- 942 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Acısı bol günlükler-7 " Bir Bayram Türküsü..."
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bir sevda türküsü radyolarda.
Hüzünlü bir yağmur şehrin ortasında. Ayak sesleri yerini yağmur tanelerine bırakırken kaldırım taşlarında canlanan çocukluğumu izliyorum.Herkes derin uykusunda bir sonraki güne erişme telaşı içinde. Sokaklar bomboş, tıpkı içim gibi.
Bu kadar ağırlığı nerede bırakmıştım, hangi mola yerinde pansuman ettirdim yaralarımı?
İşte tam şuracıkta, o küçük çocuk, yarasız çocuk şuracıkta. El sallıyor, dedemin aldığı pembe ruganları giyiyorum, kenarlarında belirgin beyazlar...Karşı yoldan sakalları beyazlamış, pamuk dedem geliyor cebinde Sürmene kurabiyesinin verdiği tadı vermese de gül lokumu...
Üşüyorum, bir yanım terliyor zaman işledikçe nakış nakış. Üzerime aldığım hırkaya sarınıyorum. Balkon demirlerine ilişiyor gözlerim. Aylar önce sarınıp hıçkırarak ağlayışlarıma eşlik etmiş bu demirler bile yaşlanmış, paslanmış.
Şurda işte kırdıkları yollarda kaldırım döşerken belediye çalışanları, ısrarla top oynuyorlar, tabelaları değiştiriyorlar. Apartmanın adres tabelasını kırdılar, yenisini koydular.Beyaz zemin üzerinde, siyah yazılarla. Küt saçlı, esmer, dişlerinden birini öfkesinden kıran kız çocuğu el sallıyor. Şiir karalıyor sek sek çizerken...
Eski günlüklerin sayfalarını karıştırıyorum. Tozlanmış kolilerin içinden çıkarıp. Siyah mürekkepli kalemi alıyorum elime. Geçerliliğini yitirmiş satırları karalıyorum, tarihler düşüyorum en olmazlara niyetlendiğim kelimelere. Dilekler dilemişim kimisinde, bazılarında kükremişim, dağıtmışım ortalığı, pek azında huzurlu uyumuşum ben.
Saklambaç oynuyorlar, dar sokaklarda gizlenecek yer arıyorum, kapısı açık bırakılmış apartman boşluğuna koşuyorum çabucak. Adımı söylüyorlar, bağırıyorlar, sobeliyorlar. Hırçınlaşıyorum, tekrar say, olmadı diye. İsmimi tekrarlıyorlar. İki ekmek parası salıyor kovayla annem, çikolatalı ekmek bir de. Ahmet amca para üstüne hep sakız veriyor, ben şekerle değiştiriyorum.
Not düşmüşüm; Okuma, diye. Sonra ikiye katladığım sayfayı açıyorum. Mürekkebi akmış sözcüklerin, karalanmış kimisi.Neden not düşmüşüm, bilmiyorum. Tekrar okumak ne kaybettirecek. Kendime verdiğim sözü tuttum ilk kez. Kapatıp çevirdim sayfayı.
Dizi kanıyor, dizim ağrıyor. Üzerime top değmesin diye kaçarken. Yakan top değil de,dizim yakıyor. Gözyaşlarını siliyor, kaldırıyor acımdan hatırlamadığım iki el. Küsüyorum, bahçenin görünmeyen yerlerine kaçıyor, saklanıyorum.
Gece yarısını da geçmiş vakit. Almam gereken ilacın üzerinden iki saat geçmiş. Oysa ben bu gece geleceğe uzanan bütün yolları tıkayıp, yarına giden zamanı durdurmak istiyorum. Soğumuş kahvemi yudumluyorum. Sonraki sayfalara geçiyorum.Kimisini baştan sona didikliyorum kelime kelime.Kimisini geçiyorum tarih bakmadan. Bir bayram günlüğü açıyorum farkında olmaksızın.
Dedemin sesine uyanıyorum, henüz aydınlanmamış gün. Babaannem annesini anlatıyor, ağladıkça o, uykum kaçıyor. Uyanıyorum. Yastığımın başucunda duran yeşil kazağımı alıyorum, sonra beyaz kurdele takıyorum.Koşarak dedemin yanına gidiyorum. Esans kokulu elini öpüyorum, pamuk şeker sakallarını sonra. Yüzündeki çizgileri sayıyorum babaannemin. Neden böyle uzun çizgiler olduğunu anlatıyor bana sarılarak. Kurulan kahvaltı sofrasına oturuyoruz ailecek. En büyük mutluluk o sofradaki zeytinle bir çay bardağında, sonra annemin yağlı kuymağında, babamın sıcak ekmek tutan ellerinde, dedemin cep saatinde, gözlerinde henüz bebek küçük kardeşimin. En derin acı bunların herhangi birinin yokluğunda...
"Değmen benim gamlı yaslı gönlüme..."
Sıradaki şarkı gamlı yüreklere gelsin diyor radyodaki ses...
Elimi soluma götürüyorum, dokunuyorum. Hastahaneden çıkarken merak içinde yaptığım gibi. Normal olmayan atışlarımı kontrol ederken pür dikkat sustuğum gibi susuyorum.Konuşacak o kadar az şeyim kaldı ki. Her şeyi yazmışım. Sustuğum o kadar çok şeye rağmen konuşacak hiçbir şeyim yok. Bu yüzden az konuşuyorum şimdi. Yağmur daha çok artırdı hızını, balkon demirlerini tokatlıyor, sonra içimi tokatlayan adamı anımsatıyor aynalar.Yüzümde ondan kalan bir gülümseme var, kimsede samimi olamıyor.
Yolculukların en çok dönüşünü sevdim. Gidişler içinde hep acı bir ihtimal taşıyordu. Bilemedim. Şehrin boğucu havasından bunalan, gürültüsünden sıkılan pamuk şeker dedemi, hasret dolu nenemi gönderirken. Arkasına dönüp bakan o hüzünlü gözlerden öpemedim, kokulu ellerinden. Ve uzun süredir dokunamadım toprağına.
Sungurlu Terminali’nde istediğim oyuncağı parası olmadığı için alamayan dedemin buna rağmen aldığı o küçük oyuncağa sarıldım şimdi. Nereye gidiyorsam yanımda götürüyorum.O uzun yolculuk aklımın en parlak köşesindeki yerini koyuyor. O küçük çocuğun öfkesini hiçbir hikaye dindirmiyor artık.Dizlerindeki yaraları hiçbir ilaç iyileştirmiyor.
El sallıyorum, bir daha görmeyeceğimi bilmeden, akan yaşlarımı gizliyorum.Geçen yaşıma rağmen bugün bile azalmıyor. Son olacağını bilemedim; bütün gidenler hep acı bir ihtimal taşır içinde. Dönmemek gibi, ya da kalan için görmemek...
Bilseydim gidenlere sarılırken içime çeker ve asla bırakmazdım. Geçen zaman utanırdı ayırdığına.
Bana dair birkaç şey yazmasını istiyorum. Bandırma otogarında bir masaya geçiyor ve kalemini çıkarıyor, yazıyor... Ben de aynı şekilde birkaç cümle karalıyorum. Sebepsiz, içimde yumru gibi bir korku. Fonda bir Neşet Ertaş türküsü çalıyor. Birbirimize bakıyoruz, şaşırarak.
Bu son.
Yüzüne bak, ellerine sonra gözlerini çiz aklına.Sarıl, sarılabildiğine.
O kağıtlara bakıyorum şimdi sararmış, üstünden çok da geçmedi oysa. Acıma ortak oldular, hüznüme eş. Gidenlerdeki o kötü ihtimalleri öldürmek istedim hep, yetmedi.
Radyoda bir türkü;
" Bulutlar yoldaşın olsun..."
Gökyüzünde kümelenmiş bulutlarda yüzünü görüyorum.Bu kadar acı bu yüreğe fazla oysa.Böyle bir işkence bu bedene haddinden çok. Ellerimi ısıtıyorum, sadece ellerimi.
Çünkü içimdeki hiçbir buz kütlesini eritmeye yetmeyecek zaman.
Yağmurlu bir İzmir akşamından yazıyorum,yağmurlu bir hüzün akşamından.
"O çocuğun dizleri kanamıyor, yüreği yangın yeri. Oynadığı saklambaçlardaki gibi korkmuyor yenilmekten; ilk ölümle tanıştığından beri. O çocuk artık koşmayacak , o çocuk konuşmayacak. "
Nuray KAÇAN-
23.09.2015
01:00
"Bütün hüzünlü bayram çocuklarına..."
YORUMLAR
......... ( ... ) Az önce ''acısı bol günlükler''den taşan bir şiir keşfettim... Hayyam sarhoş anlatamaz, Leyla üzgün söyleyemez, Mecnun kaçak seslenemez ...
Bir şiir keşfettim İçinde ''Acısı bol günlükler''
Belki de günlerden o gün BirGün !
Şimdilik ödünç bu şiir....Yarın ölürse üzülme ...!
O an gözlerimden düşer meanı,
nedir sen gibisi…
O an boğulur leyla, ağlar hayyam
bir kadeh misali
gözlerimiz sarhoşu oynar,
kalbimiz kafamızın meyhanesi
o an seni bilir şiirler, seni okur şairler
bedenimiz uyurken ,ruhumuz ayyaşı oynar
Bir ayıp öpücükle başlar kıyamet
O an leyla olur, hayyam şiir okur
Ve sonlanır aynalarda ölüm
Birimiz kefen giyerken ,birimiz ölür
O an inadına yüzüme düşer mecnun
Tersine bir ihbar ,büyük bir gazel
Oturmuş leyla, üşümüş hayyam
Elimde kalan uzun bir yalan
O an leyla ölür, hayyam’ın şiirinde
Mecnun koca bir yalan olur
O an aşk çırılçıplak ,dünya soyunur
Yarım kalmış bir kavuşma ,yarım bir gün
O an Tanrı konuşur, bu aşk’ oyununda
İyi Bayramlar .....
Sevgiler
CaNMaYBuLL tarafından 9/24/2015 3:10:29 AM zamanında düzenlenmiştir.
Hüzünlü elveda...Hüzne midir ? Aşk ince bir sükuneti içinde taşıyarak yaşamaya çalışıyor....Az önce can çekişen bir bedenin içinde hayasızca çıkarken bir veda bile etmeden, ardına dönüp bir kez bile bakmadan...
Bu güzel yazınıza kendi denemem ile yoldaşlık etmek istiyorum....Bu sıra bu yollardan geçiyorum....
Bütün Kelimeleri Yakıyorum ...Usul usul..Ve bütün kağıt gemiler batsın !
(...)
Aşk çanları tüm renkleri siyaha boyarken
çığlıklar yaprak yaprak dökülürken
sözcükler hoyratça sökülürken
pençe pençe yalanlarla parçalanırken
duşünceler düşünceler ve âşk hiçleşirken (BirGün)
Eskiden, çok eskidendi. Yüzümü yasladığımda bedenime sevinirken, üzülürken, yalnızken ağlamazdım. Şimdilerde gördüğüm Bir mezar tası, öncesini bilmem ama şimdi koca bir hiç’ti ! Onu bir aşk var etti. Annesinin ,babasının tutkusu,günahı,sevabı ve kim bilir hangi duygusu. Ama onu var eden aşk ve onu yok eden ölüm. İki dudak arasında iki devir ortasında onu yok eden şimdi hiç’ti .
(...)
O gece yangın yeri gibi, gözlerim , upuzun bir yolculuğa çıkmış , (…) yakalamaya uğraşan bir hal almıştı. Yokluğun, hiçliğin öyküsü şimdi başlamıştı. (…)im ölüm uykusu başlarken benim sessiz çığlığım arşın öteki yüzünde yükseliyordu. Zamanı göğsümde yakmaya çalışırken an, o rezil hal yandı içimde. Unutarak, unutturarak giden koca bir hayat. Şimdi kendini bağıra bağıra affettiren o acımasız kelimeleri ama o Bütün Kelimeleri Yakıyorum …
Aşkın nice tarifini yazanlar, çizenler, haykıranlar neden sustu bir an’ ! Hani Çelişkileri içinde barındıran mana ? Hani hiç bitmez, hani hiç tükenmezdi anlatanlar …Hani çalıntılar diyarında sahipsizliğe volta vuranlar… Hani (…), hani sevdiğim …’’ Yedi Bela Hüsnü’yü’’ andıran edepsizliğime düşen deliliğim… Asıl hikayem,asıl öyküm asil bir roman kadar… Suratsız bir diyara sürüklenirken yine her şey hiçliğe göç ediyordu.
Tam onu sevmeye başladığımda o amansız hastalığın pençesinde, o amansız edepsizliğn ellerinde bulmuştum onu. Alzheimer ! Biliyorum ,bilmiyorum, düşünmek daha da istemiyorum. Aşkın düştüğü o acımasız hastalığına yakalanan o, şimdi ardına bakmadan giden o… Kimdi, neydi, neye benzerdi ? Hiç birine cevap vermeden gidiyordu. Kim yakalayabilir, kim durdurabilir ki? Yıllar önce izlemiştim bu filmi. Bir ezik ve çiğnenen duyguların yeniden yeşermesini oynuyordu Monte Kristo Kontu. Evet yıllar sonra geri dönmüştü. Yıllar sonra aynı değildi. Yıllar evreni değiştirmiş, aşk o ıstırap günlerinden kurtularak bambaşka bir halde geri gelmişti. Birileri hiç ederken, birilerini öldürmüştü.
Yolculuğumuz daha yeni başlıyor ve hiçliğe göç ölümden sonra başlıyor. Kim bilir aşk bu yolculukta ne tarafta ! Ya önümde ya arkamda ya solumda ya da sağımda.. Sobe !
O ŞİMDİ Alzheimer hastası , onun adı aşk !
Ve hep bana söylediği o söz aklımda ’’Seni duygularımla büyütüyorum’’
Büyüdüm, büyüdüm, büyüdüm !
sevgiler...