer alan, Xian şehrine 100 km uzaklıkta Qin Ling Shan dağlarında Ön-Türk uygarlıklarından birisi tarafından inşa edilmiş, etrafında irili ufaklı 100 adet piramitle beraber, 300 metre yüksekliğinde bir piramit bulunmaktadır: BEYAZ PİRAMİT Beyaz Piramit’in ikinci dünya savaşı sırasında Çin’e yardım malzemesi götüren bir C-54 uçağından çekilen fotoğrafı 1957 yılında ilk kez Life dergisinde yayınlanmıştır. Bu piramitleri araştırmak üzere1994 yılında Şensi bölgesinde bir araştırma gezisi yapan Alman bilim adamı Hartwig Hausdof kendi koleksiyonundan birkaç resmin halka açılmasına izin vermiştir. Hausdorf’a göre piramitlerin yapım tarihi en az M.Ö. 2500 ler civarındadır. Piramitler içerisinde bulunan Mısır medeniyetinden çok ileri bir teknikle mumyalanmış olan cesetler ve Ön-Türkçe yazıtlar bulunmaktadır. Ön-Türk uygarlıkları tarafından OT-OĞ olarak isimlendirilen Ön-Mısır’ a M.Ö 3000 Yıllarında Doğu Anadolu’dan Isub-Ög yazısı gitmiştir. (İncelemek isteyenler için : Google Earth de koordinatları : 34°21’44.48″N 108°37’50.88″E) Halil Bilinen ilk tarihci olarak Heredot kabul edilir. Oysa Heredot’tan önce tarihiçi Türkler var, bunu yazitlara dayanarak söylüyoruz. Önre BINABASI diye bir Türk tarihçi var, general. Finikelilere karsi Çanakkale savasini yapan, yil M.Ö 516. Darius’la savasarak yenmis bunu Heredot da tarihinde yaziyor. Heredot Küros Seferini tarihinde anlatir ancak ayni konuyu Onre Binabasi iki kitabinda yazmistir. Ancak batili arastirmacilar bu gerçekleri görmemezlikten gelmisler. Orhun yazıtları da bugüne kadar doğru okunmamıştır. Orhun Yazitlarinin içinde Türkiye Türkçesi yok ne Azeri ne de Kazak ne Kirgiz ne de Tatar Türkçesine uyar bu yazitlar. Ancak siz bütün Türk lehçelerini bilirseniz buradaki gerçek kavramlari kolayca çikarabilirsiniz. Birçok yanlis okuma ve çözme var su ana kadar; Mesela Orhun Yazitlarinda geçen ÖTÜKEN YIS ifadesi ”Ötüken Ormanlari” seklinde çevrilmis oysa Ötüken ”geçerli” demektir. ”yis” te ”geçerli kanun” anlamindadir. Yani ”yis” orman demek degildir. Düşünsenize yazıtlarda yanlış çeviriyle Ötüken ormanından çıkmayın, ayrılmayın, mahvolursunuz gibi şeyler yazdığı söylenmektedir. Oysa orda ki anlatıldığı gibi orman değil kanundur. Kanundan ayrılmayın kopmayın denmiştir. Bunun gibi bir sürü yanlışı ortaya koyan bilimadamlarımıza ne Bati ne de Türk Milliyetçileri buna sahip çikmiyor. Çünkü islerine gelmiyor. Bazi slogan milliyetçileri belki de bu iddialar kesinlestiginde zor durumda kalacak çünkü.Göktürk Devleti deniyor, Göktürk diye ne halk var ne de Devlet!” Tarihte bir yerde geçiyor ”Gök” sözcügü. Türklerde iki tane ”k” harfi vardir biri ”ök” diye okunur digeri ”ük” diye okunur. Simdi bu gök sözcügü iki farkli ”k” ile yazilmis, bastaki ”ök” harfiyle yazilmis arkasindaki ”ük” harfleriyle yazilmis. Bu durumda kelime ”gök” olmaz ”okik” olur. Okük ”Rabbani Türk” demektir.Bir anlamda Tanri Devleti manasinda bu kelime zira Türklerin o dönemde bile devlet kuruluslarinda Din çok önemli bir faktör. Aslinda Türk demek bir bakima ”Din” demektir. Bu durumda söz konusu açiklamalar kabul görürse slogan milliyetçiligi savunacak kavram sikintisi çekebilir.Yil 1936 Atatürk diyor ki: ”Tarih Kurumunun Alacahöyük’te yaptigi kazilar sonucunda bulunan 5500 yillik maddi Türk Tarih Belgeleri Dünya Kültür Tarihini yeniden incelemeye sebebiyet verecek niteliktedir.Atatürk’ün kendi el yazisi ile yazdiklarina bakalim simdi de.”Bu memleket dünyanin bekledigi, asla unutamadigi bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin yillik bir Türk besigidir.Besigirüzgarlar salladibesikteki çocuk tabiatin yagmurlariyla yikandi, o çocuk tabiatin yildirimlarindan, simseklerinden, kasirgalarindan evvela korkar gibi oldu, sonra onlara alisti, onlari tabiatin babasi olarak tanidi. Onlarin oglu oldu. Bir gün o tabiat çocugu tabiat oldu simsek, yildirim, günes oldu, Türk oldu. Türk budur, yildirimdir, kasirgadir, dünyayi aydinlatan günestir.”Atatürk ”En asagi 7000 yillik bir Türk Besigidir, Anadolu” diyor. Bu durumda su an bilinen tarihe göre Türklerin 1071’de Anadolu’ya geldikleri varsayimi çöpe gitmiyor mu? Acaba neden Atatürk, 4000 demiyor 5000 demiyor da 7000 yil diyor?Atatürk’ ün bu güne dek nedensiz ve ciddi bir dayanagi olmayan hiçbir açiklamasi Olmadigina göre?Dogu’da Erzurum’da CUNNI magarasinda bazi yazitlar var. Bu yazitlardaki 18 tane harfin Misir Hiyerogliflerinde bulunur. Bunun anlami söyle: Bugüne dek hiçbir arastirmaci bilim adami Misir’a yazinin nereden geldigini bulamadi, bilmiyorlar. Hiçbir yerde Misir yazisinin kökenini bulamadilar. Bilinen en yüksek piramir 160 küsür metre ile Keops dimi? Çinde Türklerin 300 metre yüksekliğinde piramit yapması, Anadoluda Misir Hiyerogliflerinin aynısının bulunması sizce neyi işaret ediyo? Atatürk 1926’da Türk Parasina Bozkurt resmi koyarak Türk Tarihine ne kadar önem verdigini göstermis olmasina ragmen Atatürk’ten sonra bu çalismalar birakilmis özellikle 1949’dan sonra ABD’nin etkisiyle Milli Egitim Politikasi tamamen degisme yoluna girmistir.Stalin diyor ki: ”Tarihi bilen gelecegi
bilir.”Napolyon ise: ”Her ulusun gelecegi tarihinde gizlidir, tarihi de Cografyasinda gizlidir.” Yaziyi Türklerin bulmasi uygarligin Türkler ile basladigini göstermez mi? Türk Kültürünü Kongresinde Türki Devletlerinden gelen Türkologlar Iskit yazilari tümüyle Türkçe ve Türk dilidir”, seklinde bir açiklamışlardır. Sibirya da 300’den fazla Türk Yaziti toplanmıştır. Bu arada Göktürk devleti diye bir devlet yoktur demiştik. Göktürk Kaganligi diye adlandirilan ifade Orhun Abidelerinde hiç yer almaz. Ne Göktürk ne de Köktürk Kaganligi ifadeleri yoktur bu yazitlarda. Bir baska ilginç konu ise mumya kültürünün nereden geldigi: Çin’de Turfan kentinde bulunan bazi mumyalarin Misirdaki mumyalardan farkli oldugu ve Misir mumyalarina göre daha ileri bir teknoloji uygulandigi belirlenmistir. Bu kentte o dönemde sadece Türkler bulunmuşlardır. Bu durumda ilk mumya kültürünün de Türklerden gelistigi ortaya çikiyor.Dogu Anadolu’da Van’in güneyindeki Tirsing Bölgesinde Çilgiri köyünde 45 cm çapinda bir tas üzerinde bir yazit bulunuyor. Bu yazit çözüldü. azitin ortasinda HAÇ isareti var. Yazi 7-8000 yillik yani Isa’nin dogumundan 6000 yil öncesi ve o yazitin üzerinde ”Haç” isareti var, (Hristiyanligin dogusundan 5-6000 yil öncesi) Bu haçin dogal olarak Hristiyanlikla ilgisi yok. ”Haç” da bir Türk sembolüdür ve ”OK” demektir. Türkler kendilerine 2 isim vermislerdir. Bu insanlar kendilerine Türk denmeden önce ”OK” sonra da ”ON” demislerdir. Bu ifadeler o dönem dini simge olarak yorumlaniyordu. Niye kendilerine önceleri ”OK” demisler? ”OK” kuantum anlaminda algilanmis. Türklere göre bir insan cennete gidebilmesi yani tanrisina kavusabilmesi için vücudundaki canin bir bütün halinde vücuttan çikarak oralara gidebilmesi gerek. Iste oraya gidebilmesi için ok gibi olmasi gerek. Bu nedenle kendilerine ”OK” der önceleri Türkler. Yani bir nevi isinlama gibi. Yakarak gönderme. Bu durumda haç isareti Türklerde ”OK” oluyor. Yani Türkler biz OK’uz zaten ileride Tanriya kavusacagiz manasinda dinsel bir kavram seklinde düsünüyor Haç’i. Oysa bugün Hristiyanlar Haç’i Isa’dan sonra 300 yil sonrasina ait bir nesne gibi kabul ediyor! Dogu Türkistan Uramçi mumyalarina ne demeli? Uramçi mumyalarinin biri milattan önce 1000 yani günümüzden 3000 yil öncesine ait. Bir baskasi 4000 yillik Lolan denen bir bayan mumyasi. En büyük özelligi iç organlarinin çikarilmamis olmasi. Bu mumyanin üzerinde ameliyat izi var, at kiliyla dikilmis. Amerikali doktorlarin saptamasiyla dünyadaki ilk ameliyatlardan biri olarak kabul ediliyor. Dahasi var; buradaki kumas ekose desenli ve boyali, günümüzden 4000 yil öncesinden söz diyoruz,animsayalim ! (M.Ö 2000) Avrupa’nin en yüksek daginin adi ALP. Hangi Avrupa dilinde Alp’in anlami var? Cevap : Hiç birinde… Oysa Türkçe’de anlami var. Alp ”ulu” demek, yüksek demek. Balkanlarin en yüksek daginin adi da BALKAN. Türkmenistan’daki Balkan daginin adini buraya Bulgarlar tarafindan Hazar Kiyilarindan göç ederken getirdikleri anlasiliyor. O bölgede kullandiklari ismi geldikleri yere vermisler. M.K. Atatürk’ün yüzbasiyken okudugu su siire bakiniz: Gafil !Gafil hangi üç asri, hangi on asri, Tuna ezelden Türk diyaridir.M. Kemal daha yüzbasiyken
Tuna’nin ezelden Türk diyari oldugunu biliyor ve söylüyor. Neye dayanarak? Sümerler 19. yüzyila kadar hiç bilinmiyordu, böyle bir kavram bile yoktu. Tarihçi olmayan iki konsolos (Fransiz ve Ingiliz) 19.
asirda bir surda arastirma yaparken tesadüfen bulduklari tabletlerin okunmasiyla Sümerler diye bir uygarlik ortaya çikti ve tarih Sümerlerle baslar denmeye baslandi. Dikkat edilirse tabletleri bulanlar da okuyup yorumlayanlar da Fransiz ve Ingiliz ve sadece konsolos,tarihçi bile degiller. Sonuç ve yorumlar ne kadar saglikli olur sizce?M.K. Atatürk diyor ki:”Asla süphem yoktur ki Türklügün unutulmus büyük çagdaslik özelligi ve büyük çagdaslik yetenegi bundan sonraki gelisimiyle gelecegin yüksek çagdaslik ufkunda yeni bir günes gibi dogacaktir.”Atatürk hiçbir seyi laf olsun diye söylemez.Tarih bunun kanitlariyla dolu.Atatürk o yillarda bile Türklügün kökeni konusunda 2000’li yillara göre çok daha ileri bilgilere sahipti. Örnegin Gençlige Hitabesinde ”muhtaç oldugun kudret damarlarindaki asil kanda mevcuttur” derken kesinlikle irkçilik yapmiyor, kültür ve mayanda bu güç var zaten demeye getiriyor. ”Övün, çalis, güven” diyor Yüce Atatürk… Öncelikle övün diyor, niye? Geçmisinle övün ki gelecek için güven duyabilecek bir özgüven olussun. Bugün sikintida olsan bile geçmisinle övün ve çok çalisarak gelecegini güzellestir bunun için gerekli güç binlerce yillik kültüründe zaten mevcut! Atatürk’ün mesaji bu, iyi anlamak gerekiyor. Atatürk’ün rastgele söylenmis hiçbir söz ya da açiklamasi yoktur.GÖKTÜRK tarihi Batililar tarafindan kasıtlı olarak uydurulmustur. Jean Paul Lou’nun ”Türklerin Tarihi” adli kitabinda Göktürk Imparatorlugunun 525’de BUMIN HAN tarafindan kuruldugu iddia edilir. Orta Asya Türkçelerini bilmedigi için de profesörlerimiz bu kitabin içerigini Fransizca’dan çevirip hap gibi Türk Tarihi diye bize sunmuslar. Düşünün şimdi bir. Orta Asya Türkcesinden Fransizca ya çevriliyor ( ne kadar sağlıklı çevirildiği yada nasıl işlerine geliyosa öyle çevrildiği de tartışmalı ) sonra bizimkiler onu Fransizca dan Türkçeye geri çeviriyorlar.Oysa kitabin yazari J.P.Lou ”Bumin” diye bir sözcügün olmadigindan haberi yok. Dogrusu ”Bümin” ve atalarim” anlamindadir. Bumin Han diye biri yoktur, ”Bümin Kaan Istemi” vardir.Bümin Kaan Istemi M.Ö 879’da Türükbil egemenligini, Türük Egemenligini, Türük Konfederasyonunu kurmustur. Batililar M.Ö. 879’da mevcut olabilecek bir Türk devletini kabul edemeyecegi için Bümin Kaan Istemi adini yok saymayi tercih etmistir.Öte yandan GÖKTÜRK Imparatorlugunun kurulus ve varolus bilgileri diye hiçbir belge ve yazit yoktur. Verilen bilgilerde Türükbil Tarihinin bilgileridir.Gelinen noktada öncelikle Göktürk Imparatorlugu denen olusumun yeniden incelenmesi gerekiyor. Greklerden önce Yunanistan’a ilk adini veren Öntürklerdir. Yunanistan’in adi ”IÇIOK” tur. Yunanistan’daki Yunanlilarin bir kismi dogrudan dogruya Ulukent’e Kizilcalik Vadisinden kalkip Yunanistan’a gelen Öntürklerdir ki bunlari adi ”ÖKRIK” tir, ”gök” kelimesi de buradan gelir.Simdi bu gerçekler kaps aminda Yunanlilar Ege Denizinden nasil hak iddia edebilecekler? Daha da ilginci su:Pelas soyundan olan Attika halki Helenlesirken dillerini de degistirirler. Kim diyor bunu? HEREDOT! Nerede söylüyor? Birinci kitap 57’de. Peki Pelaslar kim? Pelaslar Etrüsk’tür, Türk’tür! Bunu bugün Yunanlilar da Batililar da kolay kolay kabul edemez. O halde çiksinlar 5–6000 yil öncesine iliskin bir Yunan yaziti göstersinler de bir görelim! Ama bulamayacaklar… M.Ö. 8. yüzyilda Avrupa’dan bir tek sehir adi sayilamaz, yoktur.Oysa biz 4 Türk sehrinin o tarihlerde Avrupa’da var oldugunu söylüyoruz:– Abakan Sarayi– Serene– Urkun Boluk– Karabalgasan Ön Türkler bu sehirlerde yerlesik olduklarina göre simdi kim göçebe Avrupalilar mi, Türkler mi? Kim Avrupa’li kim degil? Kuzey Ispanya Lasparsiya Magarasinda bulunan 14000 yil önce yazilmis bir yazit var. Yazit üstelik Ön Türkçe yazilmis! Buna ne demeli? Ön Türklerde ”ÖKÜK” kelimesi çok önemli, rabbani demek. Ilahi bu kavram daha o yillarda kullaniliyor.Norveç’li profesör var, adi Shell ARTUN. Kendisine Norveç Bilimler Akademisinde bir deli gözüyle bakilmaktadir çünkü 1994 yilinda üniversite dergisindeki yazisinda diyor ki: ”Dogudan gelen Runik Yazilari Orta Asya’dan geliyor ve bilinenin aksine 2000 yil daha eskiler. Shell Artun ayrica runik yazilarinin Alman kökenli degil Türk kökenli ya da Asya kökenli oldugunu söylüyor.Yil 2008 ve Isveç’te bir köy Isveçli olmalarina ragmen Türk asilli olduklarini israrla iddia ediyorlar.Şimdi bütün bunlar masal mi ya da raslanti mi?Etrüskler Avrupa Medeniyetini kuran bir halktir. Etrüskler Ön Türklerdir. Dolayisiyla Avrupa Uygarliginin temelinde Türkler var.” Ancak bu savi Bati kabul etmiyor ve ”Evet Avrupa’da ilk devleti kuran Etrüsklerdir ancak bunlar Türk degildir” diyorlar. Avrupalilar Avrupa’nin en eski medeniyetinin Yunan Medeniyeti oldugunu söylüyor. Bu nedenle Etrüsklerin de alfabeyi Yunanlilardan aldigina inaniyorlar. Kanit olarak da 754 tarihli MARSILIANA TAHTASI gösteriliyor. Hiçbir dayanak olmamasina ragmen bu tahtadaki alfabeleri Etrüsklerin Yunanlilardan aldigini kabul ediyor, Bati. Ancak tutarsizlik ciddi boyutlarda! Ne Fenikeliler ne de Yunanlilar da hiçbir alfabe çalismasi olmamistir tarihte.. Buna karsin Etrüsklerde 7 ayri alfabe var. Yeni alfabe çalismasi olan tek halk Etrüsklüler.Bu bilgiye ragmen Batililar alfabeyi Etrüskler Yunanlilardan aldi demeyi inatla sürdürüyor. Etrüsk alfabesinde bugün hala kullandigimiz A,B,C,D,E harflerini MARSILIANA Tahtasinda belgelidir. Bunlar Italya’da bulunmus Etrüsk Yazitlari, dikkatinizi çekerim. Avrupalilar Yunanlilarin Italya’ya ilk medeniyeti getirdigini kabul ediyor ve ön yargiyla 764’te Etrüsk’le tarih baslar diyorlar. Çünkü onlara göre Etrüskler alfabeyi Yunanlilardan aldi. Oysa kesin bir gerçek daha var atlanan. Dünyada alfabe üzerinde çalismis tek halk Orta Asya Türk alfabesi üzerinde çalismis Türk ve Etrüsk halki. Simdi bu durumda alfabe üzerinde hiçbir çalismasi olmayan Yunanlilardan Etrüskler nasil alfabeyi kopya etmis olabilir?Butün bu gerçeklere ragmen Bati neden her seyi Yunanlilara mal etmeyi tercih eder? Yazitlarda açik seçik görülüyor, Etrüsk Alfabesindeki harflerin karsisina Yunanlilar o harfe benzeyen kendi harflerini koymus ancak alfabenin prensiplerini ise degistirmemisler. Avrupa’nin böylesine mantik disi bir kabulü bu kadar yil yapiyor olmasi oldukça düsündürücü.Üstelik dogru dürüst hiçbir yazit okumadan, çözmeden! Manali tek sözcük yok okuduklari.Etrüsklerin anavatani ETRURIA, FLORANSA (Orta Italya). Orada Prof. Comporeale’ye Orta Asya’dan Türklerde 5 tane ”T” harfi oldugunu bulgulariyla gösterir Kazım Mirşan. Italyan inanmakta güçlük çeker, sasirir. Italyanlarda kendi tarihine iliskin arastirmalarda PERUGIA’da bir tas bulunca artik Avrupa’nin tarihi belli oldu, bu ETRÜSKLERE ait bir tas dediler. Olay 1940-50’lerde geçer ve Italyanlar sevinçten uçaklarla halka bildiri atarlar. ”Geçmisimizin belgesini bulduk” sloganiyla ortaligi ayaga kaldirir Italya. Italyanlarin bir baska yanlisi ise Etrüsklerin Yunanlilarin o bölgeye çikisindan sonra 750 yillarinda orada yasadiklarini kabul etmek. Etrüsklerin sözcükleri var ve Etrüsk yazitlari genelde dini kavramlar içerir. Etrüskçe sözlük neredeyse tümüyle Türkçe sözlerle dolu, rahatça anlayabilecegimiz sözler. Sümer yazisinda ise farkli bir durum var. Adam balik resmi yapiyor, balik diye okuyor, yani okumaya bile gerek yok. Öte yandan bazi Batili bilim adamlari Etrüsklerin Türk olduklarini kabul ediyor. Ancak bu bulguyu genel Avrupa fikir sisteminde kabul ettirebilmis degiller. Bu fikri savunan Avrupalilardan birkaçi söyle: Etrüskler adli eserin yazari TAYLOR Delanguage Rusk eserinin yazari Bahon CARRA ve VUKS. Erzurum Cunni Magarasinda bulunan Hiyeroglifler Misir yazisinin Anadolu’dan gittigini gösteriyor. Cunni magarasinda bulunan 18 tane harf Misir Hiyerogliflerinde de aynen var günümüzden 5000 yil öncesine ait, bu durumda Misir’a yazi Anadolu’dan gitmistir. Bugün Misir yazitlarinin kökenini gösterecek hiçbir belge yok, tek kanit Anadolu’dan Erzurum Cunni magarasindan çikiyor.Anadolu’dan Misir’a yazi 5000 yilinda gitti 2000 yil daha geri giderek Anadolu’daki Etrüsk yerlesimi baslangicini da düsünürsek toplam 7000 yillik bir süreç ortaya çikar.Atatürk ne demisti animsayalim: ”Anadolu 7000 yillik Türk besigidir.” Bugün Iskandinav ülkeleri Iskandinav Runik yazilarinin kökenini DINYEPER bölgesinde (eski önTürkçede adi OZU NEHRI – OZU OGIZ) aramaktadirlar. Dinyeper bölgesinde BIR OYBIL Devleti vardir. Iskandinavlarin bir baska arama noktasi ise Val CAMONICA’da Italyan Alpleridir. Italyan Alplerinde Ön Türkçe yazilar bulunmustur.Yani Iskandinavlar RUNIK yaziyi icat falan etmemisler, disaridan getirmisler. Bu durumda RUNIK yazisi nereden gelmis olabilir? Bulgular Runik yazisinin Ön Türkçeyle yakin benzerligini vurguluyor.Öyleyse? Sümerlerin Türk oldugu, daha 1936 Türk Dil Kurumu Kongresinde tartisildi ve ünlü Fransiz Sümerolog Hiler Barentan ve diger yabanci bilim adamlari da bu savi dogruladi.Tarihin baslangicinda iki Türk Devleti var biri ETRÜSKLER biri de PELASKLAR’dir. Pelask ulusu Yunanistan’a Yunanlilardan bin yil önce gelip yasamistir. Bu durumda Yunanistan’da Yunanlilardan önce bir Türk Devleti kurulmus olmuyor mu? Arastirmaci Adile AYDA Latin Alfabesinin Pelesklerden geldigini savunuyor.Buna ne buyrulur! Acaba tarih yeniden mi yazilmali? 1997 yili Mart ya da Nisan ayinda Cumhuriyet Gazetesi’nde Ahmet Taner Kislali’nin bir yazisi çikar: ”TARIH YENIDEN MI YAZILMALI?” Bu savi da asagidaki bulgulara dayandirir yazisinda:Fransa’daki bazi bilim adamlarinin bulgulari, kütüphanelerdeki bulgular Türklerin yaklasik 2200 yil önce Istanbul’a geldiklerini kanitliyor. Hatta buraya ”ASTANBOLIK” adini vermisler. ASTAN Ön Türkçede ”GÖK”, Zazacada ”GÖKYÜZÜ” anlamina geliyor. ”BOLIK” de ”KENT” anlamina geliyor. Türkçede KENT.Örnegin Hun Devlet geleneginde Ordu karargâhlarinin oldugu yere özellikle Uygurlarda ”ORDUBOLIK” deniyordu ve ayni zamanda buralar”baskent” anlamina da geliyordu.Bir baska açidan bakildiginda yillardir bizlere söylenen ”Türk Tarihi ORHUN Yazitlariyla Baslar” ifadesi ne yazik ki gerçekçi olamiyor.Dönüp dolasip yine Yüce Atatürk’ün su ifadesine geliyoruz: ”Bu memleket 7000 yillik bir Türk Besigidir ve bu besik de medeniyetin özüdür.”Bu söz bosuna ya da rastgele söylenmis olamaz bize göre.Aslolan dogrularin ortaya çikmasi, zira zaman en kutlu yargiçtir. Zaman hiçbir biçimde gerçegin çok uzun süre gizli kalmasina izin vermez. Türk Ulusunun uygarligin besigi olduguna dair bulgular er geç kanitlanacaktir.Alman Tarihçi HAMMER söyle demisti bir zamanlar: ”Tarih Türklerden çok sey ögrendi. Onlarin elinden çikma öyle eserler var ki bunlar uygarligin birer ziynetidir.”La Martin ise: ”Bence insanliga seref veren Türk ulusunun düsmani olmak insanligin düsmani olmaktan farksizdir.”Martin Luther King Almanlara söyle seslenir: ”Ey Almanlar, birakiniz Türkler Almanya’yi istila etsinler, hakkin adaletin ne oldugunu size Türkler ögretecektir.”Bu sözler acaba neden söylenmis, düsünmek gerek..Türkiye’nin 2 kati yüz ölçümüne sahip Mogolistan’daki arastirmalar gösterdi ki ”Ben Türküm” diye haykirmayan hiçbir anit, hiçbir yazit, hiçbir bengü tasi yok oralarda.Bulgular artik sunu belgeliyor: KÖLTIGIN, BILGE KAGAN ve TONYUKUK yazitlari Türklerin ilk yazitlari degil. Türk dili burada deyim, vecize, atasözü düzeyine ulasabiliyor ancak. Alfabe tesadüfi bir alfabe olmayip ORHUN’a gelinceye dek mükemmellesmis ve imlakurallari sekillenmeye baslamistir.Italya’da Piacenta Settina bölgesinde ki PO ovasinda, bir Etrüsk aniti var. Bronzdan yapilma tas degil sapasaglam hiç bozulmadan günümüze dek kalabilmis.Anitta bir piramit figürü görünüyor. Piramidin güney tarafi Etruria’yi gösteriyor, bugünkü Italya’da. Öbür tarafi ise Avusturya’daki Kelt Bölgesini gösteriyor. Piramidin bir diger ucu ise Fransa’daki Glozel’i gösteriyor. Yani bize demek istiyorlar ki biz Glozel halki, Etrüsk halki ve Avusturya’da yasayan Etrüskler ayni halkiz…Bu anitta bir de ”göz” figürü var. Gözün yaninda ”ESIÇIN ELIZ” yazili yani ”senin anmakta oldugun halk” O ne demek? ETRÜSKLER! Ayrica ayni yerde ”OK ULUYUZUG” demis. Animsanacaktir Türkler kendilerine çok eskiden ”OK” diyorlardi, Türk demeden önce. ”OK” yüceligi, yani ”Ok hakimiyeti” anlamina geliyor. Burada ayrica ”Esibiz es uçulusug” diyor, ”bize bagli liderlik” anlaminda bu da GLOZEL’i gösteriyor, çizgileri takip edince.Anitin üst kisminda ”uzatikulir uçuz”, -uzaktaki liderlik- anlaminda yani güneydeki ülkeler demek oluyor.Buradaki en önemli yazi ”usuluçun” ifadesi. Usulmak yani vücut buldugunuz yön. Us vücut demek, Bati ”corpus” diyor. Etrüskler ”us” kelimesini Tanri manasinda da kullaniyor. Yani bizi yaratan Tanri var ya iste onun bulundugu yön deyip doguyu gösteriyor, oradan geldik demek istiyor. ”Eziçiz esis atab” diyor yine, ”atab”- atanan sey- bugünkü anlaminda. Yani ”transfer olanlar bölgesi” demek istiyor.Heredot’ta Anadolu’dan gelenler Umbria’ya yerlestiler” der kitabinda. Tümüyle dogru! Etrüsklerin bu ifadesini de Heredot dogrulamis oluyor. Umbria’ya yerlesenlere ”transfer olanlar” diyor. Daha ne desin?Türklerin ana yurdu neresidir diye sormak gerekmez mi artik? Orta Asya midir? Italya’da Etrüsklerin oldugu Orta Italya midir? Nedir?Türkler tarih boyu toplu halde alti yerde bulundular.”:– Issik Gölü ve civari– Ural Daglarinin güneyi Sölgentas Magarasinin bulundugu yer.– Tavas ve civari (Bu Türklerin asil ana yurdudur – Kazakistan)– Sibirya Ulukent Havzasi– Dogu Anadolu– Güney Bati Fransa (Burada Türkler yasamis)Türkler Dogu Anadolu’da Misirlilardan önceki dönemde bulundu. Misir yazisi da buradan Misir’a gitti. Bu alti yerin hepsi de Türklerin ana yurdu oldugunu göstermez. Türkler birinden digerine gitmisler ve yer degistirmisler sürekli…Türklerin ana yurdu Kazakistan’ dır. Etrüsklerin sembollerinden birçogu Kazakistan’da görülen sembollerin aynisi. Etrüsklerin Avusturya’da biraktiklari eserler de ayni.Kanadali bir hanim arastirmaci EZEL, Kanada’ya daha 12. yüzyilda yani Isa’dan 1200 yil önce Orta Asya’dan Türklerin gelerek oraya yerlestigini, Apaçilerin Türk oldugunu söylüyor. Gel de simdi çik isin içinden dimi! Popper’in dedigi gibi ”bilimin günümüzdeki en önemli özelligi yanlislanabilir olmasidir. Yoksa bilim bilim olmaz, dogma veya ideoloji olur.”Simdi de tekrar Yüce Atatürk’e kulak verelim:
”Dünya yüzünde ondan (Türk) daha büyük, ondan daha ESKI, ondan daha temiz bir millet yoktur ve tüm insanlik tarihinde görülmemistir” (1929)”Türk yurdu daha çok büyüktü yakin ve uzak zamanlar düsünülürse Türk’e YURTLUK etmemis bir KITA yoktur. Bütün dünyada Asya, Avrupa, Afrika hatta Amerika Türk atalarina Yurt olmustur.” Anadolu ise Gerçek Türk beşiğidir!
Yazan:Rukiye DUYGU
02/10/2015
Not:Yayınlanmasını ve Uluslararası Standart Kitap Numarası (ISBN) ile bandrol alınmasını istiyorum
YORUMLAR
Yazınızı ilgiyle ve severek okudum. Elinize ,yüreğinize ve kaleminize sağlık..Sağlıklı ve sevgiyle kalın...!!