SUYA YOLCULUK -2-
taksim
Bugün cumartesi. Saat sekiz. Hala yataktayım. Gece uyandım birkaç kez. Hem hüzün hem huzur vardı içimde. Ikisi birden nasıl oluyor diye düşünmedim bile. Bir haftadır kendime düşünme diyorum. Mademki hüzünlüyüm kabul. Huzurluysam sorun yok zaten. Karnıma dokunuyorum. Sabahın neşesi sarıyor içimi. Onbir buçukta Taksim otobüsüne bineceğim. Yaklaşık üç aydır Yıldız’la yoga kursuna gidiyoruz. Bugün on sekiz hafta dolacak. Böylece kursun birinci bölümü bitecek. Haftaya ikinci bölüme başlayacağız. Daha erken, yatakta bir saat kitap okuyabilirim. Başucu kitabımı alıyorum elime. Yazılar canlı, parlak. Gece yatmadan önce derin ve gizemliydi bu sayfalar. Öyle coşkuluyum ki, bir an önce kalkıp gitmek istiyorum. Yıldız’ a mesaj yazıyorum. Erken çıkıp Hamurabi’ de kahvaltı edelim. Anında cevap geliyor, tamam. Kurs ikide, on iki, bir gibi taksimde olsak bol bol yeter bize. Önce bonyoya girmeliyim . Duş alıp saçlarımı yıkamalıyım. Pencereden dışarıya bakıyorum. Ilık bahar havası ... anıları canlandıran bir koku var. Yok, neşemi bozmayacağım. Suyun altındayım. Saçlarımı iki kez yıkıyorum. Limonlu ve zeytinyağlı şampuan saçlarımdan akarken içim de dışım gibi arınıyor sanki. Kafama havluyu sarıyorum. Kuş kadar hafifim. Buzdolabından daha önce hazırladığım salatayı çıkarıyorum. Hamurabi’ de hamur yiyeceğimiz için, hücrelerimi şimdiden besleyeyim diyorum. Salatayı yerken internetten otobüs saatine bakıyorum. Evet, bu hafta da on bir otuz dokuz. Her hafta değişiyor taksim otobüs saatleri. Önceleri bunu bilmezdim. Dakikalarca otobüs beklerdim. En azından bir ay aynı saat geçerli olur diye düşünürdüm. Meğer öyle değilmiş. Belediye her hafta değiştiriyormuş taksim otobüs saatlerini. Şimdi akıllandım. Evden çıkmadan mutlaka kontrol ediyorum internetten. Salata bitti. Saçlarımı kurutuyorum. En spor giysilerimi giyip on dakika önce çıkıyorum.
Otobüs tam vaktinde geldi. Eski tip olan halk otobüslerinden biri. Bu arabalar çok havasız oluyor. Ayrıca fren sistemi ilkel olduğu için çok sarsıyor. Kısmet diyorum. Neyse ki cam kenarında oturacak yer var. Otobüsün içi ferah bu safer. Dışarıyı seyrediyorum. Laleler açmış. Kırmızı ve beyaz. Ama, bir yerde pembe laleler görüyorum. Pembe laleleri daha önce görüp görmediğimi hatırlamıyorum. Ömer Hayyam’da inip çirkef sularının sızım sızım sızdığı Balo Sokak’tan yukarı çıkıyorum. Burnumun doğrusunda yürüyorum, gözüm sağa sola kayarsa nahoş görüntülere canım sıkılabilir. Sağ taraftaki sulu yemek lokantası gözümden kaçmıyor ama. Her zaman vitrinde çeşit çeşit yemekler hazır bekliyor. En çok biber dolması dikkat çekiyor. Bu mevsimdeki biberler kesinlikle hormonludur.
Sokağın pejmürdeliğine rağmen lokanta iştah açıcı. Benim gibi obur birisi için normal bir yorum bu. Sokağın pejmürdeliğine rağmen lokanta iştah açıcı. Benim gibi obur birisi için normal bir yorum bu.
Dar ve kirli sokak bitecek birazdan. Karşıda sürekli baharat ve kuruyemiş aldığım Tuğba göründü bile. Lüks mahalleye geldim. Taksim yan sokaklarıyla bir bütün elbette. Ancak İstiklal Paris ise, yan sokakların çoğu Hindistan. Önce bankamatikten para çekmem lazım. Hızlıca işimi hallediyorum. Bugün maaş günüm. Parasal güven başka bir hafiflik veriyor bana. Doğruya doğru, parasız yaşanmıyor. Daha erken Hamurabi’ye gidip oturuyorum. Karnım zil çalıyor. Gerçi aç olmasam da burada çayla bir şeyler atıştırmayı seviyorum. Yıldız gelene kadar ne yesem acaba? Adı hamurabi olan bir yerde, hamursuz bir yiyecek yok tabii. Çayla bir peynirli boyoz istiyorum. Istanbul’da bir süredir boyoz meşhur olmaya başladı. İzmir’e gittiğim yıllarda hiç boyoz yememiştim. Telefonum çalıyor. Bu sefer, kalbim yerinde. Çünkü Yıldız’ın arayacağını biliyorum. Gelmek üzereymiş. Ben çay ve boyozlo hoş anlarımdayım. Yıldız kızıl saçlarıyla, yemyeşil iri gözleriyle, ve kıpkırmızı trençkotuyla salına salına geldi. Yoga kursuna yeni başladığımızda, ilk hoca -Dilek Hanım- ikimizi çok benzetmişti. Kardeş olduğumuz gün gibi ortadaymış, tek fark sadece birimizin beyaz, diğerimizin kara olmasıymış- beyaz olan benim-. Şimdiki hoca ise- Serdar Bey- birbirine hiç benzemeyen iki insan nasıl kardeş olur diye hayretlerini bildirmişti. Bana kalırsa bazen benziyoruz.
Hamurabi’yi keşfeden Yıldız’dı. Iki peynirli boyoz, iki dilim kürt böreği, kürt böreği şekerli olsun. Yıldız’ın değişmeyen siparişi. Artık garsonlar onu tanıyorlar. Gülümsüyorlar ona, hoş geldin diyorlar. Bir haftanın birikmişlerini konuşuyoruz. Muhabbetin bir kısmı seçimler üzerineydi. Neyseki bitti diyorum. Hoşlanmadığım bu konuları geçiyoruz çabucak. Yıldız’a kelebekli bilekliği veriyorum. Çok seviniyor, beni şımartıyorsun diyor bu hoşuma gidiyor, abla olmak kolay mı? On beş gün önce, kurs çıkışı Mis Sokak’ta, dışarda masaları olan bir kafede oturmuş çay, kahve, bira içip çok özel konularda birbirimize açılmıştık. Ona bir teklifte bulunmuştum. Abla- kardeş değil de arkadaş olalım diye. Gel geçmişin yüklerini atalım üzerimizden, sıfırlanıp arkadaş olalım demiştim. Ne zaman dertleşsek, kırılganlaşıyorduk çünkü. Abla olmanın sorumluluğu vardı ve kötü zamanların faturası hep bana kesiliyordu. O günden sonra, hala ablayım ama samimiyetimizde artış oldu. Boyozdan sonra su böreği istedim. Artık şu hamur işlerini bıraksak diyorum. Yıldız nazlanıp, olmaz bu keyiften vazgeçmem diyor. Hafifçe köylü gibiler. Çocuk saçlarını bolca jölelemiş. Ilginç olan masada sadece çocuk börek yiyor. Kadınlar oturuyorlar. Acaba paraları mı yok ? Delikanlı, tepeleme kıymalı böreğe pudra şekeri döktürmüş, peşinden atlı koşturuyormuşçasına hızlı hızlı yiyor. Kadınlardan biri çok yaşlı, yüzü lekeli. Çok gariban bunlar. Kendimi delikanlının yerine koydum. Onlar yemezken bencil bir iştahla yer miydim böyle? Genç, güzel bir kız giriyor içeri börek fiyatını soruyor. Kızı seyrediyorum, yandaki masayı unutuyorum. Ikinci çaylarımızı içip kalkıyoruz, Yıldız, bu sefer ben ödeyeyim diyor. Daha vaktimiz var, sahaflar çarşısına gidiyoruz.
Yıldız, Turgut Uyar’ın şiir kitabını almak istiyor. Iki taraflı, sıra sıra dizili eski kitap dükkanlarını seyretmek hoşumuza gidiyor. Daracık dükkanlardan taşmış gibi koridorlar silme kitap dolu. Sanki bir anda, arayıp da bulamadığım bir kitapla karşılaşacağım. Çocukluğumda heyecanla okuduğum eski cep fotoromanlarından tutun da, en kral ideolaji kitaplarına kadar akla gelmedik nice kitap istiflenmiş durumda. Cep fotoromanlarından birkaçına bakıyorum, belki hatırlarım oyuncuları diye, ama tanıdık bir yüze rastlamıyorum . Birine soruyoruz, Turgut Uyar’ı. Satıcı önce Saatte’yi getiriyor. Üstünde bütün şiirleri yazan bu kitap otuz lira, bize pahalı geliyor. Dünyanın En Güzel Arabistanı’nı soruyoarum. O daha ince ve daha ucuzdur diye düşünüyorum. Satıcı genç koşup getiriyor kitabı. Parasını sorunca, içinde yazıyor diyor. Ilk sayfada iki yüz Türk lirası yazdığını görünce sanıyorum ki iki lira, çok ucuzmuş gerçekten diyorum. Fakat genç satıcı, hanfendi iki yüz TL, diyor üstüne basa basa. Gözleri de yüzümüzdeki ifadeye odaklanmış, bakalım şimdi ne diyeceksiniz dermiş gibi. Şaşkınlığımız geçince anlıyoruz, bu baskının ender bir baskı olduğunu. Eski ve değerli kitaplar üzerinden bir muhabbet başlıyor armızda, dükkanın yaşlı sahibi geliyor bu arada, sohbete o da katılıyor. Evdeki eski kitaplarımı satmak istediğimi söylüyorum, her türlü kitapla ilgilendiklerini söylüyorlar. Uzun zamandır kitaplıktaki kitapların çoğunu ayıklamak istiyordum. Bari az da olsa geliri olsun . Turgut Uyar’ın tüm şiirlerinin olduğu kalın kitabı -saatte- alıyoruz.
Saat ikiye beş var, yan sokağa koşar adım giriyoruz. Apartmanın dördüncü katına nefes nefese çıkıyoruz. Normalde dört kat çok fazla değildir, ama bu eski binaların bir katı iki kata bedel sanki. İçerden tütsü kokusu geliyor, her zamanki gibi. Derste dört kişiyiz. Bir haftanın yükünü atıyorum bu odada. Bilgi yavaş ve mağrur. Hiç acelesi yok kelimelerin. Aylarca kelimelerle paylaşılan sessizlik kalbimi sağalttı. Bu sessiz akışı anlatacak kelimeleri belki bir gün bulabileceğim. Bir yolculuk bu esasında. Son ders diye bir şey yok. Yine de on sekiz hafta asıl yarın tamamlanacak. Çıkışta Yıldız’a, yarın çiçek alalım, belki bir de tatlı alırız, final dersini kutlamış oluruz, diyorum.
Turgut Uyar diyor ki: ama sizin adınız ne? / benim dengemi bozmayınız. Bu şiiri okuya okuya dönüş yoluna geçiyoruz.
....
devam edecek.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.