- 1233 Okunma
- 14 Yorum
- 0 Beğeni
KAZA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Telefonun sesi ile oturduğu koltukda irkildi Mukadder Hanım. Zaman zaman aldığı ilaçların etkisi ile zaman zaman da şekerinin yükselmesinden olacak, yaşlı vucudu onu artık taşımıyor, televizyonun karşısında kısa süreli de olsa uyukluyordu. Zaten gece uykuları artık eskisi gibi düzenli değildi. Kâh uyuyor kâh uyanık. Uyanık olduğu zamanlarda yatak odasının penceresinden ışıl ışıl Cemal Gürsel caddesi’nin hareketliliğini izliyordu. Gözlerini açtı mahmur mahmur telefonun sesinin ne taraftan geldiğini tayin etmeye çalışarak yavaş hareketlerle telefona doğru uzandı. Titreyen elleri ile gözlüklerini gözüne yerleştirip, telefonun tuşları arasından aç düğmesini bulup, bastı. Arayan eski talebelerinden birisi bir kadın sesiydi.
- Hocam beni aramışsınız. Ben Nimet. Merhaba ellerinizden öpüyorum. İnşallah güzel bir haber vardır diye aradım. Yoksa yine arkadaşlar ile toplanacakmıyız.
- Hı senmisin Nimet. Yok be yavrum yanlışlık ile basmışım. Seni mi aramışım? Kusura bakma Neyse bu vesile ile görüştük. Iyimisin. Yok, yok öyle bir toplantı olursa sana haber veririm. Bu arada geçmiş bayramın da kutlu olsun.
- Sizin de geçmiş bayramınız kutlu olsun hocam. Kusur olurmu? Kusur bizden. Bizim sizi aramamız gerekirdi. Bilakis sesinizi duymaktan çok memnun oldum. Iyimisiniz.
- İyiyim sağol yavrum. Hadi seni meşgul etmeyeyim işin gücün var. Öpüyorum seni. Hoşça kal.
Deyip kapattı telefonu. Çok eski zamanlardan kalma bir alışkanlıktı. Uzun, uzun telefonla konuşmazdı. Yeni nesilin elinden düşürmediği bu telefonlar Mukadder Hanım için önemli durumlarda kullanmak üzere sadece haberleşme aracı idi. Kocası şarka görevli gittiğinde uzun aylar boyunca konuşması gereken önemli mevzularda akşamı, çocukların yatmasını bekler, sonra kağıda kaleme sarılır, sonu gelmeyen uzun mektuplar yazardı. Kocası Sami her zaman “sen asker eşisin. Güçlü ve dirayetli olacaksın” derdi. Havacı pilot olan eşini yıllar önce doğuda bir görev sırasında kaybetmişti. Emekliliğini göremeden iki çocuğu ile onu yalnız başına terkedip gitmişti. Eşinin vefatında çocuklar üzülmesin diye gizli, gizli çok ağlamıştı. Ara sıra erken terkedilmek ve hayatla mücadelesinde yalnız bırakılmaktan dolayı Samiye küskünlüğü olsa da çabucak toparlardı kendini. Severdi kocasını. Babalarını kaybettiklerinde çocuklar epeyi büyümüştü, Oğlan Mülkiye’de üçüncü sınıfta, kız da Tıp Fakültesi altıncı sınıfta idi.
Yorgun bedenine yavaşça yüklendi ayağa kalkmak için. Ama nafile. Senem hanım da hâla gelmemişti. İyi bir kadındı Senem ama çok konuşkandı. Herkes ile ahbap oluyor, gittiği yerden hızlıca gelemiyordu. Altı yaşındaki kızının öğretmeni aramış, arka sokaktaki okuldan onu alıp gelecekti. Oysa şu an yanında olup öğlen yemeği hazırlıklarını yapması gerekiyordu. İlaç saati de yaklaşmıştı. Çok susamıştı. Halbu ki ağır bir şey de yememişti. Sabahki yemeğinde menu altı zeytin kibrit kutusu kadar da peynir bol salata ve iki dilim kepek ekmekti.
“Of”, dedi içinden iç geçirerek. "Yaşarken birine bağımlılık ne kötü şey" diye düşündü. Bir an gençliği gözünün önüne geldi. Hasanoğlan öğretmen mektebinden ayrıldığında İzmir Seferihisar’da bir köyde görev yapmıştı tam beş yıl. İzmir’den Seferihisar’a kadar günlük araç olmadığından eski bir kamyon ile geliyor oradan da beş kilometre patika yolda yürüyordu. Aynı yoldan akşam eve geldiğinde yorulsa bile mutlu oluyordu. Şimdi bir bardak su için dahi birilerini bekler olmuştu.
Bazen ölmesinin herkesin hayrına olacağını düşünüyordu. Bu kadar güçsüz ve birilerine bağımlı olmak gücüne gidiyordu. Bu kadar yaş bir insana fazla. “Sami sen ne kadar şanslıymışsın. Genç öldün bu günleri görmedin” dedi içinden, duvardaki Sami’nin resmine bakarak. Sonra Annesi ile Babasını düşündü. Babasının Samanpazarında küçük bir bakkalı vardı. Zerzevat ve kuru yiyecekler satardı. Ellili yaşlarında bir yaz günü aniden ölüm haberi gelmişti. Annesi ise ondan birkaç sene sonra bir bahar ayında öksürüklü bir hastalığa yakalanmış, kısa bir müddet yattıktan sonra o da hakın rahmetine kavuşmuştu. ”Ben” dedi. içinden “Ben bu hasta ve güçsüz halimde neden yaşıyorum”. Gözü saate kaydı. Saat on ikiyi geçiyor, “öğlen namaz saati olmak üzere” dedi seslice. Bir kez daha yüklendi yorgun bedenine bu sefer ayağa kalktı. Masanın üstündeki sürahiden bir bardak su koyup içti. Sonra tekrar dönerek yavaşça yerine oturdu.
Mukadder Hanım yerine otururken sol tarafında bulunan kızı ile oğlunun resimleri bulunan çerçeveye doğru sendelemiş çerçeveyi yere düşürmüştü. Kızı uzun seneler okuyup kalp doktoru olarak profesörlüğe kadar yükselmişti. Arkasından kızının oğlu da doktor olmuş, röntgen bölümünde uzmanlaşmıştı Bu sebeple gittiği Amerika Birleşik Devletleri’nde doçentliğini almak üzereydi ve eşi ile birlikte Amerika’ya yerleşmeyi düşünüyorlardı . Küçük torununu özleyen kızı da röntgen uzmanı oğlu ve gelinini görmek üzere Amerika’ya gitmiş haftaya dönecekti.
Uzanıp çerçeveyi zor da olsa alıp, eli ile çerçevenin üstündeki tozları sildi. Bir an oğlu Nihat’e kaydı gözleri. Yavrum dedi. “senin yerine ben ölmeliydim.” Kaymakam olan oğlunun cesedini Gölcük Depremi’nde yerle bir olan bir apartmanın altında bulmuşlardı. Mukadder Hanım’ın titreyen göz çukurunda kaybolmuş mavi gözlerinden yaşlar boşaldı. Oğlu hiç evlenmemişti. “Anne benim ne zaman nerede görev alacağım belli değil.” deyip kendini işine adamış, çok çalışkan bir çocuktu. Daha küçücük bir çocuk iken kıvır kıvır saçlarının arasına sıkıştırdığı gözlükleri ile bütün klasikleri okumuştu. Evde en heyecanlı tartışma konularını hep o açardı. Ablasını sıkıştırdığı zaman kızı annesine döner ”anne” diye yardım beklerdi.
Resimleri yerine koyup yüzünü camdan dışarı doğru çevirdi. Yapacak bir şey yoktu. Yıllardır bu acı ile yaşamaya alışamasa da yaşayıp duruyordu işte. Azrail gideceği kapıyı genç yada yaşlı demeden kendisi seçiyordu. Sonra gözleri Cemal Gürsel Caddesi’ne kaydı. “Ne kadar kalabalık” Diye geçirdi. Içinden “Okullar açıldığından olmalı” diye düşündü.
Evinin hemen yan tarafında karşıda petshoop vardı. Camı açınca kuş sesleri gelirdi. Camdan aşağıya bakıldığında ise ankaray ile belediye otobüs durağı yan yanaydı. Çok işlek bir cadde kenarı olan bu evi kocası rahmetli olmadan almışlardı. O zaman cadde ne bu kadar kalabalık ne de bu kadar işlekti. Apartman dairesi alacak paraları yoktu. Ancak variyeti iyi olan kayınpederi arsalarından birini satarak yardım etmişti. Biraz seslice ”Nur içinde yatsın.” Dedi.
El ele tutuşmuş gençler ile anne ve babasının ortasında bir kız çocuğuna takıldı gözleri. Çocuk sanırım öğretmeni ve okulu ile ilgili tatlı tatlı konuşuyor, anne ve babası da onu gülümseyerek dinliyor, bir taraftan da yürüyorlardı. Mutlu oldukları her hallerinden belliydi.
Mukadder Hanım elini televizyonun kumandasına attı. "Seyreden de yok" dedi. Yüzünü caddeden çevirmeden yanlış düğmeye bastı. Televizyonu kapatacağına kanal değiştirdi. Zaten bu televizyon gece gündüz hep çalışırdı. Ne zaman kapatmak istese kanal değişir. Televizyon kapanır gibi olup tekrar çalışmaya başlardı.
Caddede biraz ilerde sekiz yada on genç elinde kitapları ile otobüs beklemekteydi. Cebeci üniversite talebelerinin çoğunlukta olduğu yerlerden birisi idi. Az ötede ilerde birkaç yaşlı ve orta yaşlı hanım günlük alışverişlerine çıkmışlardı. Senem Hanım kızı ile onların arasındaydı. Mukadder hanım bu görüntülere alışkındı. Bazen aşırı gürültüden rahatsız olsada yine de bu hareketlilik yalnızlığına yoldaş oluyordu.
Cadde metrodan çıkan insanlarla birden daha da kalabalıklaştı. Bu arada iki belediye otobüsü de durdu şöförleri bağıra çağır aşağı indiler. Tartışıyorlardı. Biraz sonra şoförlerden birisi tekrar otobüsüne gitti. “Eyvah” diye bağırdı Mukadder Hanım “Eyvah çıktı, çıktı otobüs kaldırıma çıktı, durağa girdi ay, ayy ay herkesi altına alıyor,” Dedi Mukadder Hanım panikle ayağa kalkmıştı. “Ay ay Senem ve kızını da altına aldı” dedi ve sonra yere düştü. Mukadder hanımın gördüğü korkunç kaza sebebi ile kan şekeri düşmüş ve kalbi durmuştu.
Televizyonda bir alt yazı;
Saat 13.00 sıralarında Ankara Cebeci Cemal Gürsel Caddesi üzerindeki bir otobüs durağında Freni boşalan belediye otobüsü, durakta bekleyen yolculara çarptı. Ortalığı savaş alanına çeviren otobüs, bekleyenlerin üzerinden geçip kaldırıma çıktı.
YORUMLAR
Begendim.
Denemeniz çok güzel olmuş.
............................... Saygı ve Selamlar...
Fatma Oral
Hayat telaşı arasında fırsat bulup da yazabildigim yazıları bazen ertesi gün hiç okuyamadigim oluyor. Ancak her fırsati edebiyat defterinde değerlendirmek hoşuma gidiyor. Cok degerli Seçki kurulunun degerli secimleri ile kaza yazısinı günün yazısı olarak seçmiş olmasi beni ziyadesi ile onurlandirmistir. Secki kuruluna seçimlerinden dolayı çok teşekkür ediyorum.
evet ne yazki kazalar da kadere bağlanıyor oysa birazda dikkat etsek..
emeğinize sağılık selamlar.
Fatma Oral
Fatma Oral
Fatma Oral
Hayatın birbiriyle ilgisi, alakası yokmuş gibi gözüken kesitlerinin trajik kesişmesini akıcı bir üslupla resmetmişsiniz... Kadere ilişkin sorularımızın kısaca cevaplanması gibi...
Saygılarımla.
Fatma Oral
Güzel bir anlatım ve sürükleyici bir öykü hüzün de olsa ki hüzün de hayatın bir gerçeği iken.
Can-ı gönülden kutluyorum sevgili Fatma hanım. Tüm güzellikler sizinle olsun sevgili dostum.
Sevgilerimle ve en iyi dileklerimle...
Fatma Oral
Fatma Oral
Ülkemiz bu tarz kazalarda bayağı önde...
Özellikle bayram tatilleri geldiğinde, yüzlerce kişinin aynı anda yollara düşmesi
hep sıkıntı verir içime.. Çünkü ertesi günü gazeteler de okuruz bir kaç kaza haberi.
Dikkatsizlik, bencillik ve ihmalkarlık hepsinin sebebi. Ama ders alan yok ki :(
Fatma Oral
Çok güzel bir öykü olmuş Ankara'daki ihmaller zincirinden meydana gelen kaza yaız yaşayan bir kadının
öyküsüyle birleşmiş.
Yarın otobüse binmem gerekiyor ve artık otobüse binmekten, yaya olup kaldırımda bulunmaktan korkar olduk.
İlgililerden ise ses seda yok.
tebrikler. saygılar..
Fatma Oral
Değişim böyle bir şey...
Değişimle dertleşenler ve ömür denilen şeyin tekerlerin altına itilmiş zavallı canların beleş hayatları... Pardon ! Dikkatsizliğin mi diktanın mı bilemem..Ama ölenler öldü kalan sahalar bizim... Dünyada insan hayatının en ucuz ülkelerinden biriyiz... Ama dünyanın 16 altıncı ekonomisi olmamıza bakmayın ...
Burası can pazarı olsa da bedava hayatlar burada... Sorgusunu yapmayınız ..Öldürenin yanına kar kalan iyi bir ülkeyiz yinede...
Burası Türkiye....Her an bir köşede, her an bir aracın altında kalabilirsiniz..
Dikkat, burası Türkey !
saygılar