- 760 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İSO'NUN ORASI... ardahan öyküleri- 465
" Hayat Mükemmel" güftesi son Osmanlı şarkıcılardan Avrupada hal-i hazırdaki... Esma Recepova’nın ağzına yakışıyordu.
Pavyon tıka basa dolmuştu. Kafası kıyak adam masayı devirdi. Garson gözüyle irkildi ve seğirtti. Hemi de yetişti. Tek sürahiyi yakalayabildi.
Kalamar, haydari diğer mezeler ile otuz beşlik Yeni Rakı bardaklar, küllük adisyon kağıdı, sigara yere yıkıldı.
Şarkıcı ince sazın huzurunda pavyon sahanında oynayıp söylüyordu.
Adamın teki şarkıcıya eşlik ediyordu:
" Hayat mükemmel... biz anlayamamışız be annem!"
Şarkıcı... umuru mu? Cabaları toplamaya bakınıyordu.
Beste oynamağa müsait bir şarkıydı. Halay çekiyordu gençler. Askere gideceklermiş.
Esma Recepova’nın "caje sukarije" şarkısını Antep pavyonlarından getirilmiş "Aşkısı" isimli kadın, "playback" yapıp söylüyordu.
Öbür Antepli pavyon- kadını konsomatristi.
Bir koltuğa yaymışlar kadını. Masayı önünden almışlardı.
Barda bir iki kişi içiyor... sohbet ediyordular.
Az beri bu yana "halay"cılar. Bu gurup; askere yolcu gençler; yirmi otuz kişi vardılar.
Koltuğa yayılmış kadın, otuz genç arı peteğe dadanır öyle emiyorlardı konsomatrisi. Ayak parmağını ağzına emzik gibi almıştı biri. Kemo dedikleri konsomatrisin sırtındaki çili; öküz diliyle yalar öyle yalıyordu.
Kadın kendinde değildi.
İçmişti.
Herkes seyrediyordu.
Herkes çok rahattı.
" HAYAT MÜKEMMEL"
Pavyon sahibi İso bara dirseğini koymuştu. Sol elinde rakı kadehi, işmar ediyordu herkese.
" Değmeyin! Gençlerin gözünün kurtları kırılsın. Gözleri doysun."
Kimsenin niyeti yoktu gençlerin iştahını kaçırmağa.
" Köpek yavruları kancığı memeden kavrar emer."
Yirmi otuz genç daldıkça kadına... et namına her nereye... yalamak, emmek her şeyi tatbik ediyordular.
Engin Geçtan tıp eğitimini yurtdışında İngilizce okumuş.
Yabancı dilde eser veren yazar ve düşünürü Türkiye’nin azdır.
Halide Edip’in bir romanı İngilizce olacak, öyle biliyorum. Ahundzade Fetali Mirza Bey Farsça ve Rusça konuşmakla birlikte bu dillerde eser vermiştir. Osmanlı çağında yazar ve düşünürlerimiz yabancı dil merakları yanında bu dillere vakıftılar. Dil bilmek güçlüğünü yaşamadılar. Osmanlı mülkünde yabancı dil; hangisini istersen vardı. Her adım başı enva-i dil bilen, öğreten, kitap hepsi el altındaydı.
Ben pavyona gelmişim. Oturmuşum. Defterimi çıkarmışım. Cemil Meriç’in kitabında lisan bilmemiz üzerine yazmış olduklarını düşünüyorumdum.
Benim burda ne işim mi var? İnsanlara yabancı olmayan hiç bir şey bana da yabancı değildir:
- Psikanaliz bilir misiniz?
Ben burda çalışmıyorum. Tiflis’te Psikoloji bilimleri okutmuştu babam. Psikanaliz bu elimdeki şarap kadehi gibi acı kekrek tadar...
Erivan’da gri bir gece ortası terasımızda on üç kişi sade kahve içtik. Platon’un ruhlar alemi’ni konuştuk. Psikanaliz, sizin bana söyleyeceklerinizi sanırım Kars’ta bir geceydi alâ renge bulanmıştı gök, sohbetini ettiğimiz konumuzdu?
İşin saçma tarafı en saçmasını bile filozofun birinin çoktan söylemiş olmasıdır...
Psikanaliz... Janis Joplin’in " maybe" şarkısını dinledik.
Blues’un mavi mi, lacivert mi olduğunu konuştuk.
Ahıska’daydık; burayı severim. Yaşamakla psikanalizin ve ruhların ilgisini sorguladı arkadaşlarım.
Blues maviyse bu özgürlüğün simgesi değil midir?
Acı, hüzün, mezar ölüm Blues’dür.
Gerçekler, özgürlükten saymayacak mısınız?..
Gerçek- gerçek" deyişini İstanbul’da Şerif Mardin’den işitmiştim...
Psikanalizi en iyi konuşanları Moskova’da soğuk akşamda profesör akrabamdan işittim.
"Zihnimiz geriye sayar bilgisayar makinesidir."
Ruhlarımızın ne günahı vardır?
Big- bang’ten de öteye gitse... gidememesi için önerebileceğiniz bir isnat... oluşturamayacağınızı sanıyorum.
İso’nu ora nerdeyse böyle zulüm görmemişti...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.