- 590 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÇIKAR AĞZINDAN BAKLAYI
Bir iş dönüşüydü…
Güneş Sarayburnu’na doğru uzanmış, havayı hafiften kızıl rengine boyamıştı. Beşiktaş’tan taşınıp Cihangir’in o sokağına alışmaya çalıştığımız günlerden biriydi. Dar ve dip dibe eski Rum evleri sokağa tarihten kalmış görüntüsü çiziyordu.
Köşedeki bakkalı geçip eve varacaktım ki, bir kadın sesi duydum. Başımı çevirdim ve sesin sahibine baktım. Karşı komşumuzdu. Arkamdan koşturduğu her halinden belli oluyordu. Bir eliyle göğsünün üzerinde diğer eli dizindeydi destek almak ister gibi. Soluk soluğa kalmıştı. Yutkunduktan sonra;
- “ Size yetişemedim Pınar hanım. Çok hızlı yürüyorsunuz. Koşturmak zorunda kaldım.” Dedi.
Hala sık soluk alıyordu. Onun bu telaşlı hali beni eni konu meraklandırmıştı.
- “ Aysel hanım, hayırdır!? Durun biraz nefes alın. Tıkanmışsınız.”
O biraz yutkundu benim bu sözüm üzerine. Solukları normale dönünce kaldığı yerden devam edeceğine hıkladı, pıkladı. Boşa koysan olmaz, doluya koysan almaz misaliydi şu an ki yaşadığımız durum.
- “ Şeyy, nasıl anlatacağımı da bilemiyorum ama…”
Aslında biraz kızmıştım. Öfke de vardı elbet. Bunu ona yansıtmadan sabırla bana anlatacakları dinlemeliydim. Onu cesaretlendirecek sözcüklerin birden fazla ihtimali aklımdan gelip geçe dururken, merakıma “ dur!” demek o kadar kolay olmuyordu.
- “ Anlatmaya başladın bile Aysel hanım. Bir de devamını getirseniz sözün…”
Bu sözlerim ona cesaret vermişti adeta.
- “ Kayın valideniz ve çocuğunuz…”
Ay olacak şey miydi, şimdi bu? Ödüm ağzıma ekşi bir su salıvermişti. Aysel hanımın kollarına asılıp sarstım ince ve çelimsiz kısa boylu kadını.
- “ Aysel hanım. Siz ne demek istiyorsunuz?. Kayınvalideme ne olmuş? Çocuğum dediniz…Oğluma ne oldu? Lütfen susmayın!”
- “ Şeyy…Ben gerçi görmedim…Tam da bilmiyorum. Bana da görenler duyanlar söyledi. Az önce sizi görünce koşturdum. Kırtasiyecideydim. Yün ve şiş almak üzeredeydim ki, sizin geçtiğinizi gördüm…”
- “ Eee, Aysel hanım, sizde çıkarın artık ağzınızdan şu baklayı canım!..”
Sesimin tonu yüksek çıkmış olmalı ki kadın asıl söylemek istediğini bir solukta söyledi.
- “ Oğlunuz sokağımızda park halinde bulunan araçların tekerlerini kibrit çöpü sokarak hepsini söndürmüş. Araç sahipleri karakola gidip şikayette bulunmuşlar. Kayınvalideniz ve oğlunuzu polisler karakola götürdü.”
Haydiii, olacak iş mi şimdi? Akşam akşam iş dönüşü moral indi sıfıra. Kötü haber tez ulaşırmış. Karşı komşum yüzüme yerleşen ifadeyi kollamakta. Ona teşekkür edip, adımlarımı geldiğim yöne yönelttim…
Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü’ne vardığımda alacakaranlık ve sis çökmüştü. Girişteki memura kimliğimi verip, asıl konuyu açıp içeri girdim. Beni baş komiserin odasına gönderdiler. Asansör arızalıydı. İki kat mı, üç kat mı çıktım heyecandan anlamadım. Komiserin odasına vardığımda, kapıyı nasıl çalacağımı önce kestiremedim. Kapı baklava şekillerinden yapılmış deri kaplamadan yapılmıştı. Duraksadım öylece kapı önünde. Çalmadan girsem, saygısızlığın daniskası olacaktı. Ama nasıl çalacaktım? Bir kapı kolu ve birde deriden nakış, karşımda öylece durmakta…
Bu düşünceler ve birde afacan oğluma kızmalarımla öylece dura koyulan ben, kurtuluşu çaycıda buldum. Yuvarlak alüminyumdan askı ve üzerinde bir gazoz iki çay vardı. Açtı kapıyı bende ardından süzüldüm içeri. Aa, o ne!
Gözlerime inanamıyorum. Oğlum komiserin masasına oturmuştu. Başında komiserin şapkası, üzerinde üç yıldızlı ceketi. Koltukta küçük bir komiser oturmakta şimdi. Şimdi anlaşıldı, o gazozu isteyen kişinin kim olduğu.
Efendim, daha fazla uzatmadan bende baklayı çıkartayım dilimin altından. Oğlumun ifadesi alınınca verdiği yanıta bayılan güler ve ayılır, vallahi!..
” Ne yapayım polis amca? Onların arabası vardı, benim benim oynadığım parkım yoktu. Bisikletimi nerede süreyim? Oynadığım yerde o arabalar vardı. Bende kızdım, yaptım işte…”
Baş komisere konu intikal etmiş. Yılların deneyimleri omuzlarına boşa mı üç yıldız nakşetmiş. Konuyu ele alıp, “Ee, çocuk aklı…” demiş ve kayınvalidemin yaşlı ve kalp hastası olduğunu anlamış, inisiyatifi elden bırakmamış. Çaycıya bir çay siparişi daha verilmişti. Konu bana anlatan kayınvalidem ise, nasıl fenalaştığını dinlerken…Ağlasam mı, gülsem mi misali, suskun kaldım öylece…
Yatağıma uzandığımda şehir dışından gelen eşime bu konuyu nasıl anlatacağımı düşüne durdum.
Sahi ben bu yazıyı nerden esinlendim ya?..Hah, anımsadım! “Çıkar ağzından baklayı!..” Hikaye yazacaktım, aklıma takılana bakın hele…
“ Zamanında çok küfürbaz bir adam yaşarmış. Sonunda kendine yakıştırılan küfürbazlık ününe dayanamaz duruma gelmiş. Soluğu bir bilgenin yanında almış, ondan akıl danışmış.
- “Her kızdığım konu karşısında küfretmek huyumdan kurtulmak istiyorum” demiş.
Adamın içtenliğini görünce bilge ona yardımcı olmaya karar vermiş. Bakkaldan bir avuç bakla tanesi getirtmiş ve bunları küfürbazlıktan kurtulmak isteyen adamın avucunun içine koydu.
- “Şimdi bu bakla tanelerini al, birini dilinin altına, ötekilerini cebine koy. Konuşmak istediğin zaman bakla diline takılacak, sen de küfürden kurtulma isteğini anımsayıp o anda söyleyeceğin küfürden vazgeçeceksin. Bakla ağzında ıslanıp da erimeye başlayacak olursa cebinden yeni bir bakla çıkarırsın, dilinin altına onu yerleştirirsin.”
Adamcağız bilgenin dediğini yapmış. Bu ara da bilgenin yanından da ayrılmamaya çalışıyormuş. Yağmurlu bir günde birlikte bir sokaktan geçerlerken bir evin penceresi hızla açılmış ve genç bir kız başını uzatmış, seslenmiş:
- “Bilge efendi, biraz durur musun?”demiş ve pencereyi kapatmış.
Bilge söyleneni yapmış ama sicim gibi yağan yağmur altında iliklerine değin ıslanmış. Sığınacak bir saçak altı da yoktur. Üstelik niçin durdurulduğunu henüz bilmemektedir ve kız da pencereden kaybolmuştur. Bir ara evin kapısına varıp kızın ne istediğini sormak geçmiş içinden fakat tam kapıya yöneleceği sırada kız tekrar pencerede görünmüş ve aynı isteğini yinelemiş:
- “Bilge efendi, lütfen birkaç dakika daha bekler misiniz...”
Bilge içinden öfkelenmiş ama kızın isteğini de yerine getirmiş. Fakat yanındaki eski küfürbaz adam, kendini zor tutuyormuş. Bu arada yağmurun şiddeti gittikçe artıyor, bilge de, adam da, vıcık vıcık ıslanıyorlarmış.
Bir süre sonra pencere açılmış ve kız yine seslenmiş
- “Gidebilirsiniz artık!..” demiş.
Bilge bu durumu çok merak etmiş ve sormuş:
- “İyi de evladım bir şey yoksa bu yağmurun altında bizi niçin beklettin?”
Penceredeki kız, bu soruyu pek umursamamış:
- “Efendim, sizi elbette bir nedeni olmadan bekletmiş değilim” demiş ve bekletme nedenini şöyle açıklamış:
- “Tavuklarımızı kuluçkaya yatırıyorduk. Yumurtaları tavuğun altına koyarken bir kavuklunun tepesine bakılırsa piliçler de tepeli olur, horoz çıkarmış. Annem sizi sokaktan geçerken görünce hemen yumurtaları kuluçkaya koydu ve yumurtaları tavuğun altına yerleştirene değin sizin pencerenin önünden ayrılmamanızı istedi.”
Saygısızlığın böylesi karşısında bilgenin de tepesinin tası atmış. Yanındaki eski küfürbaza dönmüş ve şöyle demiş:
- “Hak ettiler bu ana kız. Çıkar ağzından baklayı!..’"
Yüzünüzden sağlıklı gülüşler, yüreğinizden sevgi eksik olmasın…
Emine Pişiren/Edremit-Akçay/2008
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.