- 645 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SU DEĞİRMENLERİ
Güneş ufukta, yavaş yavaş Kâhta’yı terk etmek üzereydi.
Esnaflar iş yerlerini kapatmış birer birer evlerine dönüyorlardı.
Babalarının dönüşünü uzaktan gören çocuklar oyunlarını bırakıp, “evli evine, köylü köyüne, evi olmayan sıçan deliğine” tekerlemesini söyleyerek evlerine koşuyorlardı.
Sokaklar yavaş yavaş boşalıyordu.
Mahmut, Kâhtalı esmer bir çocuktu. Gözleri, arkadaşlarının gözleri gibi boncuk boncuktu.
Bütün çocuklar gibi o da koştu, düştü, oynadı, acıktı…
Kâhtalı esmer çocuk Mahmut, arkadaşlarına iyi akşamlar dileyerek, babası gelmeden önce eve döndü.
Evlerinin ikinci katının holüne kilimler serilmişti. Kilimlerin üzerine karşılıklı minderler dizilmişti. Her mindere yastık konmuştu. Minderlerin arasındaki orta boşluğa sofra serilmişti.
Sofranın üzerine tepsi indirilmişti.
İşten dönecek olan evin babası, sofrayı hazır bulmalıydı.
Baba, sabah namazında evden çıkmıştı. Bu saate kadar demirci dükkânında ter dökmüştü…
Ateşin karşısında çalışmak, akşama kadar çekiç sallamak çok yorucu bir işti. İnsanın alnından, vücudundan çeşme gibi ter akardı…
Mahmut elini, yüzünü yıkamak için mutfağa girdi.
Mutfakta bir kazanda balcanén dew (yoğurtlu patlıcan) vardı. Ufak ufak doğranan soğanlar tereyağında iyice kızartılmıştı.
Meşe odununun közlerinde pişirilen güzelim Kâhta biberleri, bir tabağa konmuştu. Nar gibi kızartılmış yufka ekmekler, sulanmış olarak ekmek bezinin üzerinde katlanmayı bekliyordu.
Sofraya götürülecek kaşıklar, tabaklar da ayrılmış, kenarda bekletiliyordu.
Akşam sofrasının hazırlığını gören Mahmut, acıktığını hissetti.
Elini, yüzünü acele ile yıkadı. Çivide asılı duran havluyu aldı. Elini, yüzünü kuruladı. Havluyu çiviye geri astı…
Hole geçti, bir mindere oturdu. Babasının işten dönmesini beklemeye başladı. Ezan sesi geldi. Babası akşam namazını camide kılıp eve gelirdi.
Mahmut mindere uzandı. İki elinin parmaklarını birbirine geçirerek başının altına koydu.
Düşünmeye başladı: “Bu yıl beşinci sınıftan mezun olacağım. Ortaokula gideceğim. Liseyi ve üniversiteyi bitirerek öğretmen olacağım.”
Bu tatlı ve renkli hayallerinden, sokaktan gelen babasının sesiyle uyandı. Ayağa kalktı. Kapıdan aşağıya baktı. Babası Hatice hala ile sohbet ediyordu.
Mahmut mutfaktaki annesine seslendi:
—Anne, babam geldi. Hatice halayla konuşuyor.
Yemek, ekmek, tabak, kaşık, pişmiş biberler ve su sofraya getirildi. Demirci Mustafa hole girdiğinde sofranın kurulduğunu, herkesin oturduğunu, yemeğe başlamak için kendisinin beklendiğini gördü. Kendisine ayrılan mindere oturdu. Yemeğe başlandı.
Yemekten sonra sohbet başladı. Sohbet sırasında evde unun bittiğini söylediler.
Demirci Mustafa:
—Mahmut Horik değirmenine buğdayı götürsün, öğütsün, getirsin, dedi.
Sabah oldu. Bir dosttan alınan merkebe buğday yüklendi. Merkep önde, Mahmut arkada yolculuk başladı.
Emine Gosé gilin evinin önünden, Abdullah Terzi gilin evinin önüne geçti. Çarşıyı geçerek yoluna devam etti. Mehmet’i Halac’ın evi, Ramazan Yıldırım’ın evi, Nihat’ın evi, askerlik şubesi, Kubilay ilkokulu, ortaokul, sağlık ocağı, Su Kulesi geride kaldı.
Mahmut, bağların arasındaki yoldan Horik değirmenine doğru indi.
Değirmene vardı. Değirmeni çalıştıran yüzü, gözü, kaşı, elbisesi un içinde kalmış undan adam, Mahmut’u güler yüzle karşıladı.
Değirmenci bir kardan adama benziyordu. Apak olmuştu:
— Hoş geldin yeğenim, dedi.
Merkebin üzerindeki buğday çuvalını indirdi. Öğütülene kadar bekleyip beklemeyeceğini Mahmut’a sordu.
Mahmut:
—Bekleyeceğim amca, dedi.
Adam işi ile uğraşırken, Mahmut değirmeni incelemeye başladı.
Değirmen kerpiçten yapılmış büyük bir binaydı. Binanın bir tarafında buğday çuvalları üst üste atılmıştı.
Binanın diğer tarafında iki büyük ve yuvarlak taştan üsteki dönüyordu.
Bunlar değirmen taşıydı. Alttaki taş sabitti. Üstündeki büyük ve yuvarlak taşın ortası delikti. Bu deliğin üstünde huniye benzeyen ve tahtadan yapılmış, buğday boşaltılan bir bölüm vardı. Bu huniye benzeyen bölümün alt kısmı, buğday akacak şekilde açık bırakılmıştı.
Bu kısım ile ortası delik değirmen taşının arasında, tahtadan bir oluk yapılmıştı. Üst taş döndükçe bu oluk sağa sola gidip geliyordu. Yani oynar bir oluktu. Buğday çuvalı huni şeklindeki bölüme boşaltılıyordu. Huninin altındaki delikten, buğday oynar oluğa akıyordu. Oynar oluk da gelen buğdayı, üstteki değirmen taşının ortasındaki deliğe serperek gönderiyordu. İki taşın arasında kalan buğday taneleri, üsteki taşın dönmesiyle una dönüşüyordu.
Bu un, taşın önüne yapılmış ikinci oluktan, tahtadan yapılmış dikdörtgen şeklindeki ve yarım metre derinliğindeki bölüme akıyordu. Değirmenci burada biriken unu, kısa saplı özel bir kürekle çuvala dolduruyordu.
Mahmut, üstteki değirmen taşının nasıl döndüğünü merak etmeye başladı. Taşı döndüren ne bir motor vardı görünürlerde, ne de elektrik…
Kâhta’da bile elektrik çok az kullanılıyordu. Gaz lambası aydınlatma aracıydı…
Evlere elektrik çekilmemişti. Saat 24 oldu mu bütün ilçe karanlığa gömülürdü.
Bu taşı döndüren güç kaynağı ne olabilirdi?
Mahmut, değirmenciye sordu.
Değirmenci:
—Suyun gücü, dedi. Suyun gücü ile çark döner, çark da değirmen taşını döndürür. Değirmenin arkasına ve yan tarafına git bak gözlerinle gör, daha iyi anlarsın.
Mahmut dışarı çıktı ve değirmenin arka tarafına doğru yürüdü. Değirmen, bulunduğu araziye göre çukurda yani daha aşağıda yapılmıştı. Yukarı doğru tırmandı.
Bir su bendi gördü. Bu bentteki su, değirmenin yan tarafındaki çarkın üstüne gürül gürül akıyordu. Çark bu suyun gücü ile dönüyordu. Çark döndükçe, yapılan bağlantılarla üsteki değirmen taşını döndürüyordu. Dönen taş, oynar oluktan akan buğdayı una çeviriyordu.
Mahmut, bu kez bentteki suyun nereden geldiğini merak etti. Suyun geldiği yöne doğru yürüdü. Su bendinin başlangıcına vardı. Kâhta çayının suyu, bu bende verilmişti. Bu su değirmeni çalıştırıyordu.
Keftire değirmeni, Bırcik değirmeni ve Aşi Mışka da çayların kenarına yapılmıştı.
Demek ki su değirmenleri su olan yerlerde kuruluyordu.
İnsanoğlu binlerce yıldır su kenarlarına, suyun bol bulunduğu yerlere gelip yerleşmişlerdi.
Fırat ve Dicle’nin iki tarafı, bundan dolayı binlerce yıl önceden insanlar tarafından yerleşim alanı olarak seçilmişti.
İnsanoğlu önce destarı ( el değirmeni) mı buldu? Yoksa su değirmenini mi?
Destar, elek yuvarlaklığında ve elekten büyükçe iki taştan meydana gelir. Alttaki taş sabit kalır. Ortasında, üstteki taşın kaymaması için bir değnek yerleştirilmiştir. Üstteki taş bu değneğin çevresinde döndürülür. Döndürmek için de üstteki taşa bir elin tutacağı büyüklükte bir sap yerleştirilmiştir. O saptan tutularak taş döndürülür.
İki taşın arasında kalan buğday ve mısır ezilir.
Bir de soku (dibek) vardı. Soku içi oyulmuş büyük bir taştan yapılırdı. Sokunun içine buğday konur, ağaçtan yapılmış tokmak (dankut) ile dövülürdü.
İnsanoğlu önce sokuyu mu, el değirmenini mi, yoksa su değirmenini mi bulmuştur?
Mahmut su bendinin girişinde oturmuş, bunları düşünüyor ve merak ediyordu.
Kalktı. Değirmene dönmeden önce Kâhta çayına baktı.
İleride yaşlı bir adam oturuyordu. Adama doğru yürüdü. Yanına vardı. Uzaktan tanımadığı adam, çok sevdiği, Mısır’da dini eğitim almış Hacı Üzeyir’di.
Mahmut saygıyla Hacı Üzeyir’in elini öptü. Yanına oturdu. Hacı Üzeyir:
—Yeğenim kimin çocuğusun.
—Demirci Mustafa’nın oğluyum.
—Babanı tanırım. Hayırsever, iyi bir insandır. Seni de iyi yetiştirmiş.
—Sağ ol Hacı emmi. Sen de değerli bir din adamısın. Babam senden övgü ile söz eder.
—Allah razı olsun. Yeğenim, sen ne geziyorsun burada?
—Değirmene buğday getirdim. Ya sen ne yapıyorsun burada Hacı emmi?
—Balıklara ağ attım. Onu bekliyorum.
Mahmut ve Hacı Üzeyir bir süre daha sohbet ettiler.
Hacı Üzeyir’den müsaade isteyen Mahmut, değirmene doğru yürüdü.
Mahmut, değirmenin kapısında gördüğü çuvalı tanıdı. Değirmenci, getirdiği buğdayı öğütmüş, çuvala doldurmuş, kapının önüne koymuştu.
Mahmut değirmencinin yanına gitti. Değirmenciye teşekkür etti.
Değirmenci:
—Unun hazır. Hemen gidecek misin?
Mahmut:
—Gideceğim amca. Babam gil beni merak eder. Merkebi getireyim, çuvalı yükleyelim.
Değirmenci:
—Merkebini git getir yeğenim.
Mahmut, değirmenin alt tarafına bağladığı merkebini getirdi. Değirmenci ile birlikte un çuvalını merkebe yüklediler.
Değirmenci çuvalı güzelce bağladı.
Mahmut, Kâhta’ya doğru yola çıktı. Türkü söyleye söyleye önde yürüyen merkebi takip etti. Horik mezarlığına gelince, Kâhta karşıdan göründü.
Düzlüğe çıkan merkep hızlanmaya başladı. Mahmut’ta hızını arttırdı.
Mahmut, bağların arasında karşıdan sallana sallana gelen Mejo’yu (dilsiz, sağır menenjit hastalığı geçirmiş Allah’ın safı) gördü. Yanına gidince durdu. Mejo’ya elleriyle Türkan Şoray’ın resmini çizdi. Mejo’da Mahmut’un her yaptığını tekrar ediyordu. Gülerek aynı hareketleri iki üç kere tekrarladılar.
Mahmut, eliyle Mejo’ya bay bay yaptı. Mejo’da yürüyen Mahmut’un arkasında bay bay yaptı.
Mahmut, Su Kulesi’ne gelince durdu. Arkadaşlarının bir kısmı Su Kulesi’nin gölgesinde oturuyordu. Bazı arkadaşları da oradaki düzlükte top oynuyordu.
Arkadaşlarına el sallayarak, geldiği yoldan cami mahallesindeki evlerine döndü. Annesine seslendi. Annesi ikinci kattan gelerek, Mahmut ile birlikte çuvalı merkepten indirdiler.
Birlikte çuvalı sürükleyerek içeri aldılar.
Mahmut’un annesi:
— Oğlum büyümüş, buğdayı değirmene götürüp, öğütüp getiriyor, dedi…
Oğluna sarıldı. Öptü. Mahmut, iyi bir iş yapmanın sevinci ile yukarı çıktı. Acıktığını söyleyerek hole oturdu.
Annesi mutfağa girdi. İnce ince oyarak yaptığı, Kâhta işi içli köfteleri getirdi. Ocaktan daha yeni indirmişti. Köftelerden duman çıkıyordu.
Mahmut köfteleri görünce, bütün yorgunluğunu unuttu.
Köfte yapan annesine teşekkür ederek yemeğe başladı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.