DOLU (N) AY
İzmir’in sıcak bir Temmuz akşamı, tarih biraz karışık…
Günlerden ne?
Bilmiyorum…
Saat kaç?
Hiçbir fikrim yok…
Durum ne?
Aklım bilinmeyen bir denklemin bütünü gibi karışık, ruhum annesini kaybetmiş bir kuş yavrusunun çaresiz çırpınışlarını andırıyor, bedenim kırk derece sıcaklığa rağmen tıpkı bir buz kalıbı misali…
Kulağımda gecenin karanlığından sıyrılıp gelen ve yürek burkan çığlıklar… Üzerine bir de ekleniyor mu gamlı bir baykuşun derinden bağırmasına karışan bir çocuk ağlaması… Belki de şehrin en sessiz ama en anlamlı seslerinin duyulduğu bir saatteyim…
Her hangi bir semtin, bilinmeyen bir sokağının, alelade bir apartmanının, ıssız balkonunda karşılıyorum bu seferki hüzün nöbetini… Bir daralma var sanki ruhumda, bütün bedenimi boydan boya saran… Bir daralma ki her hücremin her noktasına ulaşmayı başarmış olan…
Başım dönüyor usulca… Gözlerimin önünde uçuşan yıldızlar gerçek mi yoksa ben mi ürettim onları kendi zihnimde… Bakın tekrar başladı dönmeye başım, yok hemen günahımı almayın, çok da içmiş değilim, yine ayık bir yanım…
Şu karşımda duran parlak şekil de neyin nesi acaba… Beni benden kurtaracak olan bir umut halkası mı ya da beni iyice kör kuyuların dibine çekecek olan bir keder çıkmazı mı… Belki de insanın üzerine yapışan bir alın yazısıdır… Neydi bu, nerede görmüştüm daha önceden ya da hayatımın hangi zor anında çıkmıştı ki karşıma unutmak mümkün olmamıştı ömrüm boyunca…
Burnumun ucunu sıyırıp geçen kuşun rüzgârıyla sendeliyorum bir anda… Acaba hangi umudu kovalamak ona bu kadar acele ettirebilir diye düşünürken bir yandan da balkonun o insanın içini ürperten buz gibi demirine tutunuyorum düşmemek adına… Ben mi demiri tutuyorum yoksa demir mi beni? Bunun cevabını veremeyecek kadar sersemim şu anda…
Beni sırıyıp geçen umut kuşu, şu parlak şeklin önünden geçiyor o anda, ancak o zaman seçebiliyorum kuşun neye benzediğini, nereden gelip nereye gittiğini… Evet, evet… Şimdi hatırladım… Her insanın hayatına öyle ya da böyle mutlaka girmiş olan DOLUNAY bu karşımdaki hüzün yumağı…
Ne gösterecek bugün bana o ayna misali suratında diyerek dolunaya bakıyorum öylece… Hareketsiz… Biçare… Küs müyüz dolunay kardeş, neden yüzünü başka yere çevirmiş gibisin bugün… Yüzün de biraz sararmış sanki, tamam sus konuşma, tek bir ses duymak istemiyorum şu anda… Anladım ki bu sefer göreceklerimi sindirmem pek de kolay olmayacak… Sırf bu yüzden zaten o mahcup mahcup yüz çevirmen…
Bünyende aheste aheste beliren bir sima şu an tam da karşımda, uzakta da olsa, hayatın ona hediye ettiği derin çizgiler anlaşılıyor anında... Hınzır bir gülümseme, insana güven aşılayan bir bakış ve de oradan buraya kadar ulaşan inleyen nağmeler… Hayır, hayır görmek istemiyorum gerisini, kapatmalıyım gözlerimi hemen, bakmamalıyım o tarafa asla… Ne olur yapma bunu bana…
Hangi vakit senin o inatçı duruşuna karşı koyabildim ki ben, bugün karşı koyayım…
Sımsıkı kapatıyorum gözümü ama ne çare, sanki gözlerim benden bağımsız hareket ediyor şu anda… Dillerim zaten çoktan lal olmuş durumda… Gözlerim yine takılıyor o sitemkâr surete bir anda…
Aslına bakarsanız nefes alıyor muyum onun bile farkında değilim…
İşte tam da böyle dolunayın insanlığa yüzünü gösterdiği bir gündü yıllar öncesi… Bir söz vermişti bu yürek birine, dolunaydaki surete ve yahut bir hayale…
Ne demişti hayal;
Bir gün usulca yağmur yağacak olursa bir şehre ya da dolunay o gizemli halini gösterecek olursa insanlığa… Yani ne zaman ki hissedersen toprağın hüzünlü kokusunu ruhunda veya görürsen dolunayın sitemkâr duruşunu karşında, işte tam da o anda bir şeyler yap sadece ve sadece kendi adına…
Verilen söz tutulmalı daima… Hisseder mi hayal bilinmez ama bu yürek yine yazmakta bu gece kendi adına… Sadece ve sadece kendi adına… Tüm dünyayı elinin tersiyle itercesine…
İşte tam da bu yüzden galiba,
Ne zaman yağmur yağsa bu şehre ve yahut dolunay yüzüne gösterse gökyüzünde,
O zaman bir hüzün kaplar, bir hayale dalıp gider bu yazar kendi halinde…
Dip Not:
Ne der Pelin: Zordur dolunayda yengeç olmak… (Ancak bir yengeç burcu bunu anlayabilir…)
Pelin…
Günlerden ne?
Bilmiyorum…
Saat kaç?
Hiçbir fikrim yok…
YORUMLAR
Sen bu yazıyı okdun mu ?
Evet..
Pekii, bir şeyler anladın mı ?
Evet..
Anlat o zaman ..
Yukardaki yazıyı okuyun lütfen ..
Çok güzeldi Pelin, dolunayda duygular daha bir başka sızlatıyor insanın içini, ben de çok bakarım dolunaya ve konuşurum hep içimdenki kendimle .....
Çok güzeldi, sevgilerimle Pelinciğim ....
gün
suya indi
tatlı bir melodi gibi
ve
çicek kokulu hayallerime
gün batımı sonrası dolunay
bir süprizdi
uzaklarda...çok uzaklarda
hüzünlü bir şarkı yanlızlığım
ve yalnızlığım bir portakal sarısı
bu gece dolunay beni vuruyor
huzurlu bakışılarına saplandım
suyla dansına karıştım
gök dolunay kaplı
renk cümbüşü su doluyor içime
serin tatlı bir rüzgar cıktı şimdi
ve sudan yükselen dolunay
üzerime üzerime geliyor
gecenin bu sarışın güzeli
dipden vuran bir dalga gibi
ruhumu sarıyor
fısıltıları dolunayın
bedenimde geziniyor
munzur daglarının eteğınde
bir köyde
baraj gölünün ılık suyuna
misafir gelen dolunay
yanlızlığımın en çoşkulu bestesi oldu
bu gece... M:K:
Pelin…
Günlerden ne?
Bilmiyorum…
Saat kaç?
Hiçbir fikrim yok…
Ama benim fikrim var....ne zaman sayfanızı ziyaret etsem değişik, ilginç, güncel, romantizm gibi çeşitli konuları işliyorsunuz. Ve okumak öyle keyifliki sizi Pelin kardeş...
Yazarı yine güne damgasını vuran yazısı nedeniyle kutluyorum.
Sevgiyle.
Yengeç,yağmur,gece,hüzün,hayal....Hepsi de epeydir zihin jimnastiği yaptığım "kavramlar" ama ille de "yengeçleme."
Yazı aklıma bunları getirdi...
Ve şu güzel sözü de:"Hayal etmek,bilmekten iyidir"demiş Einstein.
Gökyüzü,ay ve yıldızlar nedense insanları kendi iç seslerini dinlemeye zorlar.Bu hüzne dönüşebileceği gibi sebebi belirsiz,spontane neşe kaynağına da dönüşebilir.Ve gökyüzü herkezindir.Yıldızlar ve ay komünisttir.Herkez onlardan ihtiyacını ,hissettiğini alır.Yeteneği kadar kullanır.Aynı yıldıza aynı saatte bakarak buluşan sevgililerin,böylece uzaklıkları hiçleştirdiklerini okumuştum bir kitapta.Güzeldi,severek okudum.Saygı ve selamlar.
Ay neler anlatır insana.Nerelere götürür.Gecenin lambasıdır ay.Ve gece konuşur.Göremediklerini gösterir insana.İnemediği derinliklere indirir.Kendisiyle başbaşa kalır insan gece.Yalansız,riyasız.Ay da ışık tutar bu yüzleşmeye.Seni de kendi kendinle baya bir yüzleştirmiş sanıyorum.Öyle olmalı ki bu güzel yazıyı profesyonelce işleyerek kaleme alabilmişsin.
Güneşe bakabilsek o neler anlatırdı acaba bize?
Ayın sana o kimi zaman inatçı,kimi zaman da anlamsızlaşan bakışına aldırma sen.Bence kendisinden daha fazla parladığın için seni çok kıskanmıştır. :)
Sevgiler yüreğine...
O kadar özgün betimlemeler,
lirik bir dil..
su gibi akan cümleler
ve harika bir günce...
evet evet...
bir iç günce
harikaydı...
yüreğine sağlık
kalemin daim olsun...
şiir tadındaydı...
aslında yazıyı okurken
daha çok şey yazmayı planlamıştım ama olmadı işte
sanırım ay çarptı..
alkışkarımla
umutadam tarafından 7/18/2008 2:00:43 AM zamanında düzenlenmiştir.
PELİN HANIM;
TEŞBİH, TEŞHİS, İNTAK, ... BAŞTA OLMAK ÜZERE EDEBİ SANATLARI DA KULLANARAK NEFİS, KEYİFLİ VE SÜRÜKLEYİCİ BİR YAZI SUNMUŞSUNUZ.
GİRİŞ, GİRİZGAH FASLININ YAZININ HİTAMINDA AYNEN TEKRARLANMIŞ OLMASI İSE YAZIYA BİR ÇEŞNİ, LETAFET VE ASALET KAZANDIRMIŞ.
BAŞARILI ÇALIŞMANIZDAN DOLAYI TEBRİKLERİMİ SUNAR; GÜZEL PAYLAŞIMINIZ İÇİN ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM.
BAZI TEKİL-ÇOĞUL İSİMLERİN VE NOKTALAMA İŞARETLERİNİN YENİDEN GÖZDEN GEÇİRİLMESİNİ DİLERİM.
DAHA NİCE GÖRKEMLİ PAYLAŞIMLARDA BULUŞABİLMEYİ UMAR; SAYGI, SEVGİ VE SELAMLARIMI SUNARIM.
Eğitimci tarafından 7/18/2008 1:40:55 AM zamanında düzenlenmiştir.