- 603 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kaçak
Gecenin karanlığı ve korkunç sessizliği, düşünme gücünü tamamen dondurmuştu. Köyden baya uzaklaşmış, artık su kuyularının pompa seslerini bile duyamıyordu. Çekirgelerin sesinden ve bacağının ağrısından başka bir şey hissedemiyordu. Tek başına otlağın karanlık gecesinde ilerliyordu. Nereye gittiği hakkında hiçbir fikri yoktu ve korku içre topallayarak yürümeye devam ediyordu.
Bir an uzaklardan bir ulama sesi duydu. Tüm vücudunu soğuk bir ter bastı. Titreyerek düşündü:
“Acaba kurt sesi midir, yoksa onun kaçtığını anlayıp peşine düşen köpeklerin sesi mi?“
Bunların hiçbiri onun için iyi bir işaret değildi, bu nedenle kırılan bacağını umursamadan hızlandı.
Tepeye tırmanırken ayaklarının altındaki ezilen otların hışırtı sesi duyulabiliyordu.
Çekirgelerin sesi, otların hışırtısı ve yavaş yavaş yaklaşan ulama sesleri...
Başı dönüyordu. Yorgunluktan ve kırılan bacağının ağrısından artık kendisini tutamadı. Kurumuş bir koyun dışkısı gibi düşüp tepeden aşağı yuvarlandı. Bacağının ağrısına bakmayarak yumuşacık otların üstünde yuvarlanmak içinde güzel duygular uyandırıyordu. Sanki bir kelebek gibi gökyüzünde uçuyordu. Çocukluk günlerini hatırladı.
Annesi ve kardeşleriyle birlikte otlakta gezip dolaştığı mutlu günlerini hatırladı. Arkadaşlarıyla yoncaların, güllerin ve çiçeklerin ortasında kovalamaca oynardı. Gizlice çiçeklerin üstüne konan kelebeklerin üstüne zıplayıp onları korkutup kaçırırdı. Ve sonra gülmekten ayakta duramaz hale gelirdi. Sonra arkadaşlarını kovalayıp, tepeden aşağı doğru kaçardı.
Kafasının bir taşa çarpması önce onu kendine getirdi ve sonra rahatlattı. Artık hiçbir şey hissedemiyordu, ne baş dönmesini ve ne de bacağının ağrısını. Ulama seslerini bile duymuyordu.
Köye dönmüştü. Arkadaşlarının yanındaydı.
Çoğu kişi hüzün içinde ağlıyordu. Kahve renklilerin en şişmanı, dudaklarının arasında dualar mırıldanıyordu. Öbürü kahve renkliler ve beyaz renklilerle siyah renklilerin bazıları onun ardından okuduğu duaları tekralayıp duruyorlardı.
Birkaç kişi köşede sessizce oturmuşlardı. Sanki ölüm kaderlerini kabul etmiş, yarını ve her şeyin bitmesini bekliyorlarmış.
Kimileri de sinirli şekilde o tarafa bu tarafa yürüyorlardı:
“Artık böyle hayvan gibi yaşamak, mal gibi düşünmek sona ermeli!”
Ama kimse onun laflarını dinlemiyordu. Herkes kendi kederli durumuna kapanmıştı.
Tekrar yüksek sesle bağırdı:
“Ey millet! Uyanın artık. Yarın burada bir katliam olacak. Anlamıyor musunuz? Yarın hepimizi öldürecekler. Ağlamak, dua etmek kaderimizi değiştiremez. Ey millet! Bırakın şu işleri. Gelin düşünüp çare bulalım.”
Ama yine ona yanıt veren yoktu. Son olarak kendini toparladı nefesini ciğerlerine doldurup, boğazının en derin yerinden bağırdı:
“Susuuuuuuun”
Aniden herkes sustu ve bakışlar ona çevrildi.
“Kardeşlerim, kahve renkliler, beyaz renkliler, siyah renkliler! Beni dinleyin. Arkadaşlar! böyle olmamalı. Çok kötü durumdayız. Tanrı aşkına, hiç olmazsa bir dakika beni dinleyin.”
Herkes kulaklarını açıp, onun etrafında bir çember oluşturdular.
“Sevgili kardeşlerim! Hepinizi birliğe davet ediyorum. Gelin el ele verip yarın şu kapıdan giren herkesin üstüne saldıralım. İnanın arkadaşlar, birleşirsek kimse bizim karşımızda duramaz.”
Ortalık fısıltı sesleriyle doldu. Anlaşılmaz konuşmaların arasında, İnkılap, isyan, devrim sözcükleri duyulabiliyordu.
Şişman olan, dua okumayı bıraktı. Ona doğru yürüdü. Bu sefer mırıldanarak değil, herkesin anlayacağı şekilde konuştu:
“İsyan etmeye gerek yok. Yarın ölenlerin hepsi şehit sayılacaktır. Yarın hepimizin mekanı cennet olacaktır. Yine de devrime inanıyorum, çünkü devrim yolunda da ölenlerin yeri cennettir. Ama bir şartım var. Devrimin lideri kahve renklerden olmalıdır. Ben bir kahve renkli olarak bu devrimin lideri olmalıyım.”
Kahve renkliler birlikte bağırdılar:
“Yaşasın devrimimiz ... Kahve renkli liderimiz ”
Her taraftan çeşitli sözler duyuluyordu:
“Devlet kurmalıyız”
“Başbakanımızı şimdiden belli etmeliyiz”
“Gelecek ulusal meclisimizin millet vekillerini seçmeliyiz”
İsyan ve devrimden söz etmekten pişman olmuştu.
Yüreği sıkılıyordu. Sıkılmaktan az kalsın yüreği patlayacaktı. İçindeki dolup taşan keder o kadardı ki, ağlayamıyordu. Belki ağlasaydı biraz rahatlardı. Bir an için o durumdan kurtulmak istiyordu. Yarının ölümünden ziyade, arkadaşlarının aptallıklarından kaçmak istiyordu.
“Kaçmak, evet kaçmak. Kurtuluşumun tek yolu kaçmaktır!“
Etrafa göz attı. Duvardaki pencereyi gördü. Pencerenin ne kadar yüksekte olduğunu ve oraya nasıl ulaşabileceğini düşündü.
“Çuvallar, doğru ya... çuvallar. Çuvallara tırmanıp oraya ulaşabilirim “
Herkes devrim lideri, gelecek devlet ve ulusal meclisin millet vekilleri üzerinde tartışmaktaydı. Bazıları halen köşede sessizce oturup kendi ölüm kaderlerini bekliyorlardı. Ama o kendi kararını vermişti. Çuvalların üstüne çıkıp zıplayarak tırmanmaya başladı. Sonunda başardı. Artık pencereye ulaştı.
Açık pencereden dışarı baktı. Hava karanlıktı. Hiçbir şey gözükmüyordu.
Son kez döndü ve içeri baktı. “Elveda” dedi ve dışarı atladı.
Yere düştüğü an dağ gibi yoğun bir ağrı bütün vücudunu sardı. Bacağı kırılmıştı.
Gözlerini açtı. Her şeyi hatırladı. Tepeden aşağı doğru yuvarlanmıştı. Kırık bacağı ve baş ağrısı onu öldürecek gibiydi. Etrafında horlama sesleri duyuyordu. Dikkatle baktı. Çevresinde kurtları görünce ağrılarını unuttu.
Sırtına, göbeğine ve bacaklarına giren keskin dişleri hissedebiliyordu. Artık her şer bitmişti.
Sabah olmuştu. Tepenin altında kaçak koyundan, yalnız al kanına boyanmış derisi kalmıştı, bir de kurban bayramında açık gözlerle tepenin arkasından doğan güneşi izleyen kafası.
Muhammed Ahmedizade
Kaçak Yazısına Yorum Yap
"Kaçak" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
muhammed1347
@muhammed1347
Çok sağ olun sevgili hocam. Ben de size ve ailenize mutluluk dolu bayram dilerim. Bir müddet müzikle yoğunlaşmıştım, tekrardan yazmaya başlamayı başardım.