- 953 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BEKLEYİŞ
Memleketimizin gündelik sıcak siyasi gelişmelerini her gün TV’den ve basın yoluyla takip ediyoruz. Bazen insanın kanını dondurucu olaylara şahit oluyor bazen de münferit diye bilinenlere de sıkça rastlıyor kimi zaman kızıyor kimi zamanda bu tür gelişmelerden Allah’a iltica ediyoruz. Politik konuşmaların girdabına kapılanların profesyonellere taş çıkarırcasına yorumlarda bulunduklarını görüyor, bu hallerini de kendini bilgisayar yahut TV bağımlısı durumuna düşüren ve vaktini onlarla tamamlayan çocuk ve gençlerin durumuna benzetiyor ve insanımızın artık birçok konuda iletişim araçlarını da kullanarak bir fikir sahibi oldukları kanaatini taşıyoruz. Politika konuşmanın ülke insanımızı atmosfer gibi kuşatmasının birçok sebepleri var. Ancak gerçek olan bir şey var ki artık toplum kendini yönetenleri sorgulayabiliyor, yanlışları yahut kendince doğru olanları dillendirebiliyor ve eleştiri yapabiliyor. Fakat bazı konularda eleştiri yaparken de kendini aşıp başka insanların üzülmesine veya kırılmasına yol açacak ağır üslup kullanabiliyor, işte bizim toplumsal zaaflarımızın başında da; ön yargılı olmak ve hakaretlere varan yorumlarda bulunmak olarak gördüğümüz zafiyetlerimizden kurtulabilirsek işte o zaman toplumsal geleceğimiz konusunda daha bir olumlu bekleyiş içerisinde yer alabiliriz. Bakınız sizlere buna benzerlik teşkil eden bir örnek vermek istiyorum.” Uzakdoğulu yaşlı bir samuray varmış. Artık hayatını gençlere adamış ve tecrübelerini onlarla paylaşıyor onlara rehberlik ediyormuş daha doğrusu yaşamanın sanatını öğretmeye çalışıyormuş. Bir gün genç bir savaşçı gelmiş bu yaşlı ve bilge samurayın memleketine. Bu gencin amacı; bu yaşlı samurayı yenerek ününe ün katmak istemekmiş. Neticede, bir meydan da toplanan halkın ve samurayın öğrencilerinin huzurunda mücadele başlamış. Genç savaşçı samurayın bir özelliği varmış, sürekli rakibine hakaret eder küfürler yağdırır atalarına demediğini bırakmazmış, gayesi insanı en ince noktasından yakalayıp onun ilk hamle yapmasını sağlayıp bu hakaretler sonucu kontrolünü kaybeden rakibinin açığını yakalayıp avını yakalayan kartal gibi tepesine binmesiymiş. Yine bu taktiğiyle başlamış savaşına. Aynı hakaretlerini yağdırmış bilge samuraya. Fakat Yaşlı ve Bilge olan samuray onun bu söylemlerini sadece dinlemiş, tahriklerine kapılmamış ve beklemiş. Nihayet bu azgın ve edepsiz samuray ikindi vakti geldiğinde yorgun düşmüş ve müsabaka meydanını terk etmiş. Ancak yaşlı samurayın talebeleri hocalarının bu tutumuna içerlemişler, bunca hakarete karşı nasıl dayandığını sormuşlar. Neden kaybedeceğinizi bilseniz de kılıcınızı kullanmadınız? Korkaklığı seçtiniz? Hepimizi utandırdınız .. demişler.
“Yaşlı olan samuray demiş ki öğrencilerine: “Birisi size bir hediye getirse ve o hediyeyi sizde kabul etmezseniz,o hediye kime ait olur ? demiş. Öğrencilerinden birisi söz alarak :” Tabiki o hediyeyi vermeye çalışana “diye cevap vermiş.İşte demiş yaşlı samuray :” Aynı şeyler kıskançlık ,öfke ve hakaretler içinde geçerlidir.Eğer onlar kabul edilmezlerse,o sözler onları taşıyana aittir ve olmaya da devam ederler” demiş……Bizde bir atasözümüz vardır hatırlarsanız “ kem söz sahibine aittir “…. Diye…Bundan dolayı bu sitede yazmaya ve arkadaşlarla site sakinleri ile birçok konuyu paylaşmaya başladığımdan beri dile getirdiğim husus özellikle eleştirel baz da yapılacak yorumlar konusunda ön yargılılığı bırakın yargısız infaz yapmayın uyarıları idi.Buna rağmen , hala mürekkep yalamışlar nezdinde hızını alamayan bazı arkadaşların Çoruh Nehri gibi hızla aktıklarını ve bazı insanlara hayat hakkı tanımadıklarına şahit oluyoruz. Halbuki bu satırların acizane yazarının kimseyi incitmek gibi bir çabası yok.Sadece akıl mantık ve süzgecinden geçirip vicdani kanaatle süslediklerini siz değerli okuyucuları ile paylaşmak derdi var. Herkes bayram telaşı içerisindeyken ben de şu yazımı hala hazırlamadım diye kendime kızmaktan öteye geçmeyen bir özelliğim var… umarım bazı şeyleri artık bundan sonra daha bir dikkatli yaparız.Ben yine de kimsenin üzülmesinden yana değilim….Ancak biraz daha olgun hareket,biraz daha olgun kontrol diyorum……
Bizim toplumsal güzelliklerimiz ve medeniyet anlayışımız insana ve onu anlayabilene huzur verir. Diyelim ki :elinde avucunda bir şey yok,iyi de insanlara verebileceğin bir sevgi… gösterebileceğin bir hoşgörü de mi yok ?...Olaki çevrende senin sevgini ve üzüntünü paylaşabileceğin insanların olması , o insanın yaşama şevkini artırır. Hatta diyebilirim ki yanında değil de uzakta olsa bile yine artırır. Çünkü, yaşamak sevmekle güzeldir. Unutmamak gerekir ki,sabır ve hoşgörü insanca adam gibi yaşamanın bir gereğidir. Yaşamak insanla güzel.İnsanla sevimli kılınmış.İnsanla anlamlı hale getirilmiş.Bunu en büyük sanatkar böyle yaratmış.Yunus demiyor mu : “Yaratılanı hoşgör,yaratan dan ötürü “ diye.Demem o ki; sen kalbine iyilik tohumları ekmeye bak.Hangi tohum ekildi de bitmedi…… İstedim ki bu yazım da; daha önce birkaç kez ele aldığım sevgi ve güzellik gibi insanın özünde olan değerlerimizi tekrar işleyeyim. Mayamızda olanı tekrar hatırlatayım. Onlar açığa çıksın ki içimizde beslediğimiz çirkinliklerin yerini insanı meleklerden de üstün kılan özellikleri alsın. Değerlerimizin insanı olgunlaştıran ve pişiren yönlerini içimizde saklı olan duygularımızın pozitif bakış açısını ve olgunluk hasletlerini açığa çıkaralım ki, sahip olduğumuz nimetin farkına varalım, yaşamanın güzelliğini anlayalım ve hoş geçinelim. Değilse insan canavarlaştı mı kendi eliyle sahip olduğu bütün değerleri Neron gibi yakar yıkar birde oturur gülerek seyreder…
Bugünkü konu başlığımızı işte bu bekleyiş hasreti olarak bunlara kavuşma ümidi taşıyarak ele almak istedim.Bekleyiş demek ümit var olmak demektir.Ümidi kesmemek demektir.Hani derler ya bir şarkı da “ bekleyenim olsa da razıyım kavuşmasam “diye..…Bizde bu ümitle bekliyoruz.İnşallah toplumsal ve kişisel baz da bu bekleyiş hasreti ümitli yarınlara gebe kalır.İsterseniz okumaktan sıkılmazsanız siz değerli okuyucularımla insanın duygusal güzelliklerini taşıyan ve hiç ümitsiz olmamayı anlatan bir öyküyü paylaşayım….
“ Genç bir adam ve elinde bir demet çiçek.Sahile koşarak geldi.Gözleri ile şöyle bir sahili gezindi,ara dığını göremeyince de ilk gördüğü banka oturup sevdiğini beklemeye başladı…Elinde tuttuğu çiçekler sevgilisi içindi.. hep onun sevdiği ve istediği çiçekleri getirirdi…Bunlar kırmızı kan kırmızısı güllerden başka bir şey değildi.Sanki dalından yeni koparılmış gibi tazeydiler.Buram buram sevgi kokuyor,aşk kokuyor ve en önemlisi özlem ve hasret kokuyordu bu güller.Hepsinin üzerinde dam lalar vardı.Sanki ağlıyor gibiydi bu güller.Genç adam güllere baktı ve onlara mırıldanarak : “bakın dedi neden ağlıyorsunuz ? Ben ne kadar mutluyum,” görmüyor musunuz !.. dedi… Genç adam gözünü ufuklara dikmiş ve hayal dünyasına dalmıştı. Az sonra sevgilisinin geleceğini hayal ediyor ve kalbi hızla atıyordu.Düşünmediği zaman yoktu onu.Ne zaman onu düşünse,ve onunla buluşacağı anı hayal etse,sanki kalbi yerinden çıkacakmış gibi oluyordu .Yıllardır birbirlerini sevmelerine rağmen ikiside sevgilerinden hiç bir şey kaybetmemişlerdi….Onları hiç bir şey ayıramazdı. Ne çektikleri hasret,ne yaşadıkları ayrılık,ne de ölüm…..Genç adam bir ara saatine baktı.Çünkü sevdiği yine geç kalmıştı.Üstelik kendisinin bir huyu vardı.Ne zaman buluşmak isteseler mutlaka saatinden önce orada olurdu.Ondan önce gelir ve onu beklemeyi dahi bu şekilde seviyor ve hoşuna gidi yordu.fakat sevdiği de bu geç kalma işini hep yapıyordu.Devamlı bu genç adamı bekletiyordu.İçin den herkesin bir kusuru vardır diye düşündü.Ama olsun dedi..Ben onu olduğu gibi seviyorum, ya
Aradan uzunca bir müddet geçmiş sevgilisi hala gelmemişti.Delikanlı gözlerini uçsuz bucaksız denize dikti.Uzun uzun seyretti.Denizin sonu yoktu bu bakışlarda.Tıpkı kendi aşkının da kıza olan sevdasının da sonu olmadığı gibi. Aşkı adeta sonsuzluğa uzanıyor, Mecnun misali Leyla’sını böyle özlüyordu.Aslında bugün onlar için çok özel bir gündü.Kendi aralarında sözlenecekleri sözünü vermişlerdi.Delikanlı bir vesile ile bunu kıza açmış ve gidip iki tane de yüzük almıştı.Böyle önemli bir günde bu bekletme olmamalıydı…
Ama artık alışmıştı bu bekleyişe.Zararı yok , biraz daha beklerim önemli değil.dedi…Ama hüzünlenmişti…Güllerin yaprakları ıslanmaya başlamıştı. Sanki güllerde bu ıslaklığa cevap veriyor gibi sürekli ıslaklık hallerini koruyorlardı.Gülleri bir türlü anlayamıyor,her şey bu kadar güzelken neden güller ıslak ve ağlamaklı idi….Az sonra sevdiği gelecek,ona sarılacak ve kucaklaşacaklardı .. Sonra söz yüzüklerini takacaklardı ve evliliğe ilk adımlarını atacaklardı..Genç adam bunları düşündükçe heyecanlanıyor ve yerinde duramıyordu.Kalbi hızla atıyordu.Sakinleşebilmek için Havada uçuşan martılara gözleri takıldı.Onlar da birbirleriyle kendi lisanlarınca konuşuyor ve bir birlerine aşklarını ilan ediyorlardı.Bunlar dedi: martılardan için, ne kadar güzel dans ediyorlar… Tekrar saatine baktı..artık endişelenmeye başlamıştı… Sevgilisi yine geç kalmıştı,bu sefer hem de pek çok…İşte her gün kendi aralarında burada buluşmak için sözleşmemişler miydi ? Her gün sahile,martılara bakarak denizin onlara anlattığı masalları dinleyerek ve birbirlerine sarılarak hasret gidereceklerine dair söz vermiyorlar mıy dı ? O halde neden geç kalmıştı ?..Niye gelmemişti yine ?...Aklına kötü kötü şeyler gelmeye başladı.. Hayır….Hayır…olamazdı.Sevdiğine kötü bir şey olamazdı. Onsuz da hayat yaşanmazdı ki… O ölse bile devamlı yaşar kalbimde diye düşündü genç adam.Kalbim de devamlı yaşar… Ama bunun düşüncesi bile kendisini tedirgin etmeye yetmişti….Gözlerini yavaşça yere dikmiş ve sanki karşılıklı gülleri ıslatmaya başlamışlardı… Gözlerindeki bulutlu nemini kimseye göstermek istemiyor bunu etrafından saklamaya çalışıyordu. Bir ara etrafındaki insanlarda sanki kendisine kaçıkmış gibi bakmaya başlamışlardı.Rahatsızlık duydu bu bakışlardan….Gözlerini insanlardan çevirdi,başı hafifçe öndeydi. Yine sevgilisi geldi aklına.” Neden gelmedi dedi. Neden ? Gözlerini kapattı ve buğulu nemlerin ıslaklığına aldırmayarak , kendi kendine “ tam yedi sene oldu,dedi”..tam yedi sene…….
Genç adam yedi senedir her gün bu sahile geliyor ve sevdiğini bekliyordu.Daha fazla dayanamadı. Kalbi parçalanacak gibi oluyor ve kendini tutamıyordu.Gözlerinden düşen damlalar elindeki gülleri iyice ıslatmış ve sevdiği yine gelmemişti…..Biraz sakinleştikten sonra oturduğu bankın üzerinden kalktı….Yine gelmeyecek galiba dedi….En iyisi mi o gelmiyorsa ben onun evine gideyim diye mırıldandı…Hiç olmazsa gülleri kapısına koyar ve bu şekilde ona vermiş olurum dedi… Bu düşünceyle yerinden hareket eden genç adam sevdiğiyle buluşmak üzere, yeşil tepenin ardındaki mezarlığa doğru yürümeye başladı “….
Evet sevgili dostlar etkilendiniz değil mi ? her şey Türk filmlerindeki gibi olmuyor işte .İnsan her zaman sevdiği ile olamayabiliyor .Ancak sabırla bekleyiş insanı olgunlaştırıyor.Nasıl ki mevsimi gelmeden meyve olgunlaşmazsa bir insanın da olgunlaşabilmesi için bir hayli zaman geçmesi ve özellikle manevi gıdalarla beslenmesi gerekir. Mevlana Hazretleri derki :Sadece dış güzelliğe dayanan(mecazi) aşklar gerçek aşk değildir; Hevesten ibarettir.Böyle aşkların sonu utanç verici olur”….der.Bu vesileyle diyorum ki konu başlığımıza istinaden :” Uğrunda fedakarlık yapamayacağın sevgiyi yüreğinde taşıma”….Bu sana yük olur….Çünkü sevgi; menfaat düşüncesin in aşıldığı bir duygudur.Sevgisi olmayan hüznü olmayan gönül ölü bir gönüldür….
Kalpler dirilmeden toplum dirilmez.Toplumlar da kalplerden meydana gelir.İnsanların anlayışlarının temelinde hem sevgi hem bilgi vardır.Eğer insanlar bunlardan yoksun iseler vay hallerine….Bizler bir sürü kitapları yeri geliyor ezberliyor yahut öğrenmeye çalışıyoruz ancak bu kadar zahmetin yanında birde esas önemli olan sevgiyi öğrenseydik toplumsal mutabakat eminim sağlanmıştı.Ülkemiz de yeni yeni şeyler gelişmeler oluyor.Kimisi yanında kimisi karşısında, ancak unutulmaması gereken şudur: Toplumsal değerlerimizi unutmayalım.Bizi biz yapan değerleri….Birtakım toplumsal çalışmalar yapılıyor,öyle veya böyle.Eksik yada yanlışlıklarla dolu. Her neyse asıl önemlisi bunların yanın da “gerçek “ nedir ? bunu bilebilmek ve gerçeğe uygun seçeneklerde bulunabilmek bu önemlidir. Hani Mehmet Akif’ten bir örnek vermiştim,bir arkadaşın yazısına istinaden “ Asım’ın Nesli” diye. Eğer İstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Akif’in Asımın Neslinden beklentilerini ve ne demek istediğini anlıyorsan onu özümsemişsin demektir. Bizler adaletin kılıcının keskin olmasını isteyenlerdeniz. Kalemin suçu ; güdücülere tabi olup da yalanlara ortak çıkmandır.(Allah Korusun)…..
İsterseniz yazımızın başlığı ile konuyu tamamlayalım.Ancak bir misafirliğimiz var.Azerbaycan komşumuza uzanıp Vahapzade’nin konuğu olacağız. Bekleyiş bir hasret bir ümit değilmi ?.......
SEN OLURUM BEN
Ne mutlu, ayrıyız,
Ne mutlu,bizden
Çırpıntı,sarsıntı el yüzmez yine.
Hayatı öğrendik hasretimizden,
Odur ki her zaman muhtacım sana.
Rengi bir,
Tadı bir
Düğün büsatın.
Hasret bin renk çeker gözlerimize.
Ne mutlu ayrıyız,
Bu dert, hayatın
Derin katlarını gösterir bize.
Yanım da olanda uzaktasın sen.
Ben seni göremem olduğun gibi.
Senden ayrıldım mı,
Her yerde sensin,
Ben göremiyorum vallah , hiç kimi……
Herşeyin en hayırlısını dileyelim.Yüzünüzden tebessüm eksik olmasın.Sağlıcakla kalın.
Not: Büsat,bayram merasim demektir.şiirin tamamını almadım)
Yusuf Erdoğan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.